DAÜ ve Siyaset
DAÜ ve Siyaset
Okurdan Gelen
Eğitim kademeleri arasında birinin diğerine üstünlüğü olmasa da amaçları, süreçleri ve sonuçları bakımından yüksek öğretim, toplumun ihtiyaçlarına çok geniş bir yelpazede cevap verebilmesi ve bu anlamda yetkin bir toplum oluşmasına öncülük yapabilmesinden dolayı etkili bir araçtır. Bunun yanında ülkemizde üniversitelerimiz bir sektör olarak görülmekte ve ekonominin motor gücü olduğu her kesim tarafından kabul edilmektedir. Bu fonksiyonundan dolayı üniversitelerimizin her türlü ihtiyaçlarına toplum olarak da cevap verebilmek onların gerçek anlamda gelişimine katkı koymak elzemdir. Üniversitelerimizin asli görevlerini etkin biçimde yerine getirebilmeleri onların kurumsal yapılar oluşturmalarına bağlıdır. Asli görevlerini yerine getirebilme ve ekonomik sektör olmak arasındaki çelişki de ancak ve ancak üniversitelerimizin akademik zeminde kalite kültürü esas alınarak kurumsallaşması ile aşılabilecek bir durumdur.
Ülkemiz üniversitelerinin gerçek anlamda kurumsal yapılarının oluştuğunu söylemek mümkün değildir. Şekilsel olarak bakıldığında bu kurumsal yapıların kağıt üzerinde varlığını görmek mümkündür. Ancak fonksiyonel olarak çalıştığını ve/veya çalıştırıldığını söylemek mümkün değildir. Şöyle ki senatonun akademik bir kurum olarak yetkileri sınırlıdır. DAÜ’de bir miktar yetkileri bulunmasına karşın diğer üniversitelerde şekilsel bir yapı olma ötesine geçememektedir. DAÜ’de ise Rektöre bağlı ve Rektör başkanlığında toplanan ona yardımcı bir kuruldur. DAÜ’nün 16/86 yasası gereği rektörün verdiği görevleri yapmakla görevli bir kuruldur. Üniversite yönetim kurulu üniversitenin en üst özlük komisyonudur. Ancak çalışanların özlük hakları ile ilgili konularda söz hakkına sahip değildir.
Tüm üniversitelerimizdeki bu yapısal ve kurumsal eksiklikler kuruldukları günden günümüze siyasetin üniversitelerimize nüfuz etmesine fırsat tanıdı ve vakıf devlet üniversiteleri her hükümet döneminde siyasetin etkisi altında kaldı. Düzgün erişilebilir hedeflerden yoksun olması sebebiyle de üniversitede belirli şahıslar veya klikler kendi ihtiras ve çıkarlarından dolayı yakın oldukları siyasileri üniversiteye müdahale etmeye adeta davet etti ve siyasilerle her türlü kirli ilişkiye girdi. Örneğin 1998-2003 yılları arasında DAÜ’de yaşananlar hala daha tüm ülkenin hafızasında durmaktadır. O dönemin Rektör Yardımcıları, dönemin Rektörü Özay Oral’ı devirmek için Başbakan konumunda olan Derviş Eroğlu ve hükümetini çizmeleri ile DAÜ’ye soktuklarını bilmeyen yoktur. Dönemin Rektör Yardımcıları, ki bu ekibin öncülüğünü Abdullah Öztoprak (bugün görev süresi biten ve atanmayan Rektör) yapmaktaydı, eski Rektör Özay Oral’ın sesini dahi onun bilgisi dışında kaydetmiş ve belirli merkezlere servis etmişti. O süreçte DAÜ UBP’nin her anlamda çiftliği haline getirildi ve yüzlerce münhalsiz ve bariz bir şekilde siyasi istihdam yapıldı. O dönemin köşe yazarları bu durumu şiddetle kınadı. O dönemde siyasi müdahaleyi davet eden Abdullah Öztoprak, bugün siyasi müdahale olduğundan yakınmaktadır.
Üniversite’lerde siyasetin yeri vardır ve olması da elzemdir. Siyaseten halk iradesinin tecelli ettiği hükümetlerin Üniversite’lerle ilgili söz sahibi olması doğal bir gerekliliktir. Çünkü devlet üniversitelerinin başarı veya başarısızlıklarında birinci dereceden sorumlu olan ve halka karşı hesap verme noktasında bulunan hükümetlerdir. Ancak bu, hükümetlerin üniversitelerin iç işlerine istedikleri gibi müdahale etme hakkını vermez. Hükümetler üniversitelere toplumsal çıkarların gerektirdiği çerçevede çağdaş bir vizyon ve misyon biçebilirler ve bu vizyon çerçevesinde stratejilere katkı yapabilirler. Denetleme yapabilirler ve vizyon ve misyonun dışına çıkıldığı takdirde hesap sorabilirler. Ancak siyasi müdahalelerin üniversite ortamında yeri olmamalıdır.
