1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. “Deprem öldürmedi, bizi siz öldürdünüz, katilsiniz.”
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

“Deprem öldürmedi, bizi siz öldürdünüz, katilsiniz.”

A+A-

Önce altını çizelim ki bir yanlış anlama olmasın…
O çizgi de epeyce ağır olsun üstelik…
Adıyaman’da ne deprem yargılanıyor ne de otel...
Cinayet yargılanıyor!

Böyle kabul etmezsek eğer yargı süreci bir oyuna dönüşür.
Pişmanlığın yerine pişkinlik geçer.

***
“Duygusuz, sorumsuz, pişkin ve laubali bir savunma yaptı otelin sahipleri” diyor Avukat dostumuz, milletvekili Ürün Solyalı…

Pişkinlik, saygısızlık ile utanmazlığın ortaklığıdır.
Bütünlüğüdür.
Gördük, hissettik, kahrettik.


Güvenlik gerekçesiyle sanıklar mahkemeye getirilmedi.
Keşke aynı endişe bir deprem ülkesinde, bu otele izin verenlerce hissedilseydi.
Denetim yapılsaydı etkin…

***
Cinayet mahallinde hiç mi konuşulmayacak “imar affı.”
Kim, kimi affedecek o zaman?

Ölüme döşenen yolda onca ihmali, yanlışı, eksiği affeden siyasi akıl da cinayete ortaktır.
Nasıl ki “İsias Ortak Davamız.”
İsias katilleri de ortaktır!
Hırs ve hırsızlık ortaktır, rant ve yalan ortak…

***
Adıyaman’daki duruşmada gördük ki neredeyse evlatlarımız suçlu çıkacak.
Bina sağlammış da deprem şiddetliymiş, hava soğukmuş…
İnsanın kalbi acıyor… Çok acıyor…
Kalplerimizi çiğniyoruz 6 Şubat’tan bugüne ve o mahkeme salonunda gerçekten de iyi dayanıyor aileler…

***
“O gün iki ceset aldım ben, birini toprağın altına, diğerini toprağın üstüne gömdünüz” diyen annenin gözlerinin içine bakmaya cesareti yok bunların…
Bir kameraya bakıyor ve sesi hiç titremeden konuşuyorlar:
“Pişman değilim çünkü suçum yok, üzgünüm.”

"Otelin önüne geldiğimde gördüğüm manzara sadece bir kum yığınıydı" diyor, iki evladını orada bırakan gözü yaşı baba ve buna karşın, otel sahibi "iftira"dan söz ediyor.

72 insan can verdi o binanın altında!
Onlarca hayat yarım kaldı.

Gülüşlerinden güneş doğan çocuklar için otel değil mezar yapmışsın be adam!
Pişman olsan ne olacak...
O mezarı elleriyle kazan insanlarla yüzleşemedin sen…
Seni korudular, evlatlarımızı koruyamayanlar!

***
Otelin zemin etüt raporu bulunamadı halen ama mühendisinden mimarına, sahihinden ortağına kimse kimseyi tanımıyor, bilmiyor, suçlama kabul etmiyor.
Binayı denetlemekle görevli fenni mesul imzasını hatırlamıyor, Proje Sorumlusu, "Biz konut olarak statik projesini yaptık ve teslim ettik" diyor, otelden haberi yok. Proje mühendisi, 1975 yönetmeliğinden söz ediyor, inşaat mühendisi otel inşaatına hiç gitmemiş… Evlatlardan biri ”Yönetim Kurulu başkanı olup olmadığımı dahi bilmiyordum” diyor…
O derece (!)

 

***
“Ben evlatlarıma, torunlarıma miras bırakmak için bu oteli özenerek yaptım” dedi, otel sahibi… Bu sözleri, evlatlarının cansız bedenlerini, o otelin kum yığını altından, kendi elleriyle çıkartanlar işitti.  Özenerek saçlarını sevdiği çocuklarını yitirenler...

