1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Demokrasi Zaferi
Demokrasi Zaferi

Demokrasi Zaferi

4 buçuk milyondan fazla oy almış bir siyasetçinin görevden alınmasına yol açacak, onu hapsedecek ve de seçilme hakkını elinden alacak bir kararın sadece demokrasinin değil milletin zaferine ve iradesine karşı atılacak bir adım olarak değerlendirilmeli...

A+A-

Oğuz Ufuk Haksever
[email protected]

31 Mart 2019 gecesi Türk siyasi tarihine önemli bir adım olarak yazılacaktı. Yirmi yılı aşkın süredir belirli bir siyasi görüşün ve on beş yılın üzerinde tek bir siyasi partinin yönetiminde bulunan, on altı milyon insana ev sahipliği yapan bir büyük şehirin belediyesi muhalif ittifakın partilerine geçiyordu. Bu ilk başta çok basit bir seçim meselesi ve demokrasinin “gereği” olarak görülebilir, ancak Türk siyasetinin yakın geçmiş dinamiklerini incelediğimiz zaman konunun bu denli basit olmadığını anlamak çok da güç olmayacaktır.

Aslında konunun gerçekten de bu kadar basit olmadığı 6 Mayıs 2019 günü anlaşılmıştı. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) “oy çokluğuyla” aldığı bir kararda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin 23 Haziran 2019’da tekrarlanmasına karar verdi. Bu karardan yaklaşık bir buçuk ay sonra tekrarlanan başkanlık seçimlerdinde 31 Mart zaferinin ismi ve muhalefet ittifakının adayı Ekrem İmamoğlu’nun bu 800.000 oyu aşkın fark ile ikinci kez kazandığı bir seçim gerçekleşti. Bu kazanım pek tabi bir “zafer” olarak nitelendirilecektir. Nerdeyse yirmi yıldır siyasetin her alanında hakimiyet kuran bir siyasi partinin ülkenin en kalabalık şehrini seçimlerde muhalif ittifaka kaybetmesi yakın gelecek siyasetinin yeni denge değişimlerine gebe olduğunun oldukça önemli bir habercisiydi. Ne de olsa “İstanbul’u kaybeden, Türkiye’yi kaybeder”.

Ekrem İmamoğlu, muhalif partilerin de desteği ile son üç yıldır on altı milyonluk İstanbul metroplünü yönetiyor. Ne kadar başarılı olduğunu değerlendirmek yerel yönetimlerde uzman kamu yöneticilerine kalmış bir konu. Ancak tamamen başarız olduğunu söylemek oldukça gerçek dışı olacaktır. Karşımızda, devraldığı altyapı projelerine yenilerini ekleyerek şehrin güçlü bir ulaşım ağına sahip olması için çabalayan, her mahalleye bir kreş sözü ile çalışan ve çalışmayan ailelerin yükünü hafifletmeyi amaçlayan ve belki de en önemlisi kamu kaynaklarının doğru kanallara yönlendirerek halka hizmet etmeyi dert edinen bir belediye başkanı profili var. Ancak İmamoğlu’nun rolü bununla kısıtlı kalmıyor. Yerelden ülke geneline, hatta yakın coğrafyaya taşan bir etki alanına sahip kendisi. Bunun da belki esas nedeni yerel yönetim başarısının yanı sıra, 31 Mart ve 23 Haziran tarihlerinde kazanılan “demokrasi zaferleri”nde yatıyor olması hayli mümkün.

2023 yılı Türkiye’de genel seçimin gerçekleşeceği bir yıl. Bu denli büyük etki alanına sahip bir siyasetçinin de cumhurbaşkanı adayı olarak dillendirilmesi, açık konuşmak gerekirse de aday olması hiç de olağanüstü bir durum değildir. Tam da bu nedendendir ki İmamoğlu iktidarın hedef tahtasına oturyor. Halktan gördüğü ilgi, siyaset arenasında yaptığı manevralar, yerel yönetimlerdeki başarısı ve hatta istatistiksel olarak da güçlü bir aday olması iktidar kanadında olası bir diğer “demokrasi zaferi” gerçekleşme ihtimalinin canlanmasına neden oluyor. Belki de tam da bu nedenle, geçtiğimiz günlerde Ekrem İmamoğlu’na YSK üyelerine hakaretten 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası ve siyasi ehliyet yasağı cezasına çarptırıldı. Her ne kadar yargı kanalları istinaf ve temyiz yoluna açık olsa ve kararın kesinleşmesi adına yüksek yargıdan onay beklense de kararın hukuki boyutunun yanı sıra, siyasi eksende yarattığı etki oldukça tartışma içermekte. On altı milyonluk bir şehrin seçilmiş belediye başkanının (teknik olarak iki kere seçilmiş de diyebiliriz) ve olası, hatta benim kanaatimce en güçlü cumhurbaşkanı adayının bir hakaret davası yoluyla yarış dışı edilme teşebbüsü demoktatik bir sistemin hiçbir teamülüne uymamaktadır. Dört buçuk milyondan fazla oy almış bir siyasetçinin görevden alınmasına yol açacak, onu hapsedecek ve de seçilme hakkını elinden alacak bir kararın sadece demokrasinin değil milletin zaferine ve iradesine karşı atılacak bir adım olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

Mühim olan bu kararın onanması yani hayata geçip geçmemesi değildir. Burada asıl mesele, böyle bir yasağın olma ihtimalini bile konuşuyor olmamızdır. Siyasetin post-modern çağında hak, hukuk, adalet ve eşitlik adeta bir saldırı altında. Gerek siyaset gerekse siyaset dışı aktörlerden gelen, gerek iktidar gerekse muhalif kanatın barındırdığı tehlikeler bu kavramların yanı sıra demokrasiye kadar sıçramış durumda. Bu kadar düzensizliğin var olduğu bir “düzen”de liberal veya sosyal anlamlarıyla var olan demokrasiyi geçtim, seçim demokrasisini, eşit ve adil düzenlenen seçimleri bile savunmamız gerekiyorsa eğer, yapacak çok işimiz var demektir.

Demokrasi zaferi demiştik. Demokrasiyi sağlamak ve çalıştırmak, demokrasiye ulaşmak zaferin kendisidir. Aslında zafer, demokrasiden geçmektedir. Sonuç ne olursa olsun, kim kazanırsa kazansın, demokrasiye çalınan her leke geri dönülemez zararlar doğurur. “O kadarı da olmaz!”, demeden, “orada oldu burada olmaz” demeden, “onlara oldu bize olmaz” demeden hemen şimdi dört elle sarılmalıyız demokrasiye, adalete, eşitliğe ve de özgürlüğe.

Bu haber toplam 3973 defa okunmuştur
Gaile 498. Sayısı

Gaile 498. Sayısı