Derûn
Müge Uğurlar’dan Mevlana’nın Mesnevisi’nin yol göstericiliğinde bir ‘nefs’ terbiyesine ulaşma hikâyesi: Derûn
Murat OBENLER
Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde uluslararası yarışmada yarışan Derûn’un yönetmeni Müge Uğurlar ile Mevlana’nın, “Bu seyahati başlatan kıvılcım sevgi ve meyildi. Devamında ise engeller ve imtihanlar aşılmaz bir tümsek gibi durdu. Ölüm bu tümsekleri aştı ve bedenlerin ötesinde ruhların vuslatı gerçekleşti. Geçici dünya ve değişmeyen hakikat arasında yapılan bu yolculukta kimileri yolda kalsa da kimileri bu yolculuğu tamamladı” sözleriyle açıkladığı Türkiye-Belçika ortak yapımı ilk uzun metraj filmini konuştuk.
Girne doğumlu olan Uğurlar ile filmin yazım, çekim ve festival sürecine dair keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
“Çok kıymetli, çok özel bir ekibimiz var. Gerçekten sette birbirini anlayan ekip başlarının olması yönetmen için büyük bir kolaylık yaratıyor. Ekiple bir aile gibi olduk”
Film ekip işidir derler hep. Sizin de hatırı sayılır bir zamana dayanan bir çekim ekibiniz var. Bu birbirini tanıyan, bilen, anlayan, iş yapma yöntemini bilen insanlardan oluşması adına büyük bir avantaj oluşturduğunu düşünüyorum. Hazır bir ekiple işe başlamak da hem büyük rahatlık hem de tıkır tıkır işleyecek bir yapım sürecinin de garantisi. Bize biraz bu ekipten bahseder misiniz?
Müge Uğurlar: Çok kıymetli, çok özel bir ekibimiz var. Görüntü yönetmenim Sami Saydan ile ustam Faruk Teber’le yönetmen yardımcılığı yaptığım döneme dayanan 15 yıla yakın bir tanışıklığımız ve iş arkadaşlığımız var. Dijital platform GAİN’de yayınlanan ve Türkiye’de bir ilk olan bir Japon çizgi roman uyarlaması olan Kurtuluş Lisesi’ni senaristimiz Makbule Kosif yazdı, proje tasarımını, yazım tasarımını yaptı. Sami ile oradan başlamıştık. Onun teknik ekibi de aynı başarılı arkadaşlardan oluşuyor. Işık şefimiz de set teknisyenimiz de aynıdır. Gerçekten sette birbirini anlayan ekip başlarının olması yönetmen için büyük bir kolaylık yaratıyor. Herkes neyi istediğini, ne kadar yapabileceğini biliyor. Makbule hanım ile Aşk Laftan Anlamaz dizisinde çalışmaya başladık ve 9 yıldır çok iyi bir ekip oluşturduk. Yönetmen-senarist ilişkisi çok önemlidir. Bir projenin dünyasını kurmak yazım aşamasında başlıyor ve o yazım aşamasını yönetmen-senarist birlikte aldığında çok verimli ve keyifli bir metin ortaya çıkıyor. Bu dirsek teması her iki kişinin de elini rahatlatıyor. Senaryo film için herşeydir. O iyi olduğunda ve yönetmen de onu içselleştirdiğinde iyi bir teknik ekiple süreç su gibi akıp gidiyor. Bu ekiple 5. Projeyi hazırlıyoruz. Biz birbirimizi çok da seviyoruz. Bu iyi ilişkiler işleri çok kolaylaştırıyor, keyif almamızı sağlıyor. Bir aile gibi olduğumuzu söylesem abartmış olmam.
“Senaryo yazımı da bir takım çalışması şeklinde sürüyor. Senaryom hiç gezmedi. Bütünlükteki enerjiye inanan bir insanım ve her oyuncunun da enerjisi tuttu”
Filmin üç senarist tarafından yazılmış olması da olumlu anlamda ilginç bir durum yaratıyor. Nasıl bir yazım süreci oldu?
