1. YAZARLAR

  2. Sinan Dirlik

  3. DEVLETİN YANINDA OLMAK…
Sinan Dirlik

Sinan Dirlik

DEVLETİN YANINDA OLMAK…

A+A-

Son 7 ayda bir cehennem çukuruna dönen Türkiye’de en tehlikeli sözcük haline geldi “barış”. Bu zehirli sözcüğü telaffuz eden herkes yaşına, mesleğine, statüsüne, ne dediğine bakılmaksızın “terör destekçisi” damgasını yiyor. Silahların susmasından söz edenlerin derhal ağzına tıkılıyor lafları.


80’lerden bu yana çiğnene çiğnene tatsız bir sakıza dönen “son terörist yok edilene kadar…” cümlesi yeniden rağbet görüyor. Artık meselemiz silahların susması, 40 yıllık adı konmamış iç savaşın, gelecek kuşaklarda olumsuz iz bırakmayacak şekilde tanzim edilmiş onurlu bir barışla bitirilmesi değil. Artık mesele, imha! Devletle bütünleşen AKP, devletin 100 yıllık mirasını tüm şiddet yöntemleri ve diliyle sahiplenirken, bu kötü ve kanlı mirasın ülkeye mevcut acıları katmerlemekten başka katkısı olmayacağını bilen ve dillendirenlerin sesini kısmaya yöneltti tüm enerjisini.


AKP, devlet hattında bir çizgi çekti ve hepimizi bu çizgi doğrultusunda pozisyon almaya zorluyor. Önerme net: “Ya devletin yanındasın ya terör örgütünün!”…


Koşulsuz, “amasız” barışın yanında olma seçeneğimize; silahların susmasını, sivil ölümlerin son bulmasını, şiddete son verilmesini talep etme sorumluluğumuza kulaklar, yürekler kapalı.


Tamam, devletin ve devletle bütünleşen AKP’nin yanında olalım… Ama bunun için güçlü nedenlere ihtiyacımız var. Başbakanın Mardin’de açıkladığı, (hadi adına takılmayalım) “Terörle Mücadele Eylem Planı” iyimser bir başlangıç olabilirdi bunun için.


Ama ne dedi Mardin’de Başbakan? “Çukur açacağınıza Anayasa Komisyonu kurduk, oraya gelin!”… Kim gelecek Anayasa Komisyonuna?


HDP! HDP Anayasa Komisyonu çalışmalarına fiilen katılıyor zaten?
Yeni ve demokratik bir anayasaya kimsenin itirazı yok? Ama eğer yeni anayasanın ön koşulu olarak “Türk tipi Başkanlık sistemi” gibi bir garabet dayatılacaksa kim neden otursun o masaya? Oturdu diyelim, devletin en üst makamından, HDP’sinden CHP’sine en ağır hakaretlere maruz kalan muhalefet, AKP’nin ruhani liderine başkanlığı hediye etmek üzere o masada oturmaya niye devam etsin?


Devamında ne dedi Başbakan? “İstişare Meclisleri kuracağız ve bunları muhatap alacağız”… Muhatabın var zaten? Seçilmiş milletvekilleri orada… Seçilmiş Belediye Başkanları, Belediye Meclis üyeleri orada… Sivil toplum kuruluşları, Meslek Odaları orada… Bütün bunları bırakıp, yeni “muhatap birimleri” inşa etmek neyin nesi? Başka bölgelerden ithal mi edilecek bu “İstişare Meclisleri?”… Hangi statüyle? Hangi meşruiyetle? Ve neden? Bir yandan sandığı demokrasinin ve halk iradesinin yegane unsuru olarak görüp, bir yandan o sandıktan çıkan iradeyi tanımadığını ve yerine yeni bir irade oluşturacağını ilan etmek neyin nesi?


