DENGESİZ ADIM ve diğer öyküler
DENGESİZ ADIM ve diğer öyküler
Jenan Selçuk
Gerek iki tarafın (Sanatçı ve) Yazarlar Birliği’nin ortaklaşa düzenlediği, gerekse daha başka etkinliklerde defalarca karşılaşmışlığımız, ayaküstü konuşmuşluğumuz vardı Hristos Hacıpapas’la. Zamana yayılacak bir dostluğun –Kıbrıslılara özgü– ilk adımıysa, Gürgenç, ben ve Hristos’un, Şeher’in güneyindeki bir tavernada, zivaniya ve domuz pastırması eşliğinde ettiğimiz, paylaşılan sırlar ve itiraflarla dolu o tadına doyum olmaz sohbetti. İngilizce öykü kitaplarını hediye etmişti, gecenin sonunda ikimize de. Çakırkeyif, sınırı mühürsüz geçerken, bu kadar donanımlı ve etkileyici bir adamın, yazdıklarının da kötü olamayacağını konuştuğumuzu hatırlıyorum Gürgenç’le.
…
Hristos Hacıpapas’ın, çevirisini Düriye Gökçebağ (kapakta veya Önsöz’de belirtilmemiş fakat kitapta İbrahim Aziz’le Mehmet Kansu’nun ayrı ayrı, ve ortaklaşa çevirdikleri öyküler de yer alıyor), editörlüğünü de Gürgenç Korkmazel’in yaptığı ‘DENGESİZ ADIM ve diğer öyküler’ isimli kitabı, Mayıs 2013’te Işık Kitapevi Yayınları arasından çıktı. Bir Kıbrıslırum yazarın Türkçeye çevrilen ilk öykü kitabı olma özelliğini de taşıyan bu kitabın yayımlanması, Kıbrıslıtürk Edebiyatı açısından oldukça önemli bir olay.
Öykülerin çevirileri gayet iyi, editör de kalburüstü bir iş çıkarmış bana sorarsanız. Ancak gözden kaçırdığı, yapılmaması gerektiğini düşündüğüm iki yanlışa değinmeden de geçemeyeceğim. İlki, Yaşlı Bir Adam öyküsünde, s.23’te “Avustralya’dan erkek kardeşi…” olarak başlayan cümleden birkaç satır sonra Avustralyalılar yerine “Avusturyalılar…” yazılmış. İkincisiyse s.128’de, Akıl Almaz Rastlantılar öyküsüde ‘Büyük Üçlüler’ olarak belirtilen şiirin adı dipnottaki açıklamada “Büyük Üçüncüler” olmuş.
…
Öykülerle ilgili değerlendirmelere geçmeden önce, kitabın tanıtım gecesinden beridir kafamı kurcalayan kurtçuklardan kurtulmayı deneyelim bir. Beceriksizlik mi umursamazlık mı bilemiyorum, fakat davet ettiğiniz, kitabını tanıtacağınız yazarın masasına bir şişe su koymayı (yanında kadehle) akıl edebilmek için kâhin olmaya mı gerek var, diye düşünmekten de kendimi alamıyorum doğrusu.
Gecede söz alanlardan bazılarına da bir çift lafım var. Kitap tanıtımları, söz konusu kitapla ilgili sayfalar dolusu ‘analiz’ler içeren konuşmaların yapılacağı bir yer DEĞİLDİR! (Bkz. Seminer, Konferans vs.) Eğer kitapla ilgili söyleyecekleriniz varsa, konuşma metninizi bir yazıya dönüştürür, uygun gördüğünüz bir yerlerde yayınlarsınız, okumak isteyenler de alır okur. Öyle, kör de tuttuğuna atlar misali, hazır bir kalabalık yakalamışken sayfalar dolusu konuşmalarla kimsenin kafasını ütülemeye hakkınız yok!