Makbule’nin başında olduğu doğru iş bölümüyle ilerleyen bir süreç oldu. Ana senarist Makbule Kosif hanımdır. Yaratım süreci Makbule hanımla başlar ve finali de onla yaparız. Senaryo yazımı da bir takım çalışması şeklinde sürüyor ve biz de iyi bir takımız. Makbule hanım mesleki olarak da hayatta da çok tecrübeli bir senaryo yazarıdır. İlk kararımız film yapmaktı ve sayısını tam olarak söyleyemesem de 500 bölüm civarı dizi senaryonu yazımından ve ben de 100 bölümlük çekim sürecinden sonra bir sinema filmi çekmeyi çok istiyorduk. Hikayeler konuşulan süreçte bir gün fikri bularak geldi ve ben de çok beğendim. Karadeniz coğrafyasını da dört mevsim maksimum kullanacağımız bu hikayeyi çekme hedefiyle adım adım ilerledik. Ben saha yönetmeniyim, masa değil ve masa başında tasarladığımız herşeyi coğrafya bize sağladı. Ne yağmurlama yaptık, ne sis ne de kar yağdırdık. Hepsini doğa bize sağladı. Belli bir coğrafyada film çekiyorsanız yerel halkın da sizleri desteklemesi gerekir ve bu anlamda Of’lu ortak yapımcımız Emre Balık sayesinde bizlere bölge insanı çok yardımcı oldu. Tabi film çekimleri o bölgeye ekonomik bir katkı da yapıyor, hareketlilik de getiriyor. Çok da keyifli bir oyuncu kadromuz vardı. Senaryomun hiç gezmeden okuyan her oyuncunun tamam demesi de büyük bir şanstır. Bütünlükteki enerjiye inanan bir insan olarak her oyuncunun da enerjisinin tuttuğunu söyleyebilirim. Enerjiyi bozan kişinin benim setimde işi olmaz.
“Yönetmenin nasıl olduğu çok önemlidir çünkü setin bütün dünyasını ve duygusunu o kuruyor”
Sizin oturmuş ekibinizin de bir büyük/güçlü enerjisi oluşuyor ve proje bazlı gelenler de bu enerji içinde uyumlaşarak ilerliyor.
Benim için yönetmenin nasıl olduğu çok önemlidir çünkü setin bütün dünyasını ve duygusunu o kuruyor. Yönetmenin ekiple iletişimi, yaydığı frekans çok önemlidir. Yönetmenin sete girişinden o günün nasıl geçeceğini anlarsın. Ben de kötü girmişsem ekip beni enerjisiyle, sevgiyle, yaklaşımıyla beni toplarlar. Biz tez canlı bir ekibiz. Derun’un senaryosu,çekimi ,yapım sonrası 3,5 yıllık bir zamana dayanır.
“Kıbrıs’ın frekansı çok yüksek, insanlar adada rahat, hoşgörülü ve anlayışlı”
Bu enerjinin oluşumunda Akdenizin güzel adası Kıbrısta doğuşunuzun ve bir süre orada yaşamanızın de rolü var mı?
Ben Kıbrıs’ta doğdum, ailem Adanalıdır. Kıbrısla bağımız hiç kopmadı. Ablam Kıbrısta okudu orada evlendi ve hayatını uzun yıllar Kıbrısta sürdürdü. Ben iki yılda bir Kıbrıs’a giderim. Ben asker çocuğuyum ve Kıbrıs’ı çok severim. Bir ay önce oradaydım. Karmi’ye, Bellapais’e, Karpaz’a her gittiğimde uğrarım. Kıbrıs benim için çok değerlidir. Ustam Faruk Teber’in eşi Mine Teber de Kıbrıslıdır. Kıbrıs’ın frekansı çok yüksektir. Ada psikolojisi de hakim olduğu için daha rahat bir ortam vardır. İnsanlar adada rahat, hoşgörülü ve anlayışlıdır. Sosyolojik, politik ve ekonomik olarak farklı bir ülkeden Kıbrıs’a geldiğimde rahatlıyorum. Sakin bir Yunan adasına gitmiş gibi hissediyorum.
