Deprem: Şokların Ardından Ekonominin Direngenliğini Artırmak…
Oysaki güç ve iktidar hukuki olduğu kadar ekonomik mevhumlardır. Eğer insanın her koşulda ahlaki çöküntü yaşama ihtimali vardır diyorsak; demirden, kumdan çalan aklın gerçekleştirdiği kabul edilemez tercihlerin ekonomik bir mantığı olduğunu da görebiliriz
Mertkan Hamit
[email protected]
6 Şubat tarihinde korkunç bir facia yaşandı. Yaşanan bu facianın fiziksel Kıbrısın kuzeyinde de hissedilirken, acısı çok daha derin oldu. Mağusa TMK öğrenci ve velilerinden oluşan bir kafilenin hayatını kaybetmesi acının ada sathına yayılmasında da etkisi oldu. Çoğunlukla üstü örtük bir biçimde ele aldığımız çeşitli ekolojik yıkımlarla bu sefer yüzleşmek gerektiği açıktır. Özellikle geçen 1 ay içinde yaşananların toplumlaştırılmış olmasının ardından daha etraflı ele alınması kaçınılmaz bir durum yaratmaktadır. Bu yazıda deprem olgusunu ele alırken, yaşanan acının ve özellikle depremde hayatını kaybedenlerin aile ve akrabalarının acılarına dair hiçbir karşılığı olmayacağının bilincindeyim. Ancak çıkarabileceğimiz dersler üzerinden oluşturduğum ekonomik yaklaşımın, gelecekte bu kadar derin acıların yaşanmasının önüne geçebilmesi niyeti ile kaleme alındığını belirtmek isterim
Elbette, “halledeceyikizm” ideolojisinin temel unsuru olan boş vermişliğin egemen olduğu yarım yamalak coğrafyada, sorunların üzerinden az bir zaman geçince kolektif bilinç içinde özgül ağırlığının ortadan kalktığı öngörüsünü de ortaya koymakta yarar var.
Bugüne kadar yaşanan deprem hadisesi ağırlıkla yaşam ve ölüm ikileminden hareketle, kader ve sorumluluk ikileminde ele alındı. Ancak, tüm bu koşullara sebep olan nedenlerin en başında “kâr güdüsü” yattığı o kadar vurgulanmadı. Yaşananların siyasi sorumluluğu kadar, bizleri çepeçevre saran neoliberal ekonomik aklın bir sonucu olduğu yaygın bir şekilde tartışılmadı.
Oysaki güç ve iktidar hukuki olduğu kadar ekonomik mevhumlardır. Eğer insanın her koşulda ahlaki çöküntü yaşama ihtimali vardır diyorsak; demirden, kumdan çalan aklın gerçekleştirdiği kabul edilemez tercihlerin ekonomik bir mantığı olduğunu da görebiliriz. Bu durumda ahlaki çöküntü ihtimaline karşı devlet denen aracın kudretini etkin bir şekilde kullanılması gerektiği sonucuna varmamız kaçınılmazdır.
Ancak, etkin bir biçimde düzenlenmiş bir çerçeve içinde, denetlenen ve gerektiğinde yargılanacağını bilen bir ekonomik aktör, kuralları esnetmek konusunda daha dikkatli davranabilir. Aksi, bırakınız yapsınlar kolaycılığıdır. Düdüklü sarayın efendisi bile, bu “bırakınız yapsınlar” kolaycılığının bilicindedir. O yüzden piyasalara tapınan bir hacı adayı gibi “ne imar planı, ne emirname biz sizin arkanızdayız” derken; salondaki alkış fırtınasını unutmak mümkün değildir. Bugün yaşananlardan hesap sorarken; İsias Hotel veya Kahramanmaraş merkezli depremden olumsuz etkilendiği açıklanan 11 ilin her bir metrekaresinde hayatını kaybetmiş elli binden fazla insanın hayatından sorumlu olanlar, düdüklü sarayın efendisi ve onun alkış ekibinin taşıdığı zihniyet olduğunun altını kalın bir kalemle çizmekte yarar vardır.
