“Deli Kasap ve Davulcu Halil…”
MESARYA’DAN HATIRALAR… DR. DERVİŞ ÖZER’DEN BİR ÖYKÜ…
DR. DERVİŞ ÖZER
Onları, çocukken düğünden düğüne tanırdım. Daha doğrusu ikisi de benim için çok önemli insanlardı. Çocuk gözüyle düğünü neşelendiren ve düğünlerin vazgeçilmezi olan insanlarıydı. Küçük kısa boylu olanı Davulcu Halil idi. Ne iş yaptığını pek bilmem. Hep gülerdi. Zurnacı olan uzaktan akrabam idi ve onun evinde, onun çocukları İle oyunlar oynar, kavgalar ederdik. Çok çocuğu vardı. Bugün bile kaç tane olduklarını saymaya kalksam, bir yerde ya eksik sayar ya da birini iki kere sayarım. Adı Hüseyin idi. Düğün olmayan zamanlarda kasaplık yapardı. Diğer bir adı da Deli Kasaptı. Öyle diğer adamlar gibi gece mücahitlik, gündüz kendi işini yapmazdı. Sadece kasaptı ve düğünlerde zurna çalardı. Hafta sonları iki koyun kesip Sıkdişi’nin evin altındaki tahta kapılı dükkanında et satardı. Satamadığı etleri yakmış olduğu, tavındaki fırına salar. Akşama doğru fırını açtığında köyün içini et kokusu sarardı. Birinci pay çocuklarınındı. İlk önce onlara gönderir, daha doğrusu elinde kadayıf sinisi ile gelen yalın ayak küçük oğluna tepsiyi doldurur, eve gönderirdi ve çocuklarının yemek yiyişini zaten yakında olan evin kapısından keyifle izlerdi. Sonra da döner, geri kalanı kokusunu duyana dağıtırdı, en son parçayı da kendine saklayıp, yarım önge, bazen de eşi dostu da gelirse yarım okka, çok neşelenirlerse ve davulcu da gelirse bir okka konyağı içerlerdi. Çok ta keyfi yerinde olunca, zurnasını çıkarır, keyifle çalardı. Öyle güzel çalardı ki köyden hiç kimse ona, niye çalıyorsun, gürültü ediyorsun demezdi. Bazen Davulcu Halil de zurnanın sesini duyar duymaz, davulu kaptığı gibi Deli Kasabın yanına gider ve gece yarılarına kadar içerler, çalarlardı. Yalpalayarak yürümeye başlayınca da kimseye tek laf etmeden sarı bıyığını ısırarak evin yolunu tutar ve sızardı.
Davulcu Halil ve Deli Kasap bir ekipti. Ne Davulcu, Kasapsız, ne de Deli Kasap Davulcusuz hiçbir sünnete, düğüne, gelin alayına, çeyiz atmaya gitmezdi. Civardan çok aranırlardı. Civar köylerde bir düğün, sünnet, çeyiz varsa, araba ile alınırlar, götürülürler. Onlar çalar, çocuğun pipisi kesilir. Onlar çalar, çeyiz atılır. Onlar çalar, damat gerdeğe girer. Onlar çalar, köylü oynardı. Onlar çalarken köylüler, davula ve zurnaya ara verilmesin diye bodiri bodiri konyağı içirirlerdi. Adet böyleydi, onlar çalmaya ara vermez, oynayan köylünün biri ya da düğün sahibi, eline aldığı bir bodiri konyağı getirir kasabın ağzına dayar, Kasap Dayı da akıta akıta içerdi. Sonra da elinin tersi ile ağzını siler ve daha kuvvetli çalmaya devam ederdi. Tabii davulcu Halil de geri kalmazdı. Kasaba yetişemese de onun kadar içerdi.
Bazen düğün, ertesi güne sarkardı ve davetli oldukları köyde sabahlarlar, biraz uykudan sonra da çalmaya devam ederlerdi. Düğüne gittiklerinde Deli Kasap ceketinin iç cebine soktuğu zurnasını çıkarır, ağızlığını takar ve derin bir nefes alarak zurnasına üflerdi. Yüzü kıpkırmızı kesilirdi. Bir iki bodiri içtikten sonra, daha da kızarır ve daha neşeli havalara geçerdi. Davulcu Halil fazla içmezdi ama içene de zevkle eşlik ederdi. Pek sarhoş olmazdı. O sadece Deli Kasabın yanında gülümseyerek durur, ağzına getirilip içki verilirse içer. Sonrada adetten olan peşkirle ağzını silerdi. (Adettendir, düğünlerde yemek dağıtan, hizmet edenlere, davulcu ile zurnacıya peşkir hediye edilirdi ve bu peşkir eve götürülürdü.) Çalacakları müzik konusunda kasapla bakışarak anlaşırlardı. Kasap çalmaya başlayınca hele de sevdiği bir makamsa yerinde hafif bir kıpırdanır tek ayağıyla makama uyar, davula da daha hızlı ve güçlü vururdu. O zaman ki davulun sesi zurnanın sesini bastırırdı. Davulun sesi zurnayı bastırınca, Deli Kasap altta kalmaz o da davulcunun yanına gelir, zurnayı var gücüyle üflerdi ve bütün düğünün bağırış ve çağırışlarını yok ederlerdi. Davul ve zurna ile düğünün kontrollerini ellerine alırlardı.