Doğduğun yer insan hayatında önemli bir yere sahiptir. Doğum haritana bakarken bile doğum yerine bakarlar. Sen anne-babanın değil kendi doğduğun yerlisindir. Ben Girne doğumluyum.
“Mevlana’nın Mesnevisi bir hayat kitabıdır. İnsanın yaşamında belli aralıklarla okuması gereken bir başyapıttır. Mesnevi bize çok iyi bir yol haritası oldu”
Filmin çıkış noktası Mevlana’nın Mesnevi’si sanıyorum.
Evet. Makbule’nin buldum dediği şey padişah-cariye hikayesini 40 yıllık bir aşk hikayesine dönüştürerek anlatmak fikriydi. Ben de Türk Dili ve Edebiyatı mezunu bir sinemacı olarak bu fikri çok beğendim. Mevlana’nın Mesnevisi bir hayat kitabıdır. İnsanın yaşamında belli aralıklarla okuması gereken bir başyapıttır. Her okuduğunda farklı yorumluyorsun. Dünyadaki birçok dile de çevrilen Mevlana’nın Mesnevisi bize çok iyi bir yol haritası oldu. Karakterler ve karakterlerin temsil ettiği metaforları da üzerine ekleyerek çıkan hikayeye de bakarak son senaryo aşamasına geldik. Marife kibiri, Yahya ise Mürşit-i Kamil’i temsil ediyor. İlyaslar ise kötüdür.
“Coğrafya önemli bir başroldü"
Hikaye örgüsünde kış mevsiminin de atmosfere oldukça fazla katkısı var. Bu zaman-mekan ilişkisini nasıl yarattınız?
Bizim derdimiz karanlık bir film yapmak değildi ama karakterlerin iç dünyası kasvetli olduğu için Kış mevsimi buna çok iyi karşılık geldi. Üçünde (Marife,Yahya,Ateş) de bir yüzleşme ve farkındalığa giden bir yolculuk var. Marife kendisiyle yüzleşiyor, Yahya kendiyle, gerçeklerle yüzleşiyor, Ateş babasıyla yüzleşiyor. Bize biraz pus ve pusun dağılmasıyla beyaz karlarla örtülü bir coğrafyada Marife’nin kendini affettiği duygusunu vermek istedik. Coğrafya önemli bir baş roldü.
“Aşkın sebep olduğu aşırı inanma, hayal kırıklığı, kibir, öfke ve kendini kapatma hali filmde uzun uzun veriliyor”
Aşk ve kibir filmin en önemli duygulanımları. Büyük bir aşkla başlıyor hikaye ve daha büyük bir kibirle sürüyor.
Aslında aşkın sebep olduğu aşırı inanma, hayal kırıklığı, kibir, öfke ve kendini kapatma hali filmde uzun uzun veriliyor.Marife terkedildiği anı dondurmuş ve sürekli kıyafet dikerek aynı kıyafetleri giyiyor, para nedir bilmiyor, takas usulü hayatını sürdürüyor, kimseyle konuşmuyor. İnsanların deli dediği Marife’nin dünya ile hiçbir bağı yok. Kapı çalındığında Ateş’in sesini duyunca tanıdık geliyor. Yani Mesnevi bize hem duygularda hem de temsiliyetlerde yol haritası oldu.
“Filmde bir ruh terbiyesi de görüyoruz. Yüz güzelliği, ruh güzelliği, dünyevi aşk, ilahi aşk konularını hep hikayede işliyoruz”
Nefs de aslında ciddiye almamız ve uğraşmamız gereken temel şeylerden birisi değil mi?
Filmde bir ruh terbiyesi de görüyoruz. Yüz güzelliği, ruh güzelliği, dünyevi aşk, ilahi aşk hep hikayede işlediğimiz konular. Filmin tasavvufi bir okuması da kesinlikle vardır çünkü kutsallığı olan bir eserden esinleniyoruz. Orda her insanın terbiye etmesi gereken nefsin terbiye edilememesinin başımıza neler açtığını da gösteriyoruz. Yahya da nefsine göre hareket ediyor. Sonunda da bir yüzleşme oluyor.
