DEMOKRATİK ÖZGÜRLÜK VE KKTC BENLİĞİ
Aristoteles’e göre her eylem, irade özgürlüğüne dayanır ve yapılması elimizde olan şeyleri yapmak kadar, onları yapmamak da yine bizim elimizdedir.
İrade özgür olduğu için, ahlâki eyleme de yer açılır. Kötülük de aslında, iradenin belirleyiciliği altındadır ve bu da isteyerek yapılır. İstenenler ise amaçlardır ve amaçlar, enine boyuna düşünülmüş ve tercih edilmişlerdir.
Kötülük de düşünülmüş ve tercih edilmiş bir yapmadır. İnsan eylemleri, aslında iki türlüdür; ya isteyerek yapılır, ya da istemeyerek. (Aristoteles, (1998) . Nikomakhos’a Etik, Ankara: Ayraç Yayınevi).
İradenin duyusal belirlenimlerin dışına çıkma olanağı ise onun özgürlüğünden gelir.
Özgürlük, isteme özgürlüğüdür ve ahlâki eylemin temeli, özü ve güvencesidir.
Aristoteles'e göre,
"Demokrasinin temeli özgürlüktür"
(Aristoteles (2000). Ruh Üzerine. İstanbul Alfa Yayınları).
Özgürlük, duyusal belirlenimler altında bir kimsenin belirli birtakım hazlar peşinde koşması ve onlara bağlanması değil, insan olmak bakımından sahip olduğu özü yakalayarak Kendi’nde bu olanağı gerçekleştirmesi ve mutluluğu yaşama geçirmesidir.
Yani özgürlük, belirli bir çabadır; insan özgürlüğü için sergilenen iradedir (Akarsu, Bedia (1998). Mutluluk Ahlâkı, İstanbul: İnkılâp Kitabevi).
Yukarıdaki alıntıları paylaştıktan sonra, düşünüyorum da, acaba aşağıdaki ifadelerin kendine uygun olmadığını söyleyen birileri var mıdır?
---"Kendi hayatımın ve kararlarımın bana dayanmasını isterim".
---"Karar veren olmak isterim, adıma karar verilen değil".
---"Kendi hedeflerini ve politikaları ortaya koyan ve gerçekleştiren olmak isterim".
Demek ki, özgür" olmanın pozitif anlamı, bireyin kendi kendinin "patronu" olmasına yönelik istencidir...
Peki!
Kamusal alanda, yurttaşlar başkalarından "emir" alma ve diğerleri tarafından yönetilme zorunlulukları olduğu için;
--her zaman bireyin karşısında devlet, devletin karşısında birey gerilimi mi olmalıdır?
--insanların "özgür" kabul edildikleri yerler, sadece kendi özel alanları mıdır?
Hayır!
Bence böyle olmamalıdır...
Fakat ne yazık ki, bizim buralarda "özgürlük", "devlet iktidarına karşı koyabilme yetisi" olarak anlamlandırılmamıştır.
Çünkü devlet dediğimiz organizma,
siyaset ve düşünce yollarıyla, özgürlükçü, adil paylaşımcı bir yaşam tarzını yapılandıramamaktadır.
Adil paylaşımcılığın çeşitli biçimlerini, siyasal hayata aktif olarak katamamaktadır!
Kısacası:
"Ya bizdensin, ya onlardan"...!
Dolayısıyla, vatandaşın bizzat kendisi, Dome Otel örneğinde olduğu gibi, yönetimde aktif olarak görev alamıyor, söz söyleme hakkına da sahip olamıyor.
Hem yönetici hem de yönetilen konumundan uzaklaşıyor!
Çünkü hükümet edenler,
Devleti vatandaşın üstünde bir yapı olarak görüyorlar.
Yurttaşlık için ortak bir örgütlenme biçimi olarak değil..!
Mecburen vatandaş da, alıştığı/alıştırıldığı yaşam tarzının düzenin devamını sağlayabilmek adına, parti ilişkileri ağı içerisinde girerek, "ya bizden" oluyor, "ya onlardan"...!
Yarın, insanların dine olan saf ve temiz inançlarını kendi menfaatleri doğrultusunda kullanarak dini siyasileştirmeye çalışan bazı kesimlerin, dini siyasetin merkezine yerleştirdiklerini düşünün!
Dini felsefi sistemde,
İnançlar doğrultusunda,
(amacım dini inançları ya da inananları asla kritik etmek değil; aksine inançların özgürce yaşanmasını ve kimsenin inançlar üzerinden siyaset yapmamasını savunuyorum), her şeyi önceden bilen, ve her şeyi yaratan bir Tanrı var!
Yok mu?
O halde insan eylemlerini seçerken, ne kadar ve nereye kadar özgür bırakılacak?!
Bırakılmayacak...
Dini felsefeye inananları, dini siyasete bulaştırmaya çalışanlar, "inanç"ları kullanarak "terbiye" etmeye çalışacaklar..!
Bunun sebebi ise, insanın ancak Tanrı'nın yardımıyla hakikate giden yolu bulup,özgür bir varlık olabileceğine olan dini inançtır.
Tanrı'nın varlığını mı tartışacaksınız?!
Hadi tartışın...!
Ancak bilinmelidir ki bu tartışılmaz, mutlak bir inanca ait gerçeğin bilgisi ve inayeti de tartışılamaz...
Abartıyor muyum?
Yani Kıbrıslı Türkler, plânlı bir şekilde, bireyin varoluş nedeninin ve amacının sorgulandığı bir zemine sürüklenmiyor mu?!
Kıbrıslı Türk kimliği yerine, yapay bir "KKTC benliği" aşılanarak, Kıbrıslılık ya da Kıbrıslı Türklük,ve aklın rehberliği, kökten dinci inanç temelli imanın yanında ikinci bir plana itilmiyor mu?!
Bu değişim gerçekleştirilirken, tüm kültürlerin ve kimliklerin, aynı ebru sanatındaki gibi, renklerin içiçe geçtikleri halde kendi renklerini de koruyarak, çok kültürlü ve çok kültürcü ortamlarda,birlikte yaşamasını istiyorlar mı?!
CTP'nin görevi sivil demokrasiyi ön plana çıkarmak ve bu anlayış sonucunda, KKTC'de özgürlüğü, yeniden tanımlanır hale getirmektir.
CTP’nin "demokratik özgürlük anlayışıyla", Kıbrıs'ın kuzeyinde yaşayan tüm insanların, inançları, kültürel kimlikleri ve farklılıkları yasalarla güvence altına alınmalı, ve toplumsal alanda bir kısıtlamaya maruz kalmadan,yaşayabilmelerine olanak sağlanmalıdır.
Çünkü "demokratik özgürlük" anlayışının önceliği budur...
Demokratik Özgürlük,
Devlet iktidarına karşı, kişinin özgürlüğünü koruma altına almaktır.
Demokratik özgürlük,
Toplumdaki farklılığı ve çeşitliliği üretmek ve savunmaktır.
Demokratik özgürlük,
Kıbrıslı Türkleri evrensel düşünceden ve dünya yurttaşlığı fikrinden mahrum bırakmamaktır.