Bazen de Kasap Dayı normal makamda çalarken davulcunun yüzü ekşir. Davula hızla vurmaya başlardı. Bu ekşime çok sürmezdi Kasap Dayı da nerdeyse hemen yanına gelir ve zurnayı var gücüyle öttürürdü. Sonra da davulcunun yüzünde mutlu bir gülümseme olurdu. Bu gülümsemenin ardından davulun sesini azaltırdı. Deli Kasap da pala bıyıklarının altından güler ve masaların arasında bahşiş toplamaya giderdi. Bazen de Deli Kasap belli makamda bir müziği çaldı mı, yani aralarında anlaştıkları bir makamı çalmaya başladı mı, Davulcu Halil Kasabın yanına gelir ve davula var gücüyle vururdu. İşte o zaman da Deli Kasap avurtlarını şişirerek zurnayı üflerdi. Bu seferde kasabın yüzü ekşir ve gevşerdi. Ve birbirlerine bakarak gülümseyerek normal makamda çalmaya dönerlerdi.
Davulcu Halil’in ve Deli Kasabın çektikleri bu zahmet, üç beş kuruş için değildi. Yaptıkları işten zevk almalarının yanında, bir geleneği devam ettirmekti. Onlar bu işi sadece ve sadece sevdikleri için yapmışlardı ve evlenen, sünneti olan yüzlerce kişiye davulsuz, zurnasız düğün yaptırtmamak içindi. Şimdilerde gruplar çıkmıştı. Uzun saçlı, saçları omuzlarına kadar gelen çocuklar, ellerinde gitarla göbeklerini attıra attıra çalıyorlardı. Ama olsundu davulsuz ve zurnasız düğün olmazdı. Hiç olmazsa çeyiz de vardılar, gerdekte vardılar, sünnette vardılar. Zaten ne Halil ne de Kasap anlıyordu şimdiki modern havaları. Ne de davulsuz zurnasız düğünleri. Nasıl ki konyak, sigarasız, sigara kahvesiz gitmezse, düğünde davulsuz, davul da zurnasız olmazdı. Düğün dedin mi zurna, zurna dedin mi davul, davul dedin mi, davulcu Halil Davulcu Halil dedin mi Deli Kasap akla gelmeliydi.
Eskiden güzeldi, hem de çok güzel. Rum’u Türk’ü tüm düğünlere gidilirdi. Son zamanlarda adlarını bilmedikleri teşkilatlar çıkmıştı. Ne zamanki bu teşkilatlar çıktı Rumlar Deli Kasabı ve Halil’i çağırmaz oldular. Bu teşkilatlar yüzünden, kimsenin kimseye saygısı kalmamıştı. Sadece emirler geliyordu. Düğüne gitme, şunu yapma, Davulcu Halil’i, Deli Kasabı düğüne çağırma. Türk düğününe Türk, Rum düğününe Rum davulcu gelmelidir. Dedim ya sadece emirler geliyordu. Dur. Git, gel. Çal, çalma. Deli Kasabın deyimiyle dur. Kalk. Osur. Osurma. Yani her şey maskaralık olmuştu. Ve insanlar bu emirlere uymak zorunda kaldılar. Rumların düğünlerine çeşitli bahaneler sürerek gitmez oldular ya Rumlar da pek çağırmaz oldular onları. Geceleri de pek Rum köylerinden geçmez oldular. Her ne kadar yeni doğmuşundan bastonlusuna kadar olanları tanısalar da pek tekin olmadığı için gitmediler. Geceleri düğün yaptıkları köyde kaldılar.
