1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Demokrasi, Barış ve İnsan Hakları Mücadelesinin Temeline Koyulan Dinamit: Irkçı ve Milliyetçi Örgütlenmeler
Demokrasi, Barış ve İnsan Hakları Mücadelesinin Temeline Koyulan Dinamit: Irkçı ve Milliyetçi Örgütlenmeler

Demokrasi, Barış ve İnsan Hakları Mücadelesinin Temeline Koyulan Dinamit: Irkçı ve Milliyetçi Örgütlenmeler

Demokrasi, Barış ve İnsan Hakları Mücadelesinin Temeline Koyulan Dinamit: Irkçı ve Milliyetçi Örgütlenmeler

A+A-

Feminist Atölye
[email protected]


Kıbrıs’ta barışın gerçekleştirilmesi için yürütülen görüşmeler, yıllardır varlığını sürdürüyor. Adanın ve çevresinin içinde bulunduğu siyasi durum, çözüm iradesinde dönemsel olarak dalgalanmalara neden oluyor. Son zamanlarda yerel ve uluslararası arenadaki girişimler, barışa duyulan umudun yeşermesine zemin hazırlıyor.  Bizler de yeniden yeşermeye başlayan barış umutlarını hissediyor ve bu sürecin bir parçası haline gelebilmek adına sürece müdahil olma talebimizi yükseltiyoruz.

Barış, iki toplum liderinin veya görüşmecilerinin ortak bir noktada buluşmaları neticesinde tesis edilebilecek bir değer değildir. “Toplumlar arası görüşmeler” adıyla anılan söz konusu buluşmalarda, iki toplumun somut anlamda dâhil olduğu süreçlerden bahsedilemez. Gerçek bir yakınlaşmanın meydana gelmesi için geçmişte yaşanan sorunlarla toplumsal olarak yüzleşmek ve geleceği o zemin üzerinde inşa etmek gereklidir. Çünkü iki toplumu yöneten kesimler uzun yıllar boyunca milliyetçilik temelinde şekillendirdikleri politikalar neticesinde, barış dilinin ve idealinin toplumlar bünyesinde var edilmesinin önüne barikat kurmuştur. Özellikle milliyetçi tarih anlatımı hem eğitim kurumlarında hem de devleti yöneten temel politik argümanlar içerisinde sistematik olarak nefret söylemini yaygınlaştırmıştır. Böylece 1974 müdahalesi sonrasında siyasi olarak bölünen adada yaşayan toplumların zihniyeti bu çerçevede şekillendirilmiştir. O dönemlerde egemen olan iktidarlar tarafından desteklenen, bugünlerde kimi çevreler tarafından “sivil toplum örgütü” olarak anılan Ülkü Ocakları ve benzeri oluşumlar bahsi geçen nefret kültürünün topluma enjekte edilmesi için faaliyet göstermiştir. Söz konusu faşizan faaliyetler ırkçı kesimler tarafından “öteki” olarak tanımlanan Kıbrıs Rum toplumu yanında Kıbrıs’ın kuzeyinde örgütlenen sol muhalefet içindeki kişileri de hedef haline getirmiştir. Bu uğurda “faili meçhul” olarak kalıp aydınlatıl(a)mamış bomba eylemleri ve cinayetler yaşanmıştır. Ülkede barışın dilini var etmeye yönelik her türlü ses, söz ve hareket şiddet aracılığıyla bastırılmaya çalışılmıştır.