O insanların oraya, sizin gibileri değil de kitabın yazarını dinlemeye gelmiş olabilecekleri, hiç mi aklınıza gelmez, merak ediyorum doğrusu. Nitekim günün sonunda, uzadıkça eziyete dönüşen konuşmalar yüzünden, ne susuzluktan ciğeri yanmış olan Hacıpapas’ta konuşacak derman, ne de oraya gelenlerde onu dinleyecek sabır kalmadığından, garip bir ruh haliyle evlerine döndü, geceye katılanlar.
Anlamakta güçlük çektiğim bir başka noktaysa, Kıbrıs’ın belki de yaşayan en iyi öykücüsünün kitabı Türkçeye çevriliyor ve tanıtımı yapılıyor, kendilerini her fırsatta öykücü olarak tanımlayan ‘seçkin’ yazarlarımızsa geceye katılma gereği dahi duymayabiliyor!
Düşündüm de, Kıbrıslıtürk öykücülerden birisinin kitabı Rumcaya çevrilecek olsa, kimin, hangi kitabı çevrilirdi acaba? Açıkcası epeyi bir kafa patlatmış olamama rağmen tatmin edici bir yanıt bulabildiğimi söyleyemeyeceğim. Benim bilmediğim, bu seviyede bir öykücümüz var mıdır acaba?
…
Samimiyetsizliğe, körü körüne milliyetçiliğe, haksızlıklara, adaletsizliklere tahammülü yok Hacıpapas’ın. Müstehzi, eleştirel bir yaklaşımla bu samimiyetsizliği, milliyetçiliği, haksızlığa adaletsizliğe yol açan ırkçılığı beslediğini düşündüğü kilise, devlet, EOKA ve dönemin İngiliz Yönetimi gibi kurumlara, bu kurumları kendi çıkarları doğrultusunda yöneten din adamlarına, siyasetçilere, teşkilatçılara, bürokratlara, irili ufaklı burjuvalara sataşmaktan kendini alamıyor öykülerinde.
Kindar değil fakat kendisine veya başkalarına yapılan haksızlıkları unutmayan, hesabını sormak için sabırla bekleyen, gerekirse pire için yorgan yakmaktan çekinmeyen, kötücül olmaya meyilli bir doğası var karakterlerinin. İster evlilik olsun, ister mesleki yaşantı, isterse daha başka aidiyetler, insanı köleleştiren düzenlerin her türlüsüne karşı sürekli bir mücadele içerisinde, bu aykırı karakterler.
Milena, 18 Dikiş, Robot gibi öykülerinde, yanlarında çalıştırdıkları göçmen işçilere karşı insanlık dışı yaklaşımlar sergileyen ‘patron’lar, toplumun geriye kalanının çürümüşlüğünün, kokuşmuşluğunun somutlaşmış birer örneğidir adeta. İnsanlık olarak açgözlülüğümüzün, kendini beğenmişliliğimizin, kibirliliğimizin çirkefiyle kirlettiğimiz bu hayat, bin bir dalavereyle, başkaları ve doğa pahasına kurduğumuz bu düzen, eninde sonunda tepetaklak olmaya yazgılıdır. Yazara göre kapitalizmin bataklığı tarafından yutulmamızı engelleyebilecek can yeleği ise, bir an önce paranın hükümranlığından kurtularak hümanist ve çevreci bir yaklaşımı, yaşantılarımızın belirleyici unsuru haline getirmekten geçiyor.
Gerçeklik, kurmaca, düş, hafızanın yanıltıcılığı gibi yanardöner kavramların, mükemmel bir ustalıkla harmanlandığını görmek mümkün, Hacıpapas’ın öykülerinde. Soyut-somut, hayal-gerçek arasındaki o varlığı kuşkulu perde, neredeyse tamamen saydamlaşabiliyor, öykü ilerledikçe. Gerçekten yaşanmış olanlardan yola çıkarak oluşturulmuş bir anlatıyı okuduğunuzu düşünürken, (ya da okuduklarınızın gerçekliğine kendinizi kaptırmışken) bir bakmışsınız, yazarın kurguladığı gerçeklik’le sizin algılamaya koşullandırıldığınız gerçeklik’ler birbirlerinden çok farklı.
