DAYANIŞMA: ÇARE BİR BAŞKASIDIR
Öteki bizim için önemlidir. Anlam arayışını bile bir başkasıyla ilişki içerisinde gerçekleştiririz.
Evren İnançoğlu
[email protected]
İnsan hayatının komedi mi yoksa dram mı olduğu yönündeki tartışma çok eskidir. Hayatlarımız, maalesef, çoğu kez dramdır. Sosyal medyada mahremiyetimizi sergilediğimiz bir dönemde, tanıdığımız kişilerin Instagram’da paylaştıkları mutluluk fotoğraflarının arkasında bir drama şahit olmak bizi şaşırtabilir. Hayatın başat halinin dram olması illaki kötü haber olmayabilir ama. Her ne kadar, paradoksal duyulsa bile, bizleri, yani farklı özneleri bir araya getiren şey, birbirimizle ve doğayla uyumlu, mutlu insanlar olmamız değil, bilakis, istisnasız hepimizin bizi içeriden ve dışarıdan kuşatmış bir yıkıcılıkla mücadele etmek durumunda olmamızdır. Yıkıcılık, dramın en önemli müsebbibidir. Aynı dertten muzdarip olduğumuzu anladığımız an, dram, özneler arasındaki bağı güçlendirir, onları yakınlaştırır. Askerliğin zorunlu bir görev olduğu ülkelerde askerlik yapanların veya baskıcı bir ortamın hakim olduğu iş yerlerinde, kötü şartlar altında çalışanların kurduğu arkadaşlık bağlarının genellikle çok güçlü olması bu nedenledir. Bundan dolayı, askerliğin süresi sona erdiğinde, ya da kişiler iş değiştirdiğinde arkadaşlık bağının eski gücünü yitirmesi çok da şaşırtıcı değildir. Askerlik biter, daha iyi bir fırsat ele geçerse iş de değiştirilir ama insanın dramı sona ermez. Yıkıcılık, farklı ortamlarda , farklı şekillerde hayat boyu bizi takip eder.
Yıkıcılıkla ilgili en tartışmalı kavramlardan biri de ilk kez Freud(2019) tarafından ortaya atılmış ölüm güdüsüdür. İnsanın, içinde kendine yönelmiş bir yıkıcılık barındırdığını kabullenmesi zordur. Ölüm güdüsü her an sahnelenir. Todd McGowan’a(2022) göre aşk bile içinde ölüm güdüsü barındırır. Bu nedenle, aşkın bizi mahvetmesine izin verirken, bundan keyif bile alabiliriz. Acıdan keyif almak ,psikanaliz jargonuyla söyleyecek olursak “jouissance”, en az “ölüm güdüsü” kadar tartışmalı bir kavramdır. Kendimize yönelik yıkıcılıkla ilgili örneklere düzenli içki ve sigara içmeyi de ekleyebiliriz. Çoğu zaman, yıkıcılık bir başkasına da yöneltilir tabii. İş yaşamındaki tahakkümcü ortamdan bahsetmiştik zaten. Malum, son günlerde gündemimizde yine savaş var.
Yıkıcılıkla yüzleşebilmek öznel bir dönüşüme sebeb olur. Yıkıcılık içgüdüsüyle yüzleşen insanlar , diğerleriyle kurdukları bağın önemini daha iyi idrak eder. Zira, drama karşı en iyi ilaç dayanışmadır. Bir başkası, hayatımızla ve kendimizle yüzleşmemizde birçok anlamda önemli bir rol oynar. Bir bakıma, her zaman bir başkasına ihtiyaç duyarız. Her şeye rağmen yalnız olmadığnı bilmek insana güç verir. Von Trier’in “Melancholia” filminin sonunda Justin’e güç veren şey de budur. Justin , katastrofla tek başına yüzleşmek zorunda kalsaydı, muhayyel çadırda el ele tutuşacağı biri olmasaydı, dünyanın sonu yaklaşırken serin kanlılığını muhafaza edebilir miydi? Kıyamet senaryolu bir başka film “Dont Look Up”da da benzer bir duruma şahit oluruz. Felaket inkar edilemeyecek duruma geldiğinde, gök taşını keşfeden bilim insanları Kate ve Randall kaçınılmaz sona hazırlanırken, yemek masasında diğerleriyle bir arada olmayı yeğlerler.