Milliyetçi yaklaşımların neticesinde iki toplum içerisinde de nefret söylemini üreten ve yaygınlaştıran yapılanmalar varlığını sürdürmektedir. Güney’de faaliyet gösteren ELAM’ın Limasol’da gerçekleştirdiği şiddet eylemi ile Kuzey’deki Ülkü Ocakları ve onun uzantısı olan milliyetçi örgütlerin hedefleri arasında bir ayrım olduğundan bahsedilemez. Farklı kesimlere dönük hareket ettikleri iddia edilse de her iki grubun temel amacı, tek tip milli kimlik üretmek ve bunun dışında kalan farklılıkları ortadan kaldırmak için çatışma ortamı yaratmaktır. Kısacası arzu edilen, yıllardır sürdürülen çözümsüzlük politikasının kökeninde yatan siyasi düşüncenin kendisi olan milliyetçiliğe dayalı nefretin sonsuza dek yaşamasıdır.  Bu anlamda feminist milletvekili Doğuş Derya’nın hem ELAM hem de Kıbrıs’ın kuzeyinde ırkçılığa dayalı şiddetin yaşanmasına neden olan Ülkü Ocakları’na dair yaptığı açıklama büyük bir öneme sahiptir. Barışın önündeki en önemli engellerden olan ırkçılığı yaygınlaştıran kesimlere dönük geliştirilen politik duruş sonrasında Doğuş’un cinsiyet kimliğine dair yapılan cinsiyetçi saldırılar, milliyetçiliğin kadın bedeni üzerinden yürüttüğü işgalci zihniyeti gözler önüne sermiştir. Tarihten günümüze değin ırkçı ve milliyetçi kesimler, kadın kimliğini, cinselliğini ve bedenini nesneleştirilerek üzerinden politika üretilmektedir. Bu anlamda iktidardaki değerleri sorgulayan, onları insan hak ve özgürlüklerine uygun bir şekilde yeniden tanımlamaya dönük adım atan kadınlar hakaret ve nefrete dayalı tepkilerle karşılaşmışlardır. Kadınları cinsiyetleri üzerinden aşağılayan ve onları toplumdan ötekileştirerek, nefret edilmeleri için söylemlerde bulunan erkek egemen zihniyet bu dönemde Doğuş’a yapılan  saldırılarla bir kez daha kendini göstermiştir. Bizler kadınların bedenini nesneleştiren ve kendisine itaat etmeyen kadınları tahakküm altına alabilmek için kadınlıklarını sorgulayıp, ‘iffetsiz’ olduklarını belirten bu zihniyetle mücadelemizi sürdürmeye devam edeceğiz. Bu mücadele barış umudunun peşinden koşan kadınlarla her geçen gün daha da güçlenirken, toplum kadınların temelini oluşturduğu barış kültürüyle yeniden inşa edilecektir.

Feminist Atölye olarak farklılıklara tahammül edemeyen, milliyetçilik temelinde üretilip “düşman öteki” olarak tanımlanan grupların insan haklarını görmezden gelen, şiddete odaklanan mücadele biçimlerini meşrulaştıran, milli – dini değerler uğruna ölümü kutsallaştıran ve ürettiği ataerkil cinsiyet iktidarının kadın bedenini hakaret alanı olarak nesneleştiren faşizme karşı yılmadan mücadele edeceğimizi bildiririz.
Doğuş Derya Yalnız ve Yanlış Değildir!
Yaşasın Halkların Kardeşliği!
Yaşasın Anti-Irkçı ve Anti-Cinsiyetçi Feminist Mücadele!

-------------------------------------------------------------------------


PINAR SELEK’E ÖZGÜRLÜK!


Hukuk kurallarını hiçe sayan, Pınar Selek’in en temel insan haklarını ihlal eden ve işkenceye maruz bırakan yargılanma ve tutuklanma süreçlerini öfkeyle takip ediyoruz. Pınar Selek 1998 senesinde Mısır Çarşısındaki patlamadan dolayı haksız yere suçlanmış ve gerek yargı önünde, gerekse de medyada çeşitli iftiralara maruz kalmıştır. Mahkemeye sunulan çeşitli raporlar neticesinde Mısır Çarşısındaki patlamanın bomba neticesinde değil, gaz sıkışmasından kaynaklandığı ortaya çıkarılmıştı. Buna rağmen İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 9 Şubat 2011 tarihli nihai beraat kararı, hukuk kuralları yok sayılarak 24 Ocak 2013 tarihinde bozulmuş ve mahkeme Pınar için ağırlaştırılmış müebbet hapis emri vermişti. Bizler için Pınar Selek araştırmacı ve sosyolog kişiliğiyle konuşulan, toplumda yok sayılan ve kimsenin üzerine düşünmek istemediği kesimlerle en önce çalışmayı başaran cesur bir kadındır. Bundan seneler önce, 90’lı yıllarda, trans bireyler ve sokak çocukları ile birlikte yürüttüğü çalışmalar, Kürt meselesi üzerine yaptığı araştırmalar dönemin şartları içerisinde çok değerli ve cesaret gerektiren çalışmalardı. Kitaplarını ve makalelerini heyecanla takip ettiğimiz,  anti-militarist, ekolojist ve feminist aktivist duruşuyla tanıdığımız Pınar Selek’in 30 Nisan’da Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nde iç hukuk açısından son nokta anlamını taşıyan temyiz duruşmasının sonucunda bir an önce BERAATİNİ TALEP EDİYORUZ!

Pınar Selek’e destek belirtmek amacıyla internet medyası üzerinde başlatılan kampanyaya biz de kendi fotoğrafımızla katkı koyuyor ve bu vesileyle bir kez daha haykırıyoruz: PINAR SELEK YALNIZ DEĞİLDİR!

Bu haber toplam 1699 defa okunmuştur
Gaile 261. Sayısı

Gaile 261. Sayısı