DAÜ’de Neler Oluyor? (1)
DAÜ’de Neler Oluyor? (1)
Okurdan Gelen
Doğu Akdeniz Üniveristesi 1979 yılında temellerini atmış tüm adanın ilk üniversitesi olma özelliğini barındıran bir devlet-vakıf kurumudur.
Yüksek Teknoloji Enstitüsü olarak ilk adımlarını atan bu kurum, İnşaat, Elektrik ve Makine Mühendisliği bölümlerinde yaklaşık 100 öğrenciyle, üç yıl sürecek eğitim programını başlatır. Bu bölümler 1984 yılında 4 yıllık program olarak değiştirilerek, 1985 yılında KKTC ve TC arasında varılan görüş birliği ile YÖK heyetinin adaya gelip incelemelerde bulunmasından sonra 1986 yılında KKTC Meclisinin kabul ettiği ve 18/86 sayılı Kuzey Kıbrıs Eğitim Vakfı ve Doğu Akdeniz Üniversitesi Kuruluş Yasası ile Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Doğu Akdeniz Üniversitesi adını alarak bir devlet üniversitesine dönüştürülür.
1986 yılında Mühendislik, Fen ve Edebiyat, İşletme ve Ekonomi Fakülteleri ile Bilgisayar ve Teknoloji Yüksek Okulu kurulur. 1990 yılında Mimarlık Fakültesi ile Turizm ve Otelcilik Yüksek Okullarının açılmasıyla DAÜ büyümeye başlar. 1996 yılında Hukuk, 1997'de İletişim ve 1999 yılında Eğitim Fakülteleri, 2007 yılında Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu, 2010 yılında Sağlık Bilimleri Fakültesi ve Adalet Meslek Yüksek Okulu ve 2011 yılında kurulan Eczacılık Fakültesi ile Doğu Akdeniz Üniversitesi bünyesinde eğitim olanakları sunan fakülte sayısı 9’a, yüksekokul sayısı ise 4’e çıkar. Bugün 11 fakülte, 5 yüksekokul ve 3 enstitü ile adanın en çok öğrenci ve akademik personeline sahip devlete bağlı bir kurumdur.
Tarihinde birçok hikâye barındıran bu üniversite içine girilmedikçe veya içinden birinden dinlenmedikçe anlaması ve anlaşılması en zor ve karmaşık olan devlet (yarı-devlet, vakıf-devlet) kurumlarından biridir. Üniversitede çalışan gerek yönetsel gerekse akademik personelin canla başla gözleri gibi baktıkları, evlerine her ay sonu maaşlarını getirmesini sağlayan, Mağusa halkını canlandıran, esnafa katkı sağlayan, bu tanınmayan ülkenin en gurur veren kurumu için tüm çalışanlar kurumu kurtarmak adına 5 yıldan beridir maaşlarından yapılan %10 kesintiye razı olur (yasaya aykırı olmasına rağmen).
Üniversitenin birçok çalışanı bu kurum için bedeller ödemiş ve uzun süre yöneticilik yapan idarecilerin bireysel ihtiras ve bencilliğe dönüşen tavırları yüzünden de ödemeye devam etmektedirler. İşin acısı, koltukların kalıcı insanların gidici olduklarının farkına varılmadığı sürece de bu düzen bu şekilde devam edecektir. Bu durum adanın tüm kurumları için geçerli olup yalnızca DAÜ için söylenebilecek veya tartışılabilecek bir konu değildir. Medyada bazı köşe yazarlarının feodal ilişkilerden yola çıkarak yazdıkları köşe yazılarında kurumu en çok savunup kurtarılması için uğraşan kişiler gibi göstermeye çalıştıkları yönetim ve kişisel çıkar sahiplerini bir kurtarıcı karaktere dönüştürmekte ve olayın aslını gizlemeye çalışmaktan başka maksat gütmemekte midir? Geçmiş yıllarda kendi yazdıkları köşe yazılarındaki aynı cümleler bugün yine ve yeniden kendini tekrarlamaktadır. Ama aktörler bu sefer taraf değiştirmiştir.
