Değişim…
Yıllar geçerken insanlar o kadar değişiyor ki…
Değişiklik her zaman güzeldir aslında, insanı yeniler, farklı bakış açıları sağlar, belki beğenmediği şeyleri beğenir, sevmediği şeyleri sever…
Tersi de olabilir;
Severdi, şimdi sevmez, beğenirdi şimdi beğenmez…
Hor görürdü bazı şeyleri, şimdi öyle bakmaz…
Küçük görürdü karşısındaki kişiyi, tavrını, söylemini, beğenilerini…
Şimdi olduğu gibi sevmeye, en azından olduğu gibi kabul etmeye başlamıştır…
Dünya değiştikçe, dünya küçüldükçe insanın da bu değişime ayak uydurması gerekmiştir…
Gereklilik bazen kendiliğinden de gelişen bir olgu haline gelmiştir.
Değişmişizdir ama farkında değilizdir.
Belki olumluya, belki olumsuza ama mutlaka bir değişiklik vardır.
***
Yaşı yetenler, o günleri kıyısından yetişenler veya büyüklerden dinleyenler 60’lı, 70’li ve de 80’li yılların keskin düşünce biçimlerini iyi hatırlarlar.
Sınıflar daha belirgindi o zamanlar…
Patronlar (sermaye), işçi sınıfı daha keskin uçlarda hareket ediyorlardı.
Sermaye emek sömürüsünü dibine kadar yapmaya çalışırken, işçi sınıfının mücadelesi de dibine kadar devam ediyordu.
Öğrenci hareketleri öncü yol izliyordu işçi sınıfı mücadelesinde ve de sağ-sol kavgasında…
Sol harekette, farklı çizgilerde de olsa çok değerli liderler, mücadele insanları oluştu o dönemlerde…
Türkiye’de öğrenim gören Kıbrıslı öğrencilerin kurdukları KÖGEF (Kıbrıslılar Öğrenim ve Gençlik Federasyonu), bu mücadelede oldukça fazla rol oynadı, fikirler üretti, eylemler yaptı, farklı eylemlere katkı koydu, özellikle öğrenciler arasında paylaşımı, dayanışmayı kendine bir şiar edindi (benimsedi).
Bu paylaşım, dayanışma ve özellikle yeni gelenlere ‘iyi bir solcu nasıl olunur!’ bağlamında belki de şimdilerde çok da geçerli olmayan, belki de o günler hatırlandığında ‘komik’ de olan bazı şeyler de oluyordu;
Hatırlıyorum; Türkiye’ye yeni gitmiştim ve eskilerle, yeniler arasındaki bir sohbette nelerden hoşlanırsın, ne dinlersin, ne okursun soruları da vardı.
Şarkılara sıra gelince popüler de olmayan eskilerden bir şarkı okumuştum. Gülüşmeler olmuştu daha büyük, eski öğrencilerden… Nasıl olur da devrimci, coşku verecek bir solcu şarkı, türkü okumamıştım!
O zamanlarda okuduğumu hatırladığım o şarkı yine şimdilerde coverlar yapılarak yine yeniden belki de o zaman gülen dostların dillerinden düşmeyen, söylenen, dinlenen bir şarkı durumunda…
Yine o zamanlar öğrenime giden öğrencilerin giydiği ve solculuğunu ispatlayan giysi haki renkli parkalardı…
O bir simgeydi nerdeyse…
O parkayı gördüğünüzde birinin sırtında hemen olumlu notunuzu verirdiniz…
Düzenli giyinmek, bakımlı olmak, ‘lümpen’ (toplumsal sınıf bilinci olmayan) zevkler edinmek, belki köpek-kedi sevmek, belki de karşı cinse beğeniyle bakmak (o zamanlar LGBTI konuşulacak, akla gelebilecek bir şey değildi) hoş görülmeyen şeylerdi. Evlilikler bile ‘dayanışma’ çerçevesinde yapılırdı. Görüşte, mücadelede uygunluk, evlilikler için ideal bir çerçeve idi.
***
Elbette ki o günlerdeki görüşlerinden, yaşam biçimlerinden taviz vermeden yaşayanlarımız halâ var. Değişen dünyada farkında olmadan bu yaşam biçimine uyum sağlama gerçekliği olsa da anlattığım çerçevede görüşlerini sabitleyen dostlarımız, arkadaşlarımız halâ var.
Ama o günkü görüşlerin, yaşam biçiminin çok çok dışında değişiklik geçiren dostlar da var. Bunu bilinçli yapan, zorunlu kalan veya farkında olmadan farklı yolları yürüyenlerimiz de oldu ve oluyor…
Yıllar geçiyor, dünya değişiyor, doğa da farklılaşıyor… Dolayısıyla doğanın bir parçası olan insan da bu değişimin bir yerinde yerini alıyor.
Oy ve para
1 Temmuz’u tedirginlik içinde bekliyoruz…
Neden?
Çünkü Türkiye’den uçaklar gelmeye başlayacak…
Peki neden tedirginiz?
Çünkü Türkiye’de covid-19 vaka sayıları yeniden artıyor… Önceden hükümet “Türkiye’den karantinasız 1 Temmuz’da gelinmeye başlanacak” dediğinde tepkiler gelmeye başlamıştı zaten… Çünkü Türkiye, Dünya Sağlık Örgütü’nce ‘riskli ülkeler’ bandında yer alırken, hükümetimiz Türkiye’yi A kategorisinde, yani riski az ülke olarak göstermişti. Dediğim gibi tepkiler geldi, sağlık örgütleri açıklamalar yaptı, yeniden değerlendirilmesi istendi ve sonunda hükümet yeniden değerlendirdi. Bu kez Türkiye’yi B kategorisinde gösterdi, istenen bir PCR testini, bir Türkiye’de bir de burada yapılması şartıyla ikiye çıkardı ama karantina yok. İşte bu yüzden tedirginiz.
Anlaşılıyor ki uzun süredir bizde görülmeyen vaka nedeniyle ‘hijyen’ durumdayız. Peki Çarşamba’dan sonra ne olacak! Karantinaya alınmayan ama virüsü taşıması olası ve o günlerde semptomlarını göstermeyen kişilerin temas edeceği kişilere de bulaştırmayacağının garantisini kim verebilir?
Bazen sıfır, bazen 1-2 olan vaka sayısıyla Kıbrıs’ın güneyi ile gidiş-gelişlerde daha düne kadar karantina isteyen, şimdi geliş-gidişlerde PCR testi arayan hükümet, Türkiye’ye kapıları açtı. Casinolar, emlak piyasası hükümeti zorluyor… Oy ve para her şeye muktedir.