Öteki bizim için önemlidir. Anlam arayışını bile bir başkasıyla ilişki içerisinde gerçekleştiririz. Bahtin(2022) bunun izini Socrates’in diyaloglarında sürer. Buna göre, Socrates, bildiği varsayılan özne değil, doğruyu ve hakikati ötekiyle birlikte arayan bir kişidir. Erken Sokratik diyaloglar bunu murat eder. Hegel ise özne nesne arasında kesin bir ayırım yapmadığı gibi dolaylı olarak özneler arasında da bir bağ kurar. Hegel’de öznel kollektif ayırımı da keskinliğini kaybederek birbirine bağlanır. Buna göre özne kollektifin başarısızlığından doğar. Bunun tam tersi de doğrudur: Evrensel olanı öznenin partikular bir kimliğe sahip olmada başarısızlığında aramak gerekir. Hegel’den yola çıkan Todd Macgowan’ın(2020) da iddia ettiği gibi: Evrensel olan öznelerin sahip olduğu değil, mahrum olduğu şeydir. Freudcu ve Lacancı psikanalize göre bilinçdışı da benzer bir etkileşimin ürünüdür. Buna göre bilinçdışı ne bireyseldir, ne de kollektiftir; ikisinin arasındaki bağdan zuhur eder(Dolar,s.25,2009). Öteki, Hegel’de de, psikanalizde de hayati bir öneme sahiptir.
Bir başkasıyla kurulan ilişkinin tahakküm yerine dayanışma çerçevesine oturması için etik elzemdir. Peki tam olarak nasıl bir etik? Şöyle bir yanıt verebiliriz: Yardımlaşmadan ve dayanışmadan keyif almayacağımız, kendimize ahlaki bir üstünlük duygusu temin etmeyeceğimiz bir etik. Psikanalizde de benzer bir etik anlayşı vardır: Analistin, analizden keyif almaması beklenir. Bazılarına göre İsa’nın öğretisindeki etik de budur: Düşmanından nefret etmekten keyif almak yerine, onu sevmeyi öneren, ahlaki bir üstünlük duygusunun cazibesine kapılabilen “yoksulu sev, bağış yap” buyruğu yerine, adaletin yerine getirilmesini(Bunu yapısal eşitsizliğin ortadan kaldırılması olarak yorumlayabiliriz) emreden bir etik. “İsa’nın etiğinde zevk almaya yer yoktur”(Jobe). İnaçlı olalım ya da olmayalım daha iyi bir dünya için ihtiyaç duyduğumuz evrensel etik belki de böyle bir şeydir: Keyif verdiği için değil, sadece böyle olması gerektiği için dayanışmayı savunan bir etik.
Hasılı, hayata içkin dramla başedebilmek için dayanışma elzemdir. Güç ilişkilerinin farkında olan ve onlarla arasında mesafe koyan, sürdürülebilir bir dayanışma için, zevke yer bırakmayan soğuk bir etiğe ihtiyacımız var. Böylelikle, dayanışarak, dramı komediye bile dönüştürebiliriz.
Kaynakça
Dolar, M.(2009) Theory and Event 12 (3) (2009)
Freud, S.(2019) Haz İlkesinin Ötesinde Ben ve İd. Metis Yayınları: İstanbul
Hegel, G.,W.,F.,(1977) Phenomenology of Sprit.Oxford University Press: Oxford
Jobe, E.(2022) A brief essay on enjoyment and the sudden love everyone has for Ukraine. https://www.facebook.com/eric.jobe (4, May, 2022)
McGowan, T.(2020) Universalities and İdentity Politics. Colombia University Press
The Death Drive, Politics, and Love: a conversation between Todd McGowan and Julie Reshe(2022, May,4) Youtube. https://www.youtube.com/watch?v=Wjfz_obUJo0&t=1759s