Bu geçişlerin, nasıl/ne zaman gerçekleştiğini bulabilmek için, geriye doğru bir okumaya giriştiğimi itiraf etmeliyim defalarca. En beğendiğim öykülerinden Disk Atıcısı Gibi öyküsünde, meşe ağacının altında can çekişen yaralı karganın gözlerindeki morluklardan, ölüm döşeğinde yatan babasının gözlerine geçişi, usta yönetmenlerin filmlerinde görmeye alıştığımız o büyüleyici kamera geçişlerini çağrıştırıyor adeta.
Kıbrıs Edebiyatı’nın en önemli eksikliklerinden bir tanesi olan mizah, Hacıpapas’ın yaşama yaklaşımının, dolayısıyla da öykülerinin, belirleyici unsurlarından. Satılık Fiyort, Bay Radesku’nun Açlığı bunun en güzel örnekleri.
Erotizm ve toplumsal kaygılar sebebiyle bastırılmış, doyurulmamış diyebileceğimiz kışkırtıcı bir cinsellik, öykülerin can suyunu emdiği köklerinden bir başkası.
…
Kitabın beni en etkileyen taraflarından birisiyse, Hacıpapas’ın ısrarla üzerinde durduğu, neredeyse bütün öykülerin ana ekseni sayılabilecek, o olağandışı Kıbrıslılık vurgusu. Anadili Türkçe olan bir Kıbrıslı olarak, yanılmıyorsam ilk defa, Kıbrıslırum bir yazarın yazdıklarında kendimden bir şeyler bulduğumu; değindiği meselelere, onları ele alış biçimine kendimi fazlasıyla yakın hissettiğimi söyleyebilirim.
Gürgenç Korkmazel’in Önsöz’de değindiği gibi, Hacıpapas’ın öykülerinde, yakın tarihimizde yaşanmış olan travmaların hesaplaşmalarını, suçluluk ve vicdanı bir arada bulmak mümkün. Yaşananları olabildiğince tarafsız bir yaklaşımla (merkeze insanı yerleştiren, hümanist bir bakış açısıyla) ele alırken, yapılan yanlışlıkların, işlenen cinayetlerin, sergilenen vahşetin sorumluluğunun hepimize ait olduğunu, sonuçlarına da hep birlikte katlanmamız gerektiğini hatırlatıyor Hacıpapas.
Savunusunu yaptığı bu birleştirici, barışçıl Kıbrıslılık anlayışının, on yıllardır bölmeye, düşmanlığı körüklemeye yönelik bir milliyetçiliğe alışkın olanların hoşuna gitmemesi doğaldır. Yine de, gerek öykülerinde kullandığı Kıbrıslırumcası diyaloglar, gerekse karakterlerinin yaşananlar karşısında takındıkları tavır, ısrarla Yunanlı değil de Kıbrıslırum olduklarını vurgulayışı (“‘Malaga’ (enayi) sözcüğü bize daha sonra geldi. Bunu bize Grivas’ın, Papandreu’nun gönderdiği ‘kalamaralar’ getirdi.” s/155), kiliseye, devlete karşı eleştirel yaklaşımları, Hristos Hacıpapas’ı Kıbrıs Edebiyatı’nın önemli yazarlarından birisi yapmaya yettiği kanısındayım.
Kitabı okumayı bitirdikten sonra, nitelikli edebiyatın, hangi dilde yazılmış olduğunun aslında hiç fark etmediği, iyi edebiyatın evrensel tek bir ortak dilinin olduğu düşüncesinin kafamda belirmiş olması, tesadüf olmasa gerek.