“Bunların istediği feodal düzen” diyor Başbakan. Aşiretler düzeyinde koruculuk sistemini örgütleyen devletin bizatihi kendisi değilmiş, AKP grubu aşiret mensubu milletvekillerini dışlıyormuş gibi…


Doğru, feodal düzenin kalıntıları Kürt sorununun çözümünde önemli bir engel… Feodal düzen kalıntılarının ortadan kaldırılması devletin ve 14 yıldır devleti yöneten AKP’nin sorumluluğu değil mi? HDP’nin tüm örgütlenme yapısı ve milletvekili profili, feodal düzenin temellerini dinamitleyecek biçimde %50 kadın kotasıyla Başbakanı tekzip etmiyor mu? HDP, feodal düzenin kalıntılarının temizlenmesi gibi samimi bir hedef varsa, olası en sağlam yol arkadaşı değil mi?


Tamam, devletle bütünleşen AKP’nin yanında yer alalım… Ama bunun için tutarlı bir duruşa ihtiyacımız var. Ne diyor Başbakan? “Komşu ülkelerle kardeşliği tesis edeceğiz!”…


Irak’ta merkezi hükümete rağmen Kürdistan Bölgesel Yönetimiyle iş birliği yapıp, Suriye’de merkezi hükümete rağmen “isyancı/ cihatçı” unsurlara her türden lojistik desteği verip, komşu ülkelerin istikrarına doğrudan saldırarak mı?


Türkiye’de AKP iktidarı dışında hiç kimse komşu ülkelerle eşitliğe, karşılıklı çıkarların gözetildiği dostane işbirliğine karşı değil ki? Beğenelim beğenmeyelim, komşu bir ülkenin rejimine, devlet yapısına karşı açıkça ve kabaca saldırgan bir tutum izlemenin, rejim ithal etmenin kardeşlikle ilgisi ne? Türkiye yıllarca Suriye’nin PKK’ye verdiği desteği eleştirmedi mi? Aynı Türkiye şu anda “eğit-donat” siyasetiyle Suriye devletini iç savaşa sürükleyen silahlı muhalif güçlere her türden desteği, üstelik açıkça vermiyor mu? Aynı Türkiye, angajman kurallarını bahane ederek Rus uçağını düşürüp, mevcut cephelerine yeni bir cephe açmadı mı?
Hep devleti suçluyorsunuz, örgüte laf etmiyorsunuz diyor AKP!


Doğru, örgüt silah bırakmalı ve demokratik siyasete geçmeli! Örgütün silah bırakması ve beylik deyimle “düz ovada siyaset yapması” her şeyden önce yasal ve anayasal düzenlemelerin yapılmasını gerektirmiyor mu? HDP ve Kürt siyasetçileri yıllardır “gelin silah bırakmanın yasal zeminini hazırlayın” demiyor mu? “Silah bırak, siyaset yap” diyen devlet ve onunla bütünleşen AKP, demokratik siyaset yapmaya yeltenen herkesi bin bir bahaneyle kulağından tutup içeri tıkmıyor mu?


Tamam devletle bütünleşen AKP’nin çizdiği hatta buluşalım… Ama bu hat adil, gerçekçi ve barışa hizmet eden bir hatsa… Bu hat, hiç değilse bir tutam tutarlılık taşıyorsa… Neden olmasın?


* * *


Kıbrıs’ın Kuzeyinde vicdani retçi Nuri Sılay’ın durumunu dikkatle izliyoruz. Çok sevindirici gelişmeler var. Hemen her partiden, hemen her düzeyde siyasetçi Nuri’ye ve “vicdani ret” hakkına sahip çıkan, destekleyen mesajlar veriyorlar. İyi güzel de… Vicdani ret bir haktır diyen siyasetçiler, konuyu meclise taşımayı ne zaman düşünecekler? Zira destek mesajları biz yetkisizler için anlamlı… Yetkisi olanlar eğer gerçekten samimilerse, artık lafı bırakıp konuyu meclise getirip, gerekli yasal düzenlemeyi yapmalılar… Vakit geçirmeden…

Bu yazı toplam 3186 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar