Demokrasinin İki Yüzü
Demokrasinin İki Yüzü
Erdem Ertürk
Çağdaş liberal demokrasi algısı belirli unsurları içerir. Bunlar insan haklarına saygı, (başta bireylerin oy kullanma hakkı olmakla birlikte diğer) bireysel özgürlüklerin savunulması, (kısmi) güçler ayrılığı, anayasal düzen ve hukukun üstünlüğüdür. Nitekim bu unsurlar, demokrasi madalyonunun sadece üst yüzünü oluşturmaktadır. Bu madalyonun alt yüzünü ise, olağanüstü hal ilanı durumları oluşturur. Milli güvenliğe tehdit oluşturan hallerde, insan haklarına saygıyı odak noktası kabul eden demokratik rejim anayasaları, yine bu hakları askıya alma yetkisini yürütme organlarına verir. Dolayısı ile diyalektik bir yaklaşımla incelendiğinde, demokratik rejim kendi içerisinde çelişen iki temel unsuru barındırıp, bu çelişki üzerine tesis edilir. Bu yazının amacı, diyalektik bir demokrasi anlayışından yola çıkarak, yakın geçmişte Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın Paris saldırıları akabinde teröre savaş açması ve İngiltere’nin Suriye’deki İŞİD hedeflerini Kıbrıs’tan kaldırdığı savaş uçakları ile bombalama kararını irdelemek ve yaratacağı zararlı sonuçları önceden kestirmeye çalışmaktır.
Demokrasi anlayışının içinde barındırdığı bu çelişkiyi anlamak için Amerika Birleşik Devletleri’nde 2001 yılında gerçekleşen Dokuz Eylül saldırıları ve bu saldırıların akabinde dönemin ABD Başkanı George W. Bush tarafından ilan edilen teröre karşı savaşı incelemek faydalı olacaktır. Dokuz Eylül olaylarının yankıları sadece ABD değil tüm dünya genelinde hissedildi. Dokuz Eylül olaylarını takiben, Madrid ve Londra’da gerçekleşen bombalı saldırılar, Avrupa genelinde de ciddi derecede terör tehdidi algısı oluşturdu. Bu algının bir sonucu ABD önderliğinde gerçekleşen Afganistan savaşıdır. Diğer bir sonucu da El Kaide teröründen etkilenen ülkelerde olagelen olağanüstü hal durumudur. İngiltere’den bu duruma örnek verecek olursak, yargısız tutukluluk sürelerini 45 günden de fazla zamanlara yaymaya çalışan ve polis güçlerine fevri şüphelenmeye dayalı ‘durdur ve ara’ güçleri vermeye yönelik tasarlanan terörizm yasalarından bahsedebiliriz (1). İngiltere özelinde en can alıcı örnek ise, Londra terör saldırıları akabinde oluşan olağanüstü hal durumunda, öldürmek-için-vur emri altında yanlış şüpheden ötürü katledilen fakat terörizmle hiçbir bağı bulunmayan Brezilyalı elektrikçi Jean Charles de Menezes olayıdır (2).
Terörizme karşı açılan savaşta insan haklarına en büyük darbeyi Amerika’nın kendi sınırları dışında oluşturduğu gözaltı merkezleri vurdu. Özellikle Guantanamo Bay’de (Irak savaşı süresince de Abu Ghraib Hapishanesinde) uygulanan yasa dışı uygulamar neticesinde birçok şüpheli yıllarca yargı önüne çıkarılmadan hapsedilip iskenceye maruz bırakıldı (3). Dolayısı ile teröre karşı açılan savaşta, hem teröre maruz kalan ülkelerde çeşitli insan hakları askıya alındı hem de ülke dışında uygulanan insani boyutları sorgulanır yaptırımlarla birçok insan zarar gördü. Bush’un teröre karşı ilan ettiği savaşın sonuçları işkence, yasal olmayan hapsetme, ve sivilleri öldürmenin yanı sıra, İslamofobiyi de körükledi. Teröre karşı 2000’li yılların başında ilan edilen savaşın eseri olarak kabul edebileceğimiz İslamofobi, bugün Avrupa’nın çeşitli başkentlerinde terör estiren İŞİD’in destekçi bulmak için dayandığı temel ideolojik taşlardan birini oluşturur.
Fransız düşünür Jacques Derrida, Dokuz Eylül olaylarını bir ülkenin bağışıklık (savunma) sisteminin kendi kendine saldırması (autoimmunity) hastalığına benzetir (4). Soğuk savaş döneminde ABD çıkarlarını Sovyet Rusya’ya karşı Afganistan’da savunmak için kurulan militarist grup, birçok kaynağını yine ABD sınırları içerisinde temin edip bu ülkeye saldırı düzenliyor. Bu saldırı ile birlikte, ABD demokratik hakları askıya alıp olağanüstü hal ilan ediyor ve bu hali terörizme karşı savaş ilan ederek ülke toprakları dışına taşırıyor. Neticede, yukarıda örneklendirdiğim gibi çok ciddi insan hakları ihlalleri oluşuyor (ki bu ihlallerin yanında ABD ve müttefikleri savaş suçları işlemekle de itham ediliyor). Derrida işlenen insan hakkı ihlallerini ABD’nin kendi demokratik değerlerini yok etmesi olarak yorumlar ve savunma sisteminin kendi kendine saldırmasında en temel etkenlerden biri olarak kabul eder.
Yakın zamanda gerçekleşen Paris saldırıları ve akabinde Fransa Cumhurbaşkanı’nın teröre karşı savaş ilanını diyalektik algı (yani iki yüzlü demokratik madalyon) ve Derrida’nın okumaları ışığında yorumlayacak olursak, İngiltere’nin de hava saldırılarına Kıbrıs’tan kalkan uçaklarla destek verdiği olağanüstü hal ve savaş ortamı, beraberinde insan hakları katlini de getirmektedir. Demokrasinin saygın değerlerini korumaya çalışan ülkeler, bu amaçlarına o değerleri çiğneyerek varmaya çalışıyor. Demokrasi kavramının birbiri ile çelişen ve dolayısı ile kendi aralarında bir denge oluşturmak zorunda olan iki unsur üzerine tesis edildiğini düşünürsek, bu dengenin ağır bir darbe alması demokrasi kavramını anlamsızlaştırır. Böyle bir anlamsızlık, kökten İslamcıların kendi ideolojilerini ‘Batı demokrasisi’ karşıtlığı yaparak meşrulaştırmalarını ve cazip kılmalarını kolaylaştırır.
------------------------------------------------------------------
(1-)- Britanya’da uygulanan terörizm odaklı yasal değişiklikler için: https://www.liberty-human-rights.org.uk/human-rights/countering-terrorism
(2-) Menezes olayından yola çıkarak terörizmle mücadelede öldürmek-için-vur emrine eleştirel yaklaşan bir yazı için: http://www.theguardian.com/commentisfree/2015/nov/18/shoot-to-kill-terror-fear-prejudice-jean-charles-de-menezes
(3-) 14 sene boyunca yargı önüne çıkarılmadan Guantanamo Bay’de hapsedilen Shaker Aamer’in yıllar sonra serbest bırakılma haberine buradan erişebilirsiniz: http://www.theguardian.com/world/2015/oct/30/shaker-aamer-released-from-guantanamo-bay
(4-) Borradori G., Philosophy In A Time of Terror: Dialogues With Jurgen Habermas and Jacques Derrida, (Chicago: The University of Chicago Press, 2003).