Denetimden uzak piyasaların yarattığı ekonomik akıl, hırsızlık üzerinden yaratılan artı değerin maliyetini insan hayatıyla ödeten koşulları mümkün kılmaktadır. Dolayısıyla ekonomik manada deprem olgusuna yaklaşım oldukça karmaşık bir niteliğe sahiptir.
Temel bir çerçeve çizecek olursak; yaşanan şokun eşitsizlikleri derinleştirdiğini söylememiz mümkündür. Üstelik eşitsizliklerin Covid 19 pandemisi sonrası daha da derinleştiği küresel olarak kabul edilmiştir. Öyle ki, BM’nin belirlediği sürdürebilir kalkınma hedeflerinden biri olan küresel olarak aşırı yoksulluğun (1) %3 seviyesine gelmesi hedefinin de 2030 yılına kadar gerçekleşemeyeceği şimdiden ifade etmiş, Covid19 pandemisi sonrası aşırı yoksulluğun ilk kez küresel anlamda arttığını vurgulamış ve 2030 yılına kadar erişilebilecek aşırı yoksulluk oranının %7 civarında olacağı ifade edilmiştir. (2) Bu, küresel anlamda büyük şoklara karşı ekonomilerin kırılganlığının son derece yüksek olduğunun en somut kanıtlarından biridir.
Dahası, adanın kuzey yarısı artarda gelen büyük şoklardan nasibini almıştır. 2018 yılının Ağustos ayında Rahip Brunson Krizi olarak bildiğimiz ilk kur şokunu deneyimledikten sonra; 2019 yılı sonunda başlayan ve 2020 yılının tümüne yayılan Covid19 pandemisini deneyimlemiştir. 2021 yılında pandemi koşullarının yarattığı sorunlar çözümlenmeden; 2021 yılında ikinci kur krizi yaşanmıştır. 2022 Şubat ayında yaşanan Ukrayna’nın Rusya tarafından işgal edilmesi bölgesel siyasi yaklaşımları tamamen dönüştürmüş, özellikle enerji ve gıda fiyatları üzerine kayda değer bir baskı oluşturmuştur. Son olarak da, Şubat 2023’de Kahramanmaraş merkezli yaşanan depremlerin yarattığı yıkım, emeğin Türk Lirası ile değerlendirildiği coğrafyalar için ağır bir durum yaratmıştır.
Depremin ardından somut olarak yaşanan kayıplara odaklanmakta yarar var. Öncelikle on binlerce insan hayatını kaybetti. On binlerce konut ve işyeri yıkıldı. Birçok insan yerinden olurken, kimi başka illere, kimisi başka ülkelere göç etti. Birçok insan da bir gecede yoksul ve yardıma muhtaç hale geldi. Depremden etkilenen bölgenin hali hazırda Türkiye Cumhuriyeti’ndeki gelir ortalamasının en alt ve alt kademelerinde olan coğrafyalardan oluşması (TRC1, TRC2, TRB1) krizin insani boyutunu daha da belirgin hale getiriyor.
Gözlemlediğimiz bu gerçeklerin, rakamsal karşılıkları da bulunuyor. Mesela ihracatta söz konusu bölge toplam 20,5 Milyar dolar ihracatla 254,2 milyar dolar olan Türkiye ihracatının %9,05’ini gerçekleştiriyor. Gayri safi milli hasılanın %9.3’ü bu coğrafyalarda yaratılıyorken, tarımsal üretimdeki pay ise %14,3, Sanayideki payı ise %11,2.
Bölgenin Kıbrıs’ın kuzeyi ile ekonomik ilişkileri de yıllar içerisinde genişlemektedir. Geçtiğimiz yıl, ilgili illerden Kıbrıs’ın kuzeyine 125 milyon 914 bin 343 dolar değerinde ürün ithal edilmiş. Bu, Kıbrıs’ın kuzeyinin gerçekleştirdiği ithalatın %8’ine denk gelmektedir. Kıbrıs’ın kuzeyinden ilgili bölgelere yapılan ihracat ise 12 milyon 128 bin 10 dolara yani Kuzey Kıbrıs’tan yapılan ihracatın %9,4’üne denk gelmektedir.