Film İlyas’ın evi terk etmesiyle başlıyor ve sonunda da yine aynı sahne ile bitiyor.
Biz filmi klasik bir şekilde başlatmak istemedik. Aslında olaylar İlyas’ın evi terk etmesiyle başlıyor ve yine sonda bu sahneye dönüyor.
“Keskin bir iyilik-kötülük ayırımına inanmıyorum. Her insanın içinde nefsten kaynaklanan iyi de, kötü de, aşk da, kin ve nefret de vardır. İnsana ait olan her şey nefestir”
Filmde iyilik temsili olarak görebileceğimiz bir karakter de olmadığını gözlemledim. İyilik-kötülük dengesi şeklinde ilerliyor ya her şey.
Evet filmde iyi birisi yok ama iyilik nedir? Ben keskin bir iyilik-kötülük ayırımına inanmıyorum. Her insanın içinde nefsten kaynaklanan iyi de, kötü de, aşk da, kin ve nefret de vardır. İnsana ait olan her şey nefstir. O yüzden her şeyi yapma ve hissetme potansiyeline sahibiz. İyilik-kötülük diye kesin kavramlar olduğunu düşünmüyorum.
Sonunda bir ilahi adalet dokunuşu var.
Evet öyle oluyor. İnsanın sadece kendini veya karşısındakini affetmesi yetmiyor. Marife filmin sonunda İlyas’ı affetti ve kendine döndü ama doğa ana dediğimiz, toprak ana onu kabul etti. Evren, yaratıcı cezayı kesiyor.
“Biz bir festival filmi yaptık ve dünyayı gezdi, geziyor da. Toplam 5 ödülümüz var”
Festivaller sizin için ne anlam ifade ediyor ve arzuladığınız frekansta ilerliyor mu?
Biz bir festival filmi yaptık ama bir ilk film olması hasebiyle çok büyük festivallere uğrayamıyor. Bu çok bizden, bizim, bütçesini de bizim yaptığımız bir işimiz. Film dünyayı gezdi ve geziyor da. Ben çok memnunum. Bollywood Uluslararası Film Ödülleri’nde Yılın Film ödülünü aldı. En İyi Film Ödülünü aldı. Cannes’de Remembering Future adlı festivalde En Yabancı İyi Film ve En İyi Kadın Yönetmen ödülünü aldı, Soulplace Film Festivali’nde En İyi Sinematografi Ödülü’nü aldık. Sırada da Boğaziçi FF, Antakya FF var. Ankara ve Torino’dan haber bekliyoruz. Toplam 5 ödülümüz var.
“Ben ışığı, rejisi, kamerası, oyuncusu, sanat yönetimi coğrafyası, sinematografisi ve müziğiyle filmimi bir bütün olarak görüyorum”
Siz de seyirciyle birlikte filmi izlediniz. Size göre filminizin en güçlü yanı nedir?
Ben dramacıyım ve yüzlerce kez kamera arkasına geçerek filmler yaptım. 15 tane film çektim ve dünya kurdum. Ben ışığıyla, rejisiyle, kamerasıyla, oyuncusuyla, sanat yönetimi ile coğrafyası ile, sinematografisiyle, müziğiyle filmimi bir bütün olarak görüyorum. Ben bu ekibi bir kez daha saymak istiyorum. Yapımcımız Emre Balık, senarist: Makbule Kosif, görüntü yönetmeni: Sami Saydan, kurgu: Gökmen Tosun, oyuncular: Hatice Aslan, Furkan Andıç, Güven Kıraç, Esra Erdemir ve Furkan Kalabalık ve diğer adını sayamadığım güzel insanlar. Filmin müziklerini Mercan Dede yaptı ve gerçekten filmin ruhunu çok iyi destekledi. Derûn bütünsel olarak iyi ve güzel bir film. Derûn gönülden, gönlen sevmek anlamına geliyor.