Maalesef toplum olarak biraz balık hafızalı olduğumuz bilinen bir durumdur. 2009’dan bu yana incelendiğinde DAİ DAK (Doğu Akdeniz İlkokulu ve Koleji) olayları, Toplu İş Sözleşmesi hakkının kazanılması (altına imza atan sendika başkanı!) ve hakların verilmemesi (yeni geçen İyi İdari Yasasına göre cezaya giren bir uygulama), okulun kapısında sırada bekleyen kaliteli, yurtdışında veya içinde okumuş yerli insanlarımız, işten atılanlar, daha yakın geçmişte ortaya çıkan VYK (Vakıf Yöneticileri Kurulu) tutanaklarının seviyesiz ve insanlık dışı yorumları barındıran notları, DAÜ’nün stratejik planı, sendikanın sesini duyurmaya çalışıp kendini anlatmaya çalışması ve hataları, 7 yıldır koltuk altında gezen bir DAÜ yasası taslağı, mahkemelerde işten çıkarılanların açtıkları ve kazandıkları davalar ve bununla gelecek olan ve bedelini DAÜ çalışanlarının ödeyeceği tazminatlar… ve uzayıp giden bir liste.
Bunlar incelenmeden ve geçmişini unutarak tek bir şahsı putlaştırmaya çalışmak ve bunun üzerinden yorum yapmak ne kadar doğrudur? Toplum olarak her zaman bir lidere (Kurtarıcıya) mi ihtiyacımız var? Liderler (Kurtarıcılar) bulundukları kurumlarda kurumsallaşmayı engelliyor mu? Sistemi kişilerle (ekiplerle) kuracağımıza, niye kişiler ve koltuk oyunları ile uğraşıyoruz? İşte bu soruları cevaplayarak bir sonuca varılmadan tekil bir bireyin o kurum için tek kurtarıcı olduğunu savunmak yanıltıcı ve yanlış bir tutum ve düşüncedir. Kurumu bir tek birey değil bireyler oluşturur ve bu bireyler arasında bir tanesi değil birçoğu görev üstlenip gereğini yerine getirecek kapasite ve donanıma sahiptir. Tek bir birey varmış gibi davranmak da o kurumu yıpratır. Yani koskoca kurumun içinde bu işi yapabilecek bir kişi bile yok, “mahvolduk, bittik, battık” gibi tanımları kullanmak işte o kurumu yıpratmaya ve kaosa sürüklemeye doğru getirmenin başlangıcıdır. Yani sonuç olarak koskoca bir kurum, yaklaşık 2000 çalışan (gerek akademik, gerekse personel) ve bir kişi. Bu tabloya genel olarak bakıldığında komik durmuyor mu? Yani geriye kalanların hepsi beceriksiz ve iş bilmez kişiler mi? O yüzden “bu kurum baştaki rektör giderse batar!” demek bu kurumda çalışan herkese hakaret etmek demektir.
2000-2001 yıllarında batmanın eşiğinde olduğu lanse edilen bu kurum (yaklaşık 14000 öğrenci–kaynak YÖDAK) halen ayaktadır ki o zamanlar 57. TC Hükümeti döneminde devalüasyon olmuş, döviz tavan yapmış ve harçların döviz üzerinden ödendiği karanlık yıllar mevzu bahistir. Bu dönemlerde öğrenci daha çok KKTC ve TC’den gelmekte olup yabancı öğrenciye henüz yeni başlayan açılımlar yapılmaya başlanmıştı. 2004-2005’lere kadar öğrenci sayısı 14000 civarında seyretmiş ve sabit kalmıştır. Adanın geçmiş tarihine bakıldığında bu dönemlerde öğrenci sayısının sabit kalması bir mucizedir. O yıllarda devalüasyonun ardına adada toplumsal katılımlar ile gerçekleşen mitingler düzenlenmekte ve herkes hararetle Annan Planının tartışmaktaydı. Bu dönemde ada sosyal ve ekonomik bakımdan karma karışık bir durumda olmasına rağmen öğrenci sayısı sabit kalmıştı. Peki bu bir başarı değil midir eğer bugün konu öğrenci sayısı üzerinden tartışılıyorsa?
Yani başarı yalnızca şimdiki döneme ait olan bir başarıdır ve önceki dönemlerde bu mevkiyi dolduranlar başarısız mıdır eğer bu kurum yalnızca öğrenci sayısı üzerinden değerlendirilecekse? Peki o dönemde bu mevkilerde bulunanların görevlerine neden son verildi veyahut kimler son verilmesi için başrolde oynadı? Halının altına bakıldığında bugünlerde gündem olan kurum içi kişi veya kişiler halen başrolü bırakmamaktadırlar. Bu gibi kurumları başarılı kurum yapan giren öğrenci değil çıkan öğrenci kalitesidir, o öğrencileri yetiştiren akademik kadro, o kurumu döndüren yönetsel personeldir. Yalnızca öğrenci sayısı baz alınarak bir kurumu temsil eden kişinin başarılı olup olmadığının tartışılması hem de akademik bir ortamda biraz da trajikomik bir konudur.
