1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Demokrasinin Açmazı: İmal Edilen Kamuoyu
Demokrasinin Açmazı: İmal Edilen Kamuoyu

Demokrasinin Açmazı: İmal Edilen Kamuoyu

Demokrasinin Açmazı: İmal Edilen Kamuoyu

A+A-

 

Tufan Erhürman

[email protected]    

Seçimlerin kapının arkasında olduğunun artık kesinleştiği bu dönemde demokrasi üzerinde bir kez daha düşünmekte yarar var.
Demos (halk) ve kratos (iktidar) sözcüklerinin bir araya getirilmesinden oluşan demokrasi, günümüzde kendisini oluşturan sözcüklerle ciddi bir sorun yaşıyor.
Aydınlanmanın ve onunla ilişkili bir biçimde okunması gereken modernitenin siyaset anlayışının temelinde yer alan, Kant’ın sapere aude çağrısına uyarak, kendi aklını kullanmaya (bilmeye) cesaret eden, kendi kararlarını kendi özgür iradesiyle veren, özerk yurttaşın gerçek hayatta var olup olmadığı ciddi biçimde tartışılıyor. Böyle olunca, sözü edilen özelliklere sahip bir “halk”ın ve ona atfedilebilecek bir iktidarın, yani kısacası demokrasinin varlığı da ister istemez sorgulanmaya başlıyor.
Bu konuda benim açımdan en aydınlatıcı metinlerden biri, Habermas’ın “Siyasal Katılım Kendi Başına Bir Değer mi?” başlıklı makalesidir. (bkz. Toplum ve Bilim, Sayı: 27, Güz 1984, s. 37-71).
Yazara göre, günümüzde “kamuoyu oluşturulan bir şeydir. Artık kendiliğinden yoktur” (Habermas, s. 57). Habermas’ın bu saptamasının benzerine (daha az akademik bir dille) Galeano’nun “Ve Günler Yürümeye Başladı” adlı eserinde rastlamak mümkündür. Galeano da, “kamuoyunun imalatı”ndan söz etmekte ve siyasal reklamcılık alanındaki önemli isimlerden biri olan Edward Bernays’ın yarattığı “mucize”yi örnek göstermektedir. Galeano’nun verdiği örnek düşündürücü olduğundan, onu buraya aynen almakta yarar vardır:

“1917’de, Başkan Woodrow Wilson, Birleşik Devletler’in ilk dünya savaşına
gireceğini ilan etti.
Wilson, daha dört buçuk ay önce barışın adayı diye lanse edilerek yeniden seçilmişti.
Kamuoyu onun barışçıl söylevlerini ve savaş ilanını aynı coşkuyla dinledi.
Bu mucizenin öncelikli mimarı Edward Bernays oldu.
Savaş sona erince, kitlelerin savaşçı ruhunu ateşlemek için fotoğraflar ve anekdotlar 
uydurduklarını Bernays kamuoyu önünde kabul etti.
Bu reklamcılık başarısı ona parlak bir kariyerin yolunu açtı.
Bernays birçok başkana ve dünyanın en kudretli şirketlerine danışmanlık yaptı.
Gerçeklik gerçekte olan şey değil, benim sana olduğunu söylediğim şeydir: insanları
bir sabun ya da bir savaş satın almaya iten modern kolektif manipülasyon tekniklerini
herkesten iyi kullandı”. (Eduardo Galeano, Ve Günler Yürümeye Başladı, çev.
Süleyman Doğru, İstanbul, Sel Yayıncılık, 2012, s. 112).