Üniversiteler öncelikle kendi içinde demokratik ve de özerk olmalıdır. Bu konuda hiç kimsenin tereddütü yoktur. VYK oluşumu ile oluşturulan organik bağın bir şekilde zayıflatılması şarttır. Fakat bu düzenleme tek başına yeterli değildir. Mevcut DAÜ yasasında olduğu gibi merkeziyetçi bir anlayışla tüm yetkilerin bir kişi etrafında toplanması daha tehlikeli bir hale dönüşebilir. O kişi kendini kurumun sahibi olarak görür ve kurulların görüş ve kararlarını onların mevcut yasadan kaynaklanan haklarını dahi gasp edebilir. Böylelikle kurullar işlevsiz hale gelir ve sadece rektörün aldığı kararları onaylayan söz hakkını yitirmiş bir konuma gelmiş olur. Nitekim bugün bunun örneğini DAÜ’de yaşayarak görmekteyiz. DAÜ senatosunu mevcut yasada rektöre yardımcı ve rektörün verdiği görevleri yapan bir kurul olarak tanımlanmıştır. Senatonun ezici çoğunluğu rektörün atadığı üyelerden oluşmaktadır. Böyle olmasına karşın DAÜ yasası rektörün atanmasına ilişkin maddede senatonun önerisini aramaktadır. Bu çok yaman bir çelişkidir.
Bu rektörün atadığı senato aracılığı ile kendisini VYK’ya istediği zaman atanmak için önerebilmesi gücüne sahiptir anlamı taşımaktadır. Ayrıca kişilere bağlı kurulan kurulların ilkeler ışığında kararlar almasını beklemek de yanlış olur. Örneğin bugün DAÜ senatosu benim önerim olmadan vekaleten bir rektör atandı diyor ve yasadan doğan haklarının gasp edildiğini iddia ediyor. Ama 2010 yılında yapılan vekaleten rektör atamasına ise sesini çıkarmıyor. Yasallığını sorgulamıyor. DAÜ yasası gereği rektör DAÜ bütçesini oluştururken DAÜ senatosunun görüşlerini almak zorundadır. DAÜ senatosu bu yasal yetkisinin rektör tarafından gasp edildiğini bugüne kadar hiç dillendirmedi. Bu örnekler DAÜ senatosunun ilkesel zeminde değil birilerinin güdümüyle hareket ettiğinin en bariz göstergeleridir. DAÜ’de yaşanan rektörlük kavgası da bir kez daha üniversitelerimizin kurumsal yapılarının gerçek anlamda sorgulanması gerektiği tüm çıplaklığı ile ortaya koymuştur.
Bugün seneler sonra Toplu İş Sözleşmeleri için masaya oturup çalışanların özlük hakları için VYK-Hükümet-Sendikalar yeniden üçüncüsü imzalanacak bir TİS için tekrardan görüşmelere başlamışlardır. İlki 2005, ikincisi 2008 yılında o dönemin hükümetleri tarafından da imzalanması teşvik edilen bu sözleşmeleri tekrardan gündeme almak ve çalışanların haklarını korumaya çalışmak için çaba veren hükümete siyaseti okulun içine soktunuz demek geçmişi görmemezliğe gelip üstünü örtmeye çalışmak için çıkarılan bir yaygaradır. “Yapılanlar kaosa sebep olacak, kurum batacak” diyenler mi siyasete batmıştır, yoksa kendi dönemlerinde siyaseti dibine kadar okula sokup, renklerinden dolayı insanları işlerinden atıp sonrasında taşeron akademik kadro yaratan ve kurumun çalışanları hakkında bir önceki VYK tutanaklarında renklerden bahsederek kelle avı yapan yönetimler midir siyaseti okula sokan? Bu sorunun cevabı çok nettir. Siyaset kurumda ezelden beri olan bir konudur. Daha bir buçuk iki sene önce, UBP’nin kurultay delegeleri oldukları için gazetelerde açık açık isimleri yazılanlar için bugün yönetmeliğe özel bir madde eklenmiştir (ki yapılacak en doğru hareket olması bakımından dönemin sendika yönetimleri de bunu açıkca yaptıkları basın açıklamalarında halk ile paylaşmıştır ve zamanlamasını da eleştirmiştir).
