Deniz bitti
Dijital ortamda bir fotoğrafı düzelttiğinizi düşünün.
Fotoğrafı, köşelerinin birinden tutup, ekrandaki imlecin yardımıyla, yavaş yavaş büyütün.
İyice büyütün!
Önce bu ‘büyük’ resme bir bakın.
Sonra tekrar tutun imleci, fotoğrafı tekrar ufaltın, ilk başladığınız noktaya geri getirin.
İki fotoğraf arasında ne fark var sizce?
Diyeceksiniz ki, ikisi de aynı, sadece biri daha büyük, diğeri daha küçük!
Haklısınız.
İkisi de aynı.
Şimdi de pencereden dışarı bir bakın.
Ne görüyorsunuz?
Salgın tehlikesiyle izole olmuş bir ülke!
Tutun bir ucundan bu kareyi, yavaş yavaş büyütün yine.
Genişletin, tekrar bakın.
Şimdi ne görüyorsunuz?
Yine izole olmuş bir ülke.
Ama bu kez, bir farkla!
Küçük resimle büyüğü arasındaki bu fark aslında nedir biliyor musunuz?
İlki şu anki halimiz, ikincisiyse, on yıllardır bakageldiğimiz, ‘büyük’ resim karemiz!
***
Bütün dünyayla birlikte ‘yakalandığımız’ bu salgınla ilgili olarak bugün yaşadığımız bu mikro izolasyon, aslında uzun yıllardır yaşamakta olduğumuz makro izolasyondan çok da farklı değil.
Bugün yaşananı diğerinden tek farklı kılan, daralan kadrajla beraber, var olan sorunların daha bir dışarıya doğru pörtlemesinden ibaret.
Sağlık idamesi noktasında yaşanan eksiklikler…
Ekonomi düzleminde karşı karşıya kalınan sorunlar…
Siyasi anlamda hemen her gün yüzleşmekte olduğumuz organizasyonsuzluk ve dahası, siyasi krizler!
Tüm bunlar, adına devlet dediğimiz bu makro izolasyonun neticesinden başka bir şey olabilir mi?
***
Salgınla beraber bir kez daha ‘pörtleyen’ yapısal sorunlarımızın ortadan kaldırılabilmesi ve ‘çift başlılığın’ bir sonucu olduğu ileri sürülen siyasi krizlerimizin bir sona kavuşması, son günlerde yine rejim değişikliği önerileriyle reçete edilmeye başlandı.
Peki ‘Başkanlık’ sistemine geçince, bütün bu sorunlar ortadan kalkacak ve biz yeni bir dünyaya mı uyanacağız?
Yaşadığımız tüm bu sorunlar, üzerini makyajlayarak kapatabileceğimiz türde sorunlar değildir.
Adına ister Başkanlık sistemi, ister Parlamenter sistem, ister ikinci Cumhuriyet, ister ne derseniz deyin.
Bizim sorunumuz, rejimin şekli değil, rejimin kendisidir.
Bu nedenle de kendimizi, evin içini temizleyerek, evin orasını burasını yeniden düzenleyerek, dertlerimizin sona ereceği sanrısına teslim etmek yerine, bütün enerjimizi ve gücümüzü, yukarıda bahsedilen o ‘makro’ izolasyondan gerçek çıkış yolunu kovalamaya odaklamamız gerekiyor.
Önümüzde yeni bir ‘model’ deneyecek kadar uzun bir vaktimizin olmadığını, bu son yaşananlar bize çok net bir biçimde göstermediyse, daha başka nasıl işaretler bekliyoruz ki?
Deniz artık bitti.
Siyaset bitti.
Daha da önemlisi ekonomi, geri dönüşü olmayan bir şekilde bitti.
Ve şu anda ihtiyaç duyduğumuz şey bir makyöz değil, eline neşteri alıp kangren olan uzvu kesecek cerrahi bir müdahaledir.