2005-2006 döneminde öğrenci sayısı 15000 civarı olmuş ve 2008-2009 öğretim yılına kadar 14000-15000 arasında gidip gelmiştir. 2009’dan sonra belki de bireysel belki de kurumsal çıkarlar için bu kurumun öğrenci sayısının düşüşünün nedeni (12000 civarı) incelenmeli ve konjonktürel olarak ele alınmalıdır. Evet, bugün öğrenci sayısı 16000 civarındadır. YÖDAK‘nun verdiği rakamlarla KKTC ve TC’den okula kayıtlı öğrencilerin sayısına bakılınca DAÜ‘de bir başarı söz konusu mudur? Tablo bütünüyle incelendiğinde bunun adının başarı olarak adlandırılması doğru değildir. Çünkü KKTC ve TC’den kayıt yaptıran öğrenci sayısında ciddi bir düşüş söz konusudur. Peki bugünlerde öğrenci sayısının yükselişinde Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin hiç mi katkısı yok? Yoksa Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler ışığında 2012’den sonra yaşanan öğrenci sayısı yükselişi çevre ülkelerdeki gündemlere mi bağlanmalıdır? Bu sorunun cevabı açık ve nettir. Kendi ülkelerindeki savaş, ayaklanma, huzursuzluk, baskı ve ortamın okumaya müsait olamamasından dolayı adaya büyük oranda bir öğrenci akımı gerçekleşmiştir. Gerek eğitim düzeyi gerekse Üniversitelerin dilinin İngilizce olması bakımından en yakın tercihlerden birisi ise KKTC’deki Üniversitelerdir. Bu yükseliş yalnızca bir Üniversitede değil adadaki Üniversitelerinin tümünde olmuştur ve bunun adına tek bir bireyin başarısı olarak bakılamaz.
DAÜ bütçesinde 2008-2009 yılında 10 milyon TL olan burs parasının 2013-2014 yılında 65 milyon TL üstüne çıkması mıdır başarı? Yoksa bu yükseliş de konjonktürel midir?! Veyahut başarı zamanında battığı lanse edilen dönemde çalışanların kendilerinin aldıkları kararla maaşlarından %10 kesinti halen uygulanırken ve işten çıkarılanlar da hesaba katıldığında barındırdığı borcun halen sabit şekilde olduğu yerde dururken başarı olarak lanse edilmesi midir başarı? Yoksa kapıda kaliteli ve yerli iş gücüne burun kıvırıp ithal akademisyenlere yüksek maaşlar ödenmesi ve buna bağlı olarak bunun pazarlığa açılması mıdır? Türkiye de mantar gibi biten Üniversitelerin KKTC ve TC öğrenci sayılarındaki düşüşte oynadıkları rol nedir? (2005 ÖSYM den alınan bilgi ile harç ödemesi yapan TC uyruklu öğrenci yaklaşık 3500 civarı, 2014 sayı 850 civarı)
TC’de açılan Üniversitelere karşı yaklaşık 40 yıllık geçmişi olan bu kurumun yönetimi neden bir önlem almamıştır? DAÜ ve diğer KKTC Üniversiteleri TC de değişen piyasa koşullarına ayak uyduramadığı izlenimi vermiyor mu? Bunların hep birlikte incelenerek bir sonuca varılmadan başarının başarı olarak görülmesi kabul edilemez. Çünkü akademik açıdan bakılıp incelendiğinde uzmanlar yukarıda yazılan her bir hususu birlikte ele aldığında kesinlikle bu sonuca varmayacaktır. Bu kurumu bir kişi değil her bir çalışanı bu noktalara getirmiştir. Bunu bir kişiye ve etrafındaki birkaç kişiye indirgemek ne kadar doğrudur?
Başlangıçtan bugüne incelendiğinde sendikanın da birçok olumlu uyarısının yanında hatasını da barındıran üniversite geçmişinde sendikadan kimlerin gelip geçtiği çok iyi incelenmelidir. Zamanında çıkan rektör ve yönetim krizlerinde kimlerin başrol oynayıp kimlerin geriden planlar ve plancıklar dahilinde gizli aktör kaldığına dair bir inceleme bugünü çok daha iyi aydınlatacak ve anlaşılmasında büyük rol oynayacaktır. (İkinci Bölüm “Hükümetler ve DAÜ İlişkileri” başlığıyla devam edecek…)