Günlerden bir gün civardaki Türk köylerinden birinde, düğüne gittiler. Hep çaldılar söylediler. Çeyiz attılar, düğün yaptılar, damadı gerdeğe soktular. Gerdekten sonrada çalmaya, içmeye devam ettiler. Bu seferki daha neşeliydi, kör kemanecilerde vardı. Güzel meşk oldu. Ayrılma zamanı olmadı bir türlü, ama ertesi gün de sünnet vardı ki sabahtan başlayacaklardı çalmaya. Yatsalar yatılmaz, yola çıksalar Rum köyünden geçecekler. Düğün sahibi de gelmiş götürecek, yapacak bir şey yok istemeye istemeye kalktılar, kör kemanecilerle öpüşüp ayrıldılar. Az biraz gidince Deli Kasap sızıverdi. Davulcu Halil ayık ama biraz da korkuyor, arabanın toprak yolda sekmesine, arabanın camına kafasını vurarak eşlik ediyordu. Rum köyüne girdikleri zaman gece yarısını geçmişti. Yavaş yavaş ilerlediler. Tam köye ayrılacakları yola girdiklerinde, bir kalabalığın ortasına düştüler. Kalabalık da ne kalabalık, kıyamet gibi Rum kaynıyordu, arabanın ışıkları üzerilerine vuran Rumlar kalkıp sandalyesini çekip yol verdiler. Biraz yol verildi ama sonra yol kapandı. Ortada kaldılar. Davulcu Halil yüzünü ekşitti ama gülümseyemedi. Aklına küçük çocukları geldi. Döndü Deli Kasaba baktı. Deli Kasap, Davulcu Halil’in deyimiyle osura osura uyuyordu. Kapıları kilitledi. Kasabı uyandırmak için dürttü ama Kasap oralı bile olmadı. Sırtını döndü, zurnasına sarıldı ve tekrar uyudu. Dışarıdaki kalabalık arabanın etrafını iyice sardı. Kalabalık artıkça arttı. Kapıları zorladılar, açamayınca arabayı sallamaya başladılar. Hem arabayı sallıyorlar hem de gülüyorlardı. Deli Kasap sallamadan uyandı. Gözleri fal taşı gibi açıldı. Zurnasını sıktı. Kalabalık kapıyı sallayarak açtı. Kasabı ve Davulcuyu arabadan indirdiler, itekleyerek alana doğru götürdüler
Kalabalığın içinden iri yarı birisi çıktı. Kasaba doğru yürüdü. Kasap, iri yarı adamı görünce gülümsedi. İri yarı Rum kollarını açtı, Kasap da açtı. Birbirlerine doğru sarılmadan yürüdüler. İri yarı Rum bağırdı
– Be Kasabimu ne korkan be manamu…
– Bizden sana zarar gelir mi vre! dedi
Kasapla iri yarı adam kucaklaştılar.
Az ilerden buzukiciler gelip onlar da yanlarına oturdular. Damatla gelin de gelip hoş geldin dediler. İçki masalarında yer açıldı. Şoföre Davulcuya ve Kasaba sandalye getirdiler. Zivaniyalar döküldü bodirilere ve yassu dediler.
Davulcu korkarak oturduğu masadan neşe ile kalktı gitti, arabanın arkasından davulunu aldı geldi. Başladı çalmaya, Deli Kasap dayanamadı. Zurnasını okşadı, ağızlığını taktı ve başladı çalmaya. Buzukiciler de işe karıştı. Alan açtılar. Baba yiğit adalılar ortaya döküldü. Başladılar oynamaya döne döne, terleye terleye saatlerce içtiler ve oynadılar. Davulcu Halil zivaniyanın etkisiyle coştu. Vurdukça vurdu davula Deli Kasap zurnayı bıraktı, belindeki peşkiri çekip alnını sildi, ortaya çıktı. O ortaya çıkınca, köylüler ortayı boşalttılar, kenara diz koyup oturdular. Alanın kenarına oturup tempo tuttular. Deli Kasap bir iki döndükten sonra iri yarı Rum’a peşkiri uzattı. Rum peşkirin ucundan tutup ortaya geldi. Deli Kasap sol dizini yere vurup sağ ayağını ortaya uzattı. İri yarı Rum, Deli Kasabın dizinin üstüne çıktı ve başladı oynamaya. Oynadı, oynadı. Ter içinde kalana dek oynadı. Sonra Kasaba bıçağını uzattı. Kasap, bıçağı aldı ve alanın ortasına sapladı. Karşılıklı bıçağın etrafında döndüler, yere yatıp ağızları ile bıçağı aldılar. Sabaha kadar çaldılar, oynadılar. Ne Rumlar, yılardır böyle düğün, ne de Kasapla, Davulcu böyle oyun gördüler. Sabah olunca, iri yarı Rum, davulcu ve Deli Kasabı, şoförü alıp onlara refakat ederek, iki Rum köyünden geçirerek Kasabın köyünün kenarına, mücahit noktasına kadar getirip bıraktı.
Araya savaş girdi ne Deli Kasap, ne de Davulcu böyle bir düğün gördü, ne de iri yarı Rum. Savaş hepsini yedi bitirdi. Deli Kasap bir gün aniden düşüp öldü. Çocukları öksüz kaldı. Kasabın zurnası şimdi oğlunda, cam bir kutunun içinde ne zaman ki babası aklına gelir, gözünden yaş dökülerek çıkarır, okşar ve saatlerce çalar.
Davulcunun evi savaşta yandı. Geçmişten geriye ne davul kaldı ne de bir düğünde çektirdiği fotoğraf. Yıllardan sonra nüzül indi davulcuya. Şimdi oğlu çalar başka bir davulu ama o çalarken davulcunun gözünden sicim gibi yaş dökülür. İri yarı Rum’a gelince ne oldu ne kaldı bilinmez geriye bir yaz gecesi yaşanan davulcunun anıları kaldı ve o da nüzüllü haliyle gülerek “Ne günlerdi be” diye başlayarak anlatır hikâyesini. Bize de yazmak kalır yıllardan sonra…
(DR. DERVİŞ ÖZER)