Lakin olayın özüne bakıldığı zaman bu madde kişilere özel yapılmış ve eğer tersi durum söz konusu olsaydı akademik veya yönetsel disiplin kurulları anında işleyerek ilgili madde ile cezalar anında kesilecekti. Peki bu maddenin eklenmesi ile siyasetin kurum içinde açık bir şekilde mevcut olduğunu kendileri tasdik etmiş olmuyorlar mı? İki VYK öncesinde VYK tutanaklarının özetleri kurum ile paylaşılırken bir önceki VYK döneminde bunun ortadan kalkması ile kapalı kapılar ardında siyaset yapılmadı mı? Yarının nasıl gelişeceği dünden belli olur cümlesi tam da kurumun içinde bulunduğu durumu anlatmaktadır. DAÜ kurumunun geçmişinde olanlar aslında bugünün habercisi olmuş ama bunu yalnızca dönemleri yakından inceleyip araştıranlar öngörebilmiştir.
Kurumdaki çalışanları temsil eden sendikalar geçmişten bugüne kurum çalışanları için emekten yana çok önemli katkılar yapmanın yanında günahlar da barındırmaktadırlar. Belirli şahıslar bulundukları sendika görev ve yetkilerini kendi çıkarlarına kullanıp kendi mevkilerini ayarlamak, bulundukları görevlerini kötüye kullanmak ve kendileri ile beraber birçok insanı da amaçlarına ulaşmak için sendikayı da araç olarak kullandıkları bugün bilinen ve incelendiğinde açıkca ortaya çıkan bir durumdur. Bugün istifa eden eski rektör yardımcılarından biri, zamanında TİS’nin altına kendi imzasını atıp daha sonra geldiği görevde zamanında istifa etmeleri (bakıldığında yardımcılar arasında sendika görevi üzerinden bu mevkiye gelen tek kişi değildir) gerekirken koltuk pahasına bu görevlerinde kalıp sendikalara da birçok engelleme, dışlama ve benzeri durumlar yaratılması için ön ayak olmuşlardır.
Bununla beraber kendi adamlarını yerleştirip yalnızca yönetim emri ile okulda taraflı işlemesini sağladıkları personel sendikasını bölmüş ve çalışanların kendi aralarında ayrılmasına sebep olmuşlardır. Bu dönemlerde oluşan baskı ile de sendikalar baskının verdiği etki ve yetki ile karışmış ve belli bir süre sonra eleştiri yaparken kendinlerini özeleştiri noktasında bulmuşlardır. Yapılan özeleştiri ise bugün yalnız eylemle değil de uzlaşı, konuşma ve kendini anlatmaya dönüştürerek yeni bir de sayfa açılmasına sebep olmuştur. Geçmişlerinde kendilerinin barındırdıkları ve sonrasında kendilerini dışlayanların sebep oldukları kendi kendini sorgulama ve anlama yöntemi ile. Tabi ki bu bireylerin kişilikleri ile ilişkili olup eski sendika yöneticisi kavramı her eski sendikacı için geçerli değildir. Kurumun yararı için aldıkları mevkilerde canla başla kurum için de çalışanları ayırmak gerekmektedir.
Peki çözüm nedir? Aslında çözüm açık ve nettir. Akademik kültür ve bilimsel değerlerlerin Üniversitelerimizde esas alınması şarttır. Bu bir süreç meselesidir. Bu kültürü ve değerleri yakalayabilmek için de mevcut DAÜ yasasının çağdaş normlarla güncellenmesi gereklidir. Bu ilkeler ve normlar özerklik, gerçek anlamda bir demokrasi, katılımcılık, şeffaflık ve hesap verebilirliktir. DAÜ kuruluş yasası 1986 yılında meclisten geçirildikten sonra ilk kez 2008 yılında gündeme gelmiş ve meclisin gündemine alınmıştır. Fakat o dönemde yapılan erken seçim dolayısı ile yeni hükümetin gündeminden düşmüştür. Abdullah Öztoprak’ın (Bugün atanmayan ve görev süresi biten eski rektörün) 5 yıllık rektörlük döneminde de gündeme alınmamıştır. Bugün geldiğimiz noktada DAÜ’de rektör ataması konusunda yaşanan yasal sorunlar vesile olmuş ve mevcut DAÜ kuruluş yasasının değiştirilmesi için hem hükümet tarafında hem de yeni DAÜ yönetiminde ve hem de senatoda ortak bir irade oluşmuştur. Bu DAÜ için kaçırılmaz bir fırsattır. (Önümüzdeki Hafta “Nasıl bir Yasa” konusu gündeme alınacaktır)