***
Bir babanın, Murat hocanın ifadesini okuyorum, o felaketi iliklerine kadar yaşayan… Çocukları teşhis ettiği anları anlatıyor…

“Oğlum uyur pozisyonundaydı. Beyaz yüzünü gördüm, gözleri maviydi…”

Dedim ya en başta…
Bir deprem mahkemesi değil bu…
Cinayet duruşması…
Babanın sözleri yankılanıyor beynimde…
“Deprem öldürmedi bizi siz öldürdünüz, katilsiniz.”
 



 

Bir tutuklama ve bir düzenin iflası


Kıbrıslı Türk bir avukat, bir Avrupa kentinde, İtalya’da tutuklandı.
Gerekçe olarak “Kıbrıslı Rum mallarının satışına aracılık etmesi” iddiası var.
Henüz meselenin detaylarını tam da bilmiyoruz.

“Kıbrıslı Türk bir avukat” diyorum çünkü işin öznesi bu…
Bir vekilin eşi olması değil…
Meselenin aslı adanın kuzeyindeki “statüko”nun çöküşü aslında…
Tehlike daha da büyüyecek böyle giderse…

Yalan bir saadet düzeni ve sürdürülemez bir siyasetin iflası!

***

“Biz ayrı devlet kurduk…”
Kimin toprağında kurmuşsun?
Mülkiyet diye bir gerçek var ve üretilen bahaneler dünyanın gerçeğini değiştirmiyor.

O mülkün sahipleri var.
Nasıl ki neredeyse her aile kendi içinde mal, mülk kavgasından küs…
Hem de ganimet üzerine!
Kimse de malından vazgeçmiyor.
Asıl sahipleri niye vazgeçsinler mülklerinden?

***
Kıbrıslı Rum mülkleri üzerinden sürdürülen “saadet düzeni” eninde sonunda iflas edecek.
O kadar çok ucu, bucağı kaçırıldı ki!
Üstelik artık “müzakere etmekten” de vazgeçtin!
Tam bir “yağma”ya dönüştü iş!
O durumda risk de büyük…

***
Mesele bir avukatın tutukluluğu ötesinde bir siyasetin iflasıdır.
“Biz de güneyde mal bıraktık.”
Öyle de!
Senin güneyde bıraktığın malları üzerinden bir “rant” dönmüyor.
Satmıyorlar!
Üstelik kuzeyde, Kıbrıslı Rum mallarını alıp, satanların ve bu işin ticaretini yapanların çoğunluğu güneyde mal, mülk de bırakmadı.

***
Taşınmaz Mal Komisyonu “Takas, Tazminat ve İade” formülü üzerinden kurulmuştu, o da işlemiyor.
Tutuklamalar elbette çözüm değildir.
Ama “çözümsüzlük” de çözüm değil…
“Kan döktük, aldık, bizimdir, iki ayrı devletin işbirliği üzerinden anlaşalım” hiç çözüm değil…

***
Kıbrıslı Türk bir avukatın İtalya’da tutuklanması Kıbrıs’ın sorununun özünü anlatıyor.
“Böyle gitmez”in fotoğrafı!
İstediğin kadar kendini avut, bayrakla üzerini ört, nutukla gizle, başkasının mülkü üzerinden devlet de olmaz saadet de…
Statüko kendini kusuyor şimdi!
Kıbrıslı Türk bir avukat tutuklandı, çünkü, adanın kuzeyinde yaratılan illegal düzende iş yapıyordu.
Çok daha fazla insana güneye geçmeye ya da Avrupa’ya gitmeye korkacak, uluslararası toplumun kabul ettiği koşullarda müzakere masasına oturmaz, Birleşmiş Milletler çerçevesini kabullenmezsen eğer…


 

ALTINI ÇİZDİKLERİM

“Facia büyüdü, yayıldı…”

“Kirli ittifaklar, göstermelik ihtilaflar, sahte dayanışmalar ülkesinde, sağın bayraklarla örttüğü faciayı, sol da uzun süre ayakları yere basmayan umutlarla örtmeye çalıştı, olmadı, facia faica olmaktan çıkmadı, bilakis büyüdü ve yayıldı; kimin eki kimin cebinde, kim hangi tezgahın içinde, kim hangi entrikanın dışında belli değil…”

(Faize Özdemirciler | Avrupa)




 

Bu yazı toplam 2356 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar