Deprem göçünde SAVRULUYORUZ!
“Deprem göçünü kim yönetiyor” diye sormuştum.
Kimse!
Çünkü yönetme iradesi yok.
Talimata alışmışlar.
Karar verme cesaretine sahip değiller.
“Birilerini kızdırırsak” diye korkuyorlar.
Hep bir ürkeklik, kararsızlık, tereddüt içerisinde ilerliyoruz.
Ya da “geriliyoruz” aslında…
İnsani bir mesele yeni bir yıkım potansiyeli taşıyor.
Planlayalım demiştim, savrulmak ya da sürüklenmek yerine…
Savruluyoruz.
O nedenle korkuyoruz, meselenin insani boyutuna saygıyla bu korkularımızı açık açık konuşamıyoruz.
***
Bir öğretmenden mesaj geldi…
“Gelen ailelere hiçbir maddi katkı yapmıyorlar. Okula kayıt yapan öğrencilere üniformaların biz alalım dedik ama o da nereye kadar... Okul Aile Birliği’nin de gücü ne kadar yetecek. Üstelik bu çocuklar çanta ister, defter ister, kalem ister. Bakanlığa sordum, bizim bu iş için ayrılmış bütçemiz yok dedi.”
Bir başka okurumuzdan önemsediğim şu öneri geldi.
“74 sonrası aldığımız en büyük göç bu. Lapta'da iki göz odada kalan 10-12 kişilik aileler oluşmuş durumda. Bunların yarıdan fazlası çocuk… Çok acilen gelenlerin kayıt altına alınması ve özel bir belge verilmesine gereksinim var. ‘Geçici Depremzede Kartı’ oluşturulmalı. Bu insanlara durumlarının ‘geçici’ olduğunun hatırlatılmasında yarar var. Yakın bir gelecekte altından kalkamayacağımız çok ciddi sorunlarla karşılaşabiliriz. Ben çok endişeliyim açıkçası.”
***
‘Geçici Depremzede Kartı’ önerisi önemli…
Bunu “geçici ikamet izni” olarak da düşünmek gerekiyor ve özellikle de bu ikametin yurttaşlık hakkı kazandırmadığını anlatmak…
Bunun “geçici” olduğunu açıkça anlatmak…
Ama şunu da unutmadan…
“Geçici Depremzede Kartı” sahiplerine her türlü sağlık, eğitim, ulaşım, barınma imkanlarını sağlayacak şekilde gerekli tedbirleri almak…
Eğer finansman sıkıntısı varsa, Türkiye’yle de görüşerek ve gerekli kaynağı talep ederek…
İç kaynaklar yaratarak…
***
En iyi şartlarda bu insanları misafir etmeliyiz ve sonrasında, kendi yurtlarına, kendi evlerine kavuşmaları için de ne gerekirse yapmalıyız.
Göçü yönetmeliyiz.
‘Devlet’in ağzı böyle kirlendi
Bir öğretmen, öğrencisine “Be Ahlaksız, Be Namussuz, Be Adi” dese…
Görevden el çektirilir, değil mi?
Ya da bir öğrenci, öğretmenine…
Bir yazar, ülkenin seçilmiş bir temsilcisi için bu başlığı kullansa…
“Be Ahlaksız, Be Namussuz, Be Adi…”
Gazetecilik etiğine sahip hiçbir editör bunu onaylamaz, yayınlamaz, kabul etmez.
Bir kamu görevlisi, bir yurttaşa, ne olursa olsun böyle hitap edebilir mi?
“Be Ahlaksız, Be Namussuz, Be Adi…”
O gün, o saat, o görevden uzaklaşması gerekir.
Demez…
Diyemez…
Dememeli…
Bir ülkenin “Cumhurbaşkanı” böylesi bir dil kullanıyorsa eğer…
Hem de yansızlık ilkesiyle görev yapması gerekirken…
O ülkenin, o devletin, o yönetimin dili böylesine kirlenmişse…
Tahammül kalmamış, insanlar parçalanmış, korkular çoğalmışsa…
Herhalde sağlıklı bir demokrasiden söz etmek anlamını yitirir.
Türkiye böylesi bir noktada, maalesef…
Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşadığımız zorluk tam da bu…
Çünkü böylesi bir “dil”, böylesi bir “üslup”, böylesi bir “yaklaşım” idare ediyor buraları…
İşte o zihniyetin yansımasıdır ki, Dışişleri’ne Ankara’dan adeta memur olarak görevlendirilen zat, insanımızı kendi yurdundan kovuyor.
Kıbrıslı Türkler “lidersiz” kalmışsa, “Başbakan” atamaysa, dibi görmüşsek iradede, en önemli sebeplerin başında deniz ötesinden dayatılan bu hoyratlık geliyor.
Üzücü, yıkıcı, talihsiz…
Bunu kabullenmek gerek…
Mağusa’daki o apartman
Mühendislerin “can güvenliği yok” dediği Mağusa’daki Deniz Yıldızı apartman halen mühürlenmedi.
Yine de şu başarıldı, kiracı ya da mülk sahipleri binadan uzaklaştırıldı.
Evkaf ile kiracılar arasında bir pazarlığa dönüştü süreç…
Can pazarlığı gibi mal pazarlığı bu!
Kiracılar bir sonraki aşamada “hak sahibi” olmak için kendilerini güvenceye almak istiyor.
***
Apartmanda “mülk sahibi” 5 isim var... Kimileri 1974 öncesi asıl sahiplerinden kaynaklı bu hakkını kullanıyor... 100 dairelik apartmanda geriye kalan dairelerin kullanıcıları ya kiracı ya da kiracının kiracısı... Bu kiracı ya da kullanıcıların keşke dökümü açıklansa, özellikle de “kiracı konumunu hangi kriterlerle kazandıkları” tartışılsa…
Yine de bugünün gündemi farklı…
Depreme karşı tedbir, insan hayatının korunması ve yapı güvenliği…
***
Evkaf'ın konumu da ilginç!
Niye?
Çünkü birkaç kilometre ötede kapalı Maraş'taki mülklerin için "mal sahibi" iddiasıyla dava açmış!
Oysa ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin "mülkiyet sahibi Lordos ailesidir" dediği Laguna'daki Deniz Yıldızı '‘Seagate' apartmanı için kendisi 'kullanıcı' konumunda...
"Vakıf malı" dediği kapalı Maraş'taki mallarından hak talep ediyor ama başkasının hakkını teslim etmiyor.
Ne yapılmalı?
Hem görüşmelerimden edindiğim izlenim hem de kendi düşüncemle yol haritası şu olmalı…
1- Bina ‘can güvenliği’ için mühürlenmeli, ikamet engellenmeli…
2- Mülk sahiplerinin tazmin edilmesi için resmi görüşmeler başlatılmalı…
3- İş yeri sahiplerinin işlerini ve geçimlerini sürdürebilmeleri için imkan yaratılmalı…
4- Tek yaşam alanı ve yuvası bu apartman olan insanlara yeni barınma koşulları yaratılmalı…
Yeni kira sözleşmesi de yapılmamalı doğal olarak…
Bir de…
Bina yıkılacak ya da güçlendirilecekse ilgili parsel mutlaka “kamusal yarar” temelinde yeniden planlanmalı ve bu durum garanti altına alınmalı…