Deprem bölgelerinden ithal edilen ürünler arasında tahıl, hububat, çelik ve çeşitli inşaat malzemeleri geliyor. Depremin Türkiye ekonomik büyümesine %2’lik bir gerileme getireceği öngörülürken; Kıbrıs’ın kuzeyinde özellikle gıda fiyatlarında ekstra bir artış yaşanmasının kaçınılmaz olduğunu ifade etmek gerekiyor.
Özellikle tahıl, gübre ve hububat gibi ithal ürünlerde, Türkiye dışında en büyük ithalat partnerlerimizin Rusya ve Ukrayna olduğunu hatırlatmakta yarar var. Çünkü görünen o ki gıda güvenliği konusunda daha derin bir problem ile karşı karşıyayız.
2021 yılında, Rusya’dan yaptığımız 11,7 milyon Euro değerindeki ithalatın %95,7’si tahıl ya da benzeri ürünler; Ukrayna’dan yaptığımız 32,4 milyon Euro değerinde ithalatın %99’u tahıl ve benzeri ürünleri oluşturmaktadır.
Bu ülkelerin 2022 yılında savaşa girmiş olması, kötü iklim koşulları gibi olumsuzlukların yanında, deprem nedeniyle Rusya ve Ukrayna’yı ikame edebileceğimiz Türkiye’deki tahıl piyasasındaki bozulmalarda fiyatların yukarı yönlü oynamasına sebep olmaktadır. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti’nin merkezi rol oynadığı Karadeniz Tahıl İnisiyatifinin önümüzdeki süreçte kırılgan olma ihtimali, özellikle Mayıs sonrası seçimlerde daha bariz olacaktır.
Bütün bu unsurlar da, özellikle gıda maddeleri, hayvan yemi, gübre gibi yaşamsal ürünlere erişim konusunda zorluk yaşanacağı, fiyatların artacağı ve belli kesimlerin gıdaya erişiminin zorlaşmasından ötürü kıtlık yaşama ihtimali ile karşı karşıya olduğu açıktır.
Kıtlık, ilk anda kulağa çok uzak ve abartılı bir ifade olarak gelebilir. Ancak, bunun tahmin ettiğimizden daha ciddi bir durum olduğunu ortaya koymakta fayda var. Kıbrıs’ın kuzeyinde resmi olarak açıklanan son hane halkı bütçe anketi 2015 yılına aittir. Hane halkı bütçe anketleri özellikle yoksulluk ve eşitsizliğe dair olan bitene yardımcı olan en önemli referans kaynaktır. Bu çalışmanın yazının başında söz ettiğim tüm büyük şoklardan önce yapılmış olması referans bir değer olarak kurgulayabilmemiz için değerlidir. Çünkü daha önce de vurguladığım gibi paylaşılacak tüm rakamların vahameti, görece daha sorunsuz zamanları temsil etmektedir. Ancak sorunsuz zamanlarda bile yoksulluk ve eşitsizlik gibi sorunlar son derece barizdir.
Ölçülen yoksulluk oranı %22,2 seviyesindedir. Yani toplumun %22,2’si genele göre yoksulluk sınırının altında bir yaşam sürmektedir. (3) Özellikle kadınlar daha mağdur bir durumdadır. Mağusa ve İskele’de yoksulluk olgusu çok daha derindir. Kuzey Kıbrıs’ı 100 kişilik bir coğrafya olarak düşünsek en zengin 40 kişi gelirin %64,5’ini alırken, en yoksul 40 kişi gelirin %18,7’ine erişebilmektedir. Aynı zamanda; gelir uçurumu da genişlemektedir. Yoksul hane halkları gelirlerinin %23,2’sini gıda için harcamakta, ardından %27,2’sini ev harcamalarına (kira) ve %14,7’sini ise ulaşıma harcamaktadır. Yani yoksul hane halkları toplam gelirinin %65,1’ini gıda, ev (kira) ve ulaşıma harcarken;, eğitim, sağlık, giyim gibi zaruri harcamalar hanehalkları için lüks bir niteliğe bürünmektedir.
