DERSİN ADI
DERSİN ADI
Neriman Cahit
Bir hocamız vardı: “Viktorya Kız Lisesi”nin ikinci sınıfında. Daha sınıfa ilk girdiği dersten beni çok etkilemiş, ders zili çalınca da, bize anlattığı ve çok etkisinde kaldığım, “Dersin Adını” öğrenmek için peşine düşmüştüm…
“Benden mi etkilendin yoksa dersin içeriğinden mi?” diye sorunca da “her ikisinden de” yanıtını alınca, beni omuzlarımdan tutup: “Bu tür kitaplar istediğinde bana gel: Kafam, yüreğim, beynim ve tüm kütüphanemle yardım ederim…” demiş ve yardıma ‘sevgisini’ de ekleyerek, bir gün:
- Bana tam doğru olarak söyle, hayatta ne olmak istiyorsun? diye sormuştu, gözlerimin içine bakarak…
… Önce insan sonra da “ben” olmak istiyorum… deyince de, bana kütüphanesinin kapısını açmış… Ve,
Bana, “beni” kazandırmıştı…
SANA ‘KENDİNİ’ KAZANDIR…
Ne yaptığını ne dediğini biliyordu…
Zaman: II. ‘Dünya Savaşı’ zamanı…
Savaşın içinde olanlar gibi, ülkemizde de müthiş bir fakirlik hüküm sürüyordu… Çünkü “İngiliz Müstemlekesi” olarak, biz de, özellikle Alman denizaltılarının ağır kuşatması altındaydık…
Bu dönemde, gittikçe içe kapanmamı keşfetmişti Hocam… Bir gün, ben kütüphane(sin)de bir kitaba dalmışken: “Gel, biraz sohbet edelim” diyerek, beni yanına çağırdı ve gözlerimin içine bakarak:
“Bu söyleyeceklerimi sakın unutma Neriman: ‘Etkin iletişim kurma’ işlevine başlamalı ve ilk etkin iletişimi’ kendinle kurmalısın… Bu, hayatta, başarının ilk koşuludur…” diyerek, bunun tam olarak “anlamlandırılmasını” istedi benden, verdiği bir tarihe kadar…
Neredeyse, günde (30 saat) düşündüm durdum ama bir sonuca da varamadım…
Nihayet, ona gideceğim Perşembe günü gelip çattı… Bir yanıt bulamamış, büyük bir boşluk içinde, gitmiştim… Sıkıntı ve utançtan tek söz edecek durumda değildim. Bana, sıcak bir çay getirerek, taa gözlerimin içine baktı ve hiçbir zaman unutamayacağım şu sözleri vurguladı, teker teker:
“En etkin iletişim, insanın ‘kendisiyle’ kurduğu iletişimdir… En önemli konuşma ise, kendinizle yapacağınız konuşmadır…
Bunlar, insanın, kendisini tanımasına, önemsemesine ve başarmasına neden olur…
ONUN BAŞARISI…
Biz okulu bitirdiğimiz zamanların ötesinde, ansızın Almanya’ya gittiğini duydum. O, iletişimi kurdu benimle ve bazı arkadaşlarımla yeniden…
Sonra, her şey koptu… Bir daha da onunla ilgili bir şey öğrenemedim…
Ama, bana öğrettikleri, hala bir “anahtar” gibi duruyor, beynimde ve yüreğimde…
Bazen düşünüyorum da o hocam gibi insanlara asıl şimdi ihtiyacımız olduğuna inanıyorum…
NEDENİ…
Bunları, bunca sene sonra yazmaya neden mi gereksindim… “Ahh, Anılar! demeyeceğim çünkü, Ahh, gerçekler!!!” daha ağır basıyor…
Bir uzman Doktor arkadaşla konuşmamızın malzemeleriydi neredeyse… Ona göre, toplumda hem iş hem de özel hayatları yolunda görülenlerin aslında hayatlarında büyük bir kaygı ve hoşnutsuzluk hakim… Üstelik (%16-20) yaş civarındakilerde kalp hastalığı ve sinir bozukluğu hakim!
