Deliriyoruz sanırım!
Avrupa Birliği'nin "Kıbrıs Türk Toplumu" için hazırladığı güz dönemi "Standart Eurobarometer 102" araştırma sonuçları yayınlandı.
27 Avrupa Birliği üyesi ülkesinin yanı sıra aday ülkeler ve İngiltere'de yaşayan vatandaşların da görüşlerini içeren araştırma, Kıbrıslı Türkleri ayrı bir dosya olarak inceledi.
İlk dikkatimi çeken Kıbrıslı Türklerin yüzde 81 oranında genel olarak hayatlarından "memnun", ancak yüzde 76 düzeyinde "karamsar" olmaları...
Nasıl ruh haliyse bu!
Elbette diğer Avrupa ülkelerine bakıldığı zaman memnuniyet oranı yine de gerilerde...
Örneğin İrlanda'da her 100 kişiden 98'i, İsviçre'de her 100 kişiden 97'si hayatından "memnun" olduğunu söylüyor.
Hollanda, Finlandiya, Lüksemburg "keyifli" ülkeler...
Kıbrıs Türk toplumu "yaşamdan memnuniyet" anlamında 28'inci sırada!
"İşler iyiye mi gidiyor, kötüye mi" diye sorulduğunda bu kez Kıbrıslı Türklerin yüzde 79'u "kötü" diyor!
En ciddi şikâyet ise hayat pahalılığı!
Bir dikkatimi çeken veri şu: Avrupalılar, kamu borcundan şikâyetçi olurken, Kıbrıslı Türk toplumunun böyle bir gailesi yok.
Bütçe açığı örneğin kimseyi pek de rahatsız etmiyor.
Ekonomik sorundan sonra en ciddi endişe kaynağı suçlar, sağlık ve eğitim geliyor.
Hani bugünkü düzeni "asker kontrolünde" bir güvenlik gibi sunuyorlar ya...
İnsanlar giderek daha "güvensiz" hissediyor kendisini!
Yeni araştırmada birkaç olumlu gelişme var.
Birisi, medyaya güvenin artmış olması...
Bir diğer, ülkeye ve Avrupa Birliği'ne duyulan aidiyetin yüksekliği...
En olumsuz gelişme ise demokrasinin işleyişine dair inançsızlık!
28 ülke içinde 25'inci durumdayız...
Sondan dördüncü...
Bu bile iyiyi!
"Cumhurbaşkanlığı" seçiminde yaşanan ağır müdahale, Büyükelçi ve Komutanlar eşliğindeki meşhur Beyaz Ev toplantısı, UBP kurultaylarına yönelik peşpeşe baskılar, talimatla kurulan hükümetler, Ankara'da yazılan kabine ve kabileden beter yönetim anlayışı sonrası gelinen nokta ortada...
Yine en başa dönecek olursak...
Toplumun çoğunluğunun "işler kötüye gidiyor" düşüncesine rağmen hayatlarından yine de memnun olması sanırım bir "hastalık" belirtisi!
Deliriyoruz herhalde (!)
4 milyon turiste gıptayla bakmak
Larnaka ve Baf’tan adaya yıl sonuna kadar 12 milyon yolcu taşınması bekleniyor.
Kıbrıs İstatistik Kurumu’na göre Kasım sonuna kadar gelen turist sayısı ise 3 milyon 722 bin.
Kıbrıs Cumhuriyeti'nin turist anlamında "rekor" senesi 2019'du.
4 milyon turist gelmişti o yıl...
Bu sene bu rekorun kırılması bekleniyor.
Bir de kuzeydeki rakamlara bakalım.
Yılın ilk 10 ayında yabancı yolcu sayısı 1 milyon 800 bin...
Bunların 1 milyon 503 bini de Türkiye vatandaşı!
Yolcu sayısı bu turist değil…
Ne kadarı turist bilmiyoruz.
Olsa olsa 1 milyonu...
Avrupalı turist adanın kuzeyinden elini ayağını çekti gibi...
Niye gelsin?
Kıbrıs’tan başka her yere benziyor buralar…
Benzetiliyor!
***
Güney, 4 milyon turist ağırlayacak.