Dört buçuk ay önce bir kişiyi “barışçı” olduğu düşüncesiyle başkan seçen bir “halk”ın, yalnızca dört buçuk ay sonra aynı kişinin savaş ilanını coşkuyla desteklemesini, bu “halk”ı oluşturan bireylerin özerkliğiyle ve kendi kararlarını özgürce vermeleriyle açıklamak kolay olmasa gerektir. Burada, insanların “akıl”ları üzerinde etkili olan güçlü bir araç (reklamcılık) devreye girmiş ve “tercih”leri belirlemiştir. Çünkü Galeano’nun yukarıda aktarılan son paragrafta söylediği gibi, artık insanların algısındaki “gerçeklik” de, aynen kamuoyu gibi, kendiliğinden var olan değil, oluşturulan, imal edilen bir şeydir.
Elbette bu söylenen, toplumdaki tüm bireyler için geçerli değildir. Ancak unutmamak gerekir ki “halk”ın kararları çoğunluk tarafından belirlenir. Ve çoğunluk, her toplumda, vasat, ortalama insanlardan oluşur. İşte “bu toplumdaki ortalama yurttaşın siyasal tavrı dışarıdan belirlenir” (Habermas, s. 53). Dışarıdaki güç (iktidar) bizi, bir markanın sabununu, parfümünü tüketmeye nasıl teşvik ediyorsa, o markanın en iyi, en güzel, en sağlıklı olduğu konusunda nasıl ikna ediyorsa, belli bir siyasi partiyi ya da adayı seçmek ya da belli bir politikayı desteklemek konusunda da aynı biçimde etkilemektedir. Kısacası, siyaset, siyasi parti ve aday da, bu yapıda en az sabun ve parfüm kadar maldır (Habermas, s. 65) ve önemli olan hangi yöntemle olursa olsun bu malın satılabilmesidir. Dahası, bu nokta aslında liberalizmin rekabet mantığının açık verdiği yeri de göstermektedir. Çünkü liberal mantıkta rekabet, nihayette bireyin “en iyi”ye, “en ucuz”a, “en doğru”ya ulaşmasını sağlar. Oysa bu varsayımda, kendi aklıyla, özgürce düşünerek karar veren bireyin varlığı bir ön kabuldür. Böyle bireylerin olmadığı bir toplumda, manipülasyon teknikleri devreye girerek, “iyi”yi ve “doğru”yu belirleyecek, dolayısıyla rekabetin olumlu yanı olarak gösterilen şey de manasını yitirecektir.
Bu noktada Habermas’tan uzun bir alıntıyla devam etmekte yarar vardır:

“Seçim için yapılan reklamın, hangi parti söz konusu olursa olsun, pazar için yapılan reklamdan farkı yok. Motiflerin içeriklerini tahlil ederek detaylandıran kamuoyu yoklamalarının yönlendirici biçimde değerlendirilmesi yoluyla, çağdaş reklam teknikleriyle sonucu sosyal-psikolojik olarak garantileyecek şekilde kullanılabilen veriler elde ediliyor; seçim kampanyasının konuları önce araştırılıyor, sonra sahneleniyor, liderin ve takımının vereceği imaj önceden saptanıyor, sloganları test ediliyor; planlanan bu ihtişam gene planlı olarak güvenlik, suç ve otorite komplekslerine seslenen beyanlarla birleşerek, siyasal pazarlamanın stratejik yasalarına göre tamamlanıyor, hem doğru bir zamanlamayla ve bilimsel olarak paketlenen seçim hediyeleriyle, hem de fiyatları dondurma sözü verme ve benzeri tarzdaki palyatif önlemlerle sürdürülüyor. Seçime hazırlık tekniği, hükümran halkın elinde kalan son siyasal katılım eylemini, yani bunu mümkün kılacak Akıl’ı geniş halk kesimlerinin elinden alma eğilimindedir; halk ise akla göre davrandığını düşünür” (Habermas, s. 66).