Bundan daha da önemlisi – çok önemlisi – bunların “özel yaşamlarının da kalmadığı…
***
Dayanamayıp sordum: Peki, bu toplumda ‘iş ve özel yaşamlarından memnun ve mutlu olan hiç mi yok…”
- Maalesef yok… Mutlu görünenler de ‘gerçekçi’ değil… Ne kendileri ve hayatlarından memnun… Ne çevreyle barışık ne de Pollyanna gibi mutlu ve umutlu…
***
… Peki, sonuç…
Onu da gelecek haftaya bırakalım…
---------------------------------------------------------------------------------
TAM BİR SANATÇI… VE YAZAR…
Heidi Trautmann’ı, ülkemize geldiği günden beri tanıyorum neredeyse. Doğduğu günden (1941’den) beri yaşamı hep ülkesi Almanya – Afrika ve Kıbrıs’a uzanan “yolu ve yolculuğu” gayet ilginç…
Öncelikle şunu söylemem gerek: O, insan sevgisiyle dolu bir insan… Gerçekten de Tanrı’nın ondan esirgemediği “yaratı yeteneğini” öylesine mükemmel kullanıyor ki!
Yaşamı sanki, ‘gezgin bir sanatçı’ olarak geçmiş… Geçmekte… O, Prusya’da doğmuş (1941). Sonra Angola’da görevli babasıyla yaşamış ve Güney Afrika’da evlenerek, iki çocuk sahibi olmuş… (Hayatını, hep sanatın aktif alanlarında çalışarak kazanmış… Hala da öyle olduğu gibi…)
1980’de yurdu Almanya’ya dönerek, yeniden ‘sanata’ yoğunlaşmış, sanatçı arkadaşlarıyla…
GEMİ YOLCULUKLARI…
Eşinin de “Deniz-Gemi ve Deniz Yolculuklarına merakı yüzünden büyük bir heyecanla altı yıl çalışarak kendilerine yeten bir gemi yaparak, bütün Akdeniz’i dolaşmışlar, hep aynı heyecan ve öğrenme dürtüsüyle…
Sonuçta (1999) yılında yolları Kıbrıs’la çakışmış…
Ve, geliş o geliş…
Hala aynı heyecanla yaşar ve yaratılarını sürdürüyorlar…
***
Bu süreçte, Heidi,yaşadıklarını Almanca olarak iki kitap şeklinde yayınlamış…
2005 yılından beri de, ülkemiz gazeteleri ve kendi “websitesi’nde, Sanat ve kültür olaylarını” irdelemekte, oldukça da ilgi çekmektedir.
Bu çalışmaları – kendince önem sırasına göre – 2010 yılında İngilizce – Türkçe olarak, EMAA’nın bir yayını olarak çıkmıştır…
ÖNEMLİ BİR TANIKLIK DAHA…
Heidi Trautman, sıradan olmayan – çok üretken – ürettiklerinin çoğu da sanat konusunda – özellikle de çoğu ülkemizle de – ilgili olduğu için her satırı dikkatle okunması, hatta, her satırının Türkçeye çevrilmesi gereken önemli ve başarılı bir eser daha üretmiş… (Haa, ufak tefek hataları yok mu, var… Ama, hangi ‘ilk eserde’ yok ki bunlar… Üstelik burası onun ‘doğduğu her soluğunu aldığı bir ülke (si) de değil…”
Ama, öylesine ince ve insanın içini titreten şeyleri kaleme almış ki…
Sanatçılarımızın eserleri konusundaki eleştirilerini de yapmış ve bunları Almancaya da çevirmişti…
Bu kitabın başka bir önemi de, Heidi’nin, hayatın, ‘incelen – kırılgan ve acıtan kısımlarını’ da ellemiş olması…
***
… Bu kitap bir yabancı gözüyle ülkemiz, “Sanat + Bu yöndeki gerçekliklerine, bir ışık tutuyor… Konusunda her ‘ilk eser’ gibi, küçük eksiklikleri var ama alır, okur ve bizzat yazarı ile ilişki kurarak, tartışırsanız çok daha başarılı olacağına inanıyorum.
***
*** Aslında, onun kişiliği ve ürettiklerine baktığımızda tam bir sanatçı olduğunu anlarsınız; çünkü, sadece üretilenlere bakmıyor ve o konularda yazmıyor. Kendisi de üretiyor ve gerçekten de çok başarılı...
Çalışmasını: “Türkçe – Almanca” olarak vermesi de çok olumlu...
***
Teşekkürler Heidi…
O, yorucu ama güzel emeğin için…
Toplumumuz adına da çok teşekkürler…
-----------------------------------------------------------
PARANTEZ…
Ne güzel, insanın bir sürü ‘Yüksek Uçuşlardan’ kendini arındırmış olması…
Ne güzel, yürekleri sevgiyle dolu güpgüzel ‘İnsan Yüreklilerle’ aynı patikada yürümek…
***
Ve, sevgileri çoğaltmak…
Yenidüzen’in güzel yürekleri… Öyle güzel çoğalıyor ve çoğaltıyorsunuz ki…
***
Sevgi ve Dostluğu…
Aşkolsun…
***
Sevgi ve teşekkürlerimle…
N. C