"Casino" gibi bir odakları yok.
Kumara gelmiyor turist, adanın güzelliklerine, kültürüne, denizine, güneşine, bağlarına, özgünlüğüne geliyor.
Buralarda hepimizi "kumar olmazsa kimse gelmez" diye kandırıyorlar.
Statükoyu yargılayan yok!
Gördüğünüz gibi "kumarsız" turizm de var.
Hem de Kıbrıs'ta...
Hem de yanı başımızda...
Halbuki buralarda "hükümet" olarak anılan irade yoksunu "utanç" ortaklığı yeni casinoların açılabilmesi için mesai yapıyor.
Çünkü "iktidar" oralarda belirleniyor…
Turizmi değil ulusal siyaseti besliyor bu çevreler...
***
Uzlaşının, çözümün, işin aslı "Birleşik Kıbrıs"ın kazanımlarını unutturmak için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar.
Ercan'ı bir "şirket"e değil de Birleşmiş Milletler denetiminde uluslararası uçuşlara açabilme cesaretine, iradesine, vizyonuna sahip olsaydık eğer bir başka gündemimiz olurdu.
Emir demiri kesiyor oysa!
O demir de içimizi deliyor.
Milli masallar altına saklıyorlar onca kiri, çürümüşlüğü, korsanlığı…
***
65 milyon dolar vermiş de Girne’de bir casinoyu satın almış birileri…
Bu paralar nereden geliyor böyle?
Neyi ifade ediyor?
Nereye gidiyor?
Ada yarısını “arka bahçe” anlayışıyla yönetenler sürdürülemez bu düzene sımsıkı sarılıyorlar inatla…
Adanın bir yanına 4 milyon turist akıyor, beri yanına sahtelikle kuşatılmış bir kalabalık…
Hem de nasıl acıyor canımız
Bu satırları yazarken İsias Katliamı davası henüz sonuçlanmadı.
Gece yarısı diyorlar.
Siz bu yazıyı okurken, muhtemelen, ilk sonuçları öğreneceğiz.
Umarım, evlatlarımızı ve hayallerimizi ellerimizden alanlar, gün yüzü görmezler…
Duruşmada konuşan ailelerin sözcükleri yetiyor durumu anlatmaya…
Kimileri “Türk adaletine güveniyorum” diyor ya…
İnanamıyorum!
Türkiye adaleti değil mi henüz neyle suçlandığı dahi bilinmeyen onca aydınlık insanı hapislerde çürüten…
Hem de “ağırlaştırılmış müebbet” diyerek!
72 insanın canına mal olmuş, suçları ayan beyan ortada katiller ise masum maskeleriyle savunma yapıyorlar hâlâ…
“Olası kast” tartışma konusu yapılıyor halen…
"Allı pullu bir otele girdik… 15 saniyede nasıl yıkıldığını gördüm” diyen Murat hocam, "Ruhumuzu aldınız. Çocuklarımızın atamadığı çığlığa ses verin” diye haykıran, hem eşini hem de evladını yitiren Şenay Atakan, "Bu insanlar burada yaşamıyordu, bu insanlar biz oradayken kasayı almaya gelmişlerdi” diye isyan eden sevgili Feriha, "Benim kızım bunların inşa ettiğin otelde nefessiz kaldı" diyen, bir avukat olarak tek tek olguları anlatan Pervin İpekçioğlu, "Size yalvarıyorum, çocuklarımıza sözümüz var, gerçek cezayı veriniz" çığlığıyla hakime seslenen Ruşen Karakaya, “O günden beri ölüyüz" diyen Erkan Efe ve anneler, babalar, kardeşler, arkadaşları, hepimiz, çok iyi tanıyoruz katilleri...
“Bu belgelerin tümünü devlet verdi” diyor otel sahibi…
O belgeleri onaylan, imzalayan, mühürleyen herkesi de demir parmaklıkların ardında görmek istiyoruz.
Çünkü o belgeler olmasaydı, mezarda olmazdı çocuklar…
Yargının kestiği parmak acımazmış derler...
Hem de nasıl acıyor canımız, aylardır...
Hem de nasıl...