Yazarın son cümlesi kanımca demokrasinin bugünkü açmazını en açık biçimde ortaya koymaktadır. “Akıl”ın geniş halk kesimlerinin elinden alınması, dahası halkın buna rağmen akla göre davrandığını düşünmeye devam etmesi, demokrasiyi hemen hemen olanaksız hâle getirmektedir. Çünkü “demos”un iktidarı yalnız ve ancak onu oluşturan bireylerin “akıl”a sahip olmasıyla mümkündür. Aydınlanmanın tarif ettiği, bilmeye cesaret edebilen, özerk bireyin aklı olmaksızın varılacak nokta, iktidar odaklarının “aklı”nın çoğunluğa nüfuz ettirilmesi ve çoğunluğun onun kendi aklı olduğuna ikna edilmesidir. Bu durumda görünürde halkın iktidarı ama hakikatte iktidar odaklarının iktidarı söz konusu olacaktır.

Şimdi Kıbrıs’ın Kuzeyine Bakalım...
Bu yazı, Kıbrıs’ın kuzeyinde seçimlerin yaklaşmakta olması dolayısıyla yazılmış olduğuna göre, yukarıda anlatılmaya çalışılanların bu coğrafya açısından değerlendirilmesinde yarar vardır.
Kıbrıs’ın kuzeyinde, aydınlanmanın ve modernitenin siyaset anlayışının varsaydığı, bilmeye cesaret eden, kendi kararlarını kendi özgür iradesiyle veren, özerk yurttaşın varlığından söz etmek son derece güçtür. On yıllardır devam eden olağan dışı hâli, sistemin şahikası olan vesayeti, ezberci, eleştirel düşünceyi öğretmeyen eğitim sistemini, bunların da etkisiyle oluşan parti içi demokrasiye sahip olmayan siyasi partileri, liderlik sultasını, feodal ilişkilerin belirleyiciliğini ve daha birçok etkeni bu durumun sebepleri arasında saymak mümkündür. Bu şartlar altında, seçmenin manipülasyona son derece açık olduğunu tespit etmek gerekir. Seçmenin manipülasyona bu kadar açık olduğu bir yerde, elbette siyasi reklamcılık, her biri belli bir iktidar odağına ya da odaklarına yakın duran medya kuruluşlarının yayınları, feodal ilişkiler ve bu ülkede takım tutar gibi siyasi parti tutma anlamına gelen “partililik” etkili olacaktır. Bu arada, vasat bireyin bu etkenlerden görece bağımsız olduğu söylenebilecek bir “aklı” da vardır. O “akıl”, bireyin çıkarları tarafından belirlenmekte ve bazı seçmenler, yukarıda sayılan sebeplerden bağımsız olarak, kendi “aklı”yla, kendisine istihdam, ihale vb. çıkarlar sağlayabilecek parti ya da adaylara yönelebilmektedirler. Ama burada sözü edilen “araçsal akıl” elbette aydınlanmanın ya da modernitenin siyaset anlayışının sözünü ettiği ve Habermas’ın ilk harfini büyük yazdığı “Akıl”dan farklıdır. Çünkü bireysel çıkarlara odaklanan bu “akıl”ın, toplum için “iyi”yi, “doğru”yu arayan “Akıl”la uzak yakın herhangi bir ilişkisi yoktur.
Hülasa, seçim sathı mailine bir kez daha girdiğimiz bu dönem, bize demokrasi açısından çok fazla umut vaat etmemektedir. Bu kısır döngüyü ucundan bucağından aşındırmanın yollarından biri, siyasi partilerin, akıllarını, manipülasyon ve çıkar sağlama tekniklerine yorduklarından fazla, toplumu ve sistemi dönüştürme projelerine ve bunların halka anlatılmasına yormalarıdır ki bu “baskın seçim”le bunun gerçekleşmesi de pek mümkün görünmemektedir. Bu şartlar altında, adına yakışan bir demokrasi bir kez daha bir başka bahara kalmış gibi görünmektedir. Ama yine de unutulmamalıdır ki bizi o başka bahara ulaştırabilecek işleri yapmaya bir yerlerden başlamak için bugünden tezi yoktur...

Bu haber toplam 1319 defa okunmuştur
Gaile 215. Sayısı

Gaile 215. Sayısı