Bu durumda yukarısı ile bağlantılı olarak, 2015 yılında gelirinin %65,1’ini gıda, ulaşım ve eve harcayan yoksul hanelerin, 2022 yılına geldiğinde brüt asgari ücretin 1730 liradan 13,563 TL’ye ulaşması %783,9 seviyesinde bir artışı gösterirken; geçen 8 yılda gıda fiyatlarının %788, ulaşımın %717 ve ev harcamalarında ise %570 civarında fiyat artışı yaşandığını hatırlatalım. 2016 yılından 2021 yılı sonuna kadar kktc ekonomisinin toplam büyüme hızının -1,4% seviyesinde olduğunu belirtelim.
Düşük büyüme hızı, yüksek enflasyonun yaşandığı bir coğrafyada yoksulluk ve eşitsizliğin daha belirgin olması kaçınılmazdır. Buradan hareketle 2015 yılı verilerine göre hesaplanan göreceli yoksulluk oranının %22,2 seviyesinin bugün artmış olduğuna ve en masum tahminlerin dahi adanın kuzeyinde ikamet eden neredeyse her 3 kişiden birinin görece yoksul olduğunu ortaya koyabilir; yaşanan son depremle beraber var olan yoksullara yenilerinin eklenmesinin yanında, mevcut yoksulların da artık daha derin bir yoksulluk sarmalında yaşadığını söyleyebiliriz.
Bu vahim durumun mevcudiyeti konusunda ikna edebildiysem, şimdi ne yapmak gerek sorusunun cevabına da bakmakta yarar vardır.
Elbette, bunun için sihirli bir formülün olduğunu iddia edecek değilim. Ancak yaşananlardan alınabilecek derslerin olduğu ve buna odaklanarak belli başlı politik kararların alınmasının olmazsa olmaz olacağı açıktır.
Bu politik kararların toplumsallaştırılıp, ahlaki çöküntüye karşı yasal çerçevesinin derinleştirilmesinin en azından bugün deneyimlediğimiz berbat koşulları çözmeye yardımcı olmasının yanında, yeni şoklarla karşılaşılması durumunda da daha direngen bir durum yaratabileceği muhtemeldir.
Ancak, burada birkaç kelam olarak ortaya konulan başlıkların çok disiplinli bir biçimde daha derin bir çerçevede sistematik olarak ele alınması da gerçekçi bir siyasi reçete olmasını sağlayabilir. Aksi takdirde, ilk eleştiri hakkını kendime saklayarak altta sunacağım ifadelerin tek başına yetersiz olduğunu kabul etmek gerekir.
Kaynakça ve Dipnotlar:
- Aşırı yoksulluk, gıda, güvenli içme suyu, sanitasyon tesisleri, sağlık, barınma, eğitim ve bilgi dahil olmak üzere temel insani ihtiyaçlardan ciddi şekilde yoksun bırakılma ile karakterize edilen bir durum" olarak tanımlanan yoksulluğun en şiddetli türüdür, sadece gelire değil aynı zamanda ilgili hizmetlere erişime de bağlıdır.
- Poverty and Shared Prosperity 2022: Correcting Course, https://openknowledge.worldbank.org/server/api/core/bitstreams/d1d1b66e-e097-565d-8fa1-8fa4112730e6/content
- https://www.abbilgi.eu/tr/assets/docs/AB%20finansmanli%20Dunya%20Bankasi%20Raporu%20Kibris%20Turk%20toplumunda%20Yoksulluk%20ve%20Sosyal%20Yardimlar%20Subat%202019.pdf?fbclid=IwAR2Jc_pNv-c6TsTFqhzSTIfSloWoDDhPPol3M-asi56PhbGZcS-faTbj_ug