1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Devletin yumuşak karnı vicdani ret idi”
“Devletin yumuşak karnı vicdani ret idi”

“Devletin yumuşak karnı vicdani ret idi”

Kıbrıs’ın kuzeyindeki ilk vicdani retçi Salih Askeroğlu’nun hikayesini, dönemin tanıkları YENİDÜZEN’e anlattı...

A+A-

Ödül Aşık ÜLKER

Salih Askeroğlu, Kıbrıs’ın kuzeyindeki ilk vicdani retçi... 1993 yılında vicdani reddini açıkladı, tutuklandı, sonrasında askere gitmeye “ikna edildi” ve kaçtı. Kıbrıslı Rum eşi Yiota ve çocuğu ile zor zamanlar geçirdi, ne kuzeyde, ne de güneyde rahat edebildi.

Askeroğlu’na destek için düzenlenen kampanyasında ön saflarda yer alan ve tutuklanan Şair-Yazar Neşe Yaşın, Salih Askeroğlu’nun vicdani ret kararının o dönemde çok zor bir karar olduğunu söyleyerek,

“Bütün Türk ordusunu karşınıza alıyorsunuz. En hassas oldukları konu buydu, herşey olabilirdi. Solculuğa, militanlığa, herşeye tamam ama devletin yumuşak karnı vicdani ret idi, özellikle Kıbrıs’ta vicdani ret” dedi.

O günlerde, 20 yaşında bir genç olarak kampanyada görev alan Kıbrıs’ta Vicdani Ret İnisiyatifi Sözcüsü Murat Kanatlı da, “93 yılını düşündüğünüzde, o günün koşullarında, Türkiye gerçekten karanlık bir dönemden geçiyordu, baskılar, faili meçhuller... O dönem içinde bir destek kampanyası yaptık. Biz hareketin içindeyken çok hissetmemiş olabiliriz ama gerçekten zor bir dönemdi” diye konuştu.

 

“O dönemde bu, çok zor bir karardı”

Soru: Salih Askeroğlu, 1993 yılında vicdani reddini açıkladı. O yıllarda vicdani ret Kıbrıs’ın kuzeyinde çok da bilinen bir şey değildi. Salih Askeroğlu vicdani ret yapmaya nasıl karar verdi?

Yaşın: Salih, Kıbrıs’ın Güney’inde çalışıyordu. Yiota ile Limasol’da tanışıyor ve sevgili oluyorlar. Yiota’nın ailesi birlikteliklerine karşı çıkıyor. Gizli gizli buluşuyorlar, orada barınamıyorlar. Sonra Salih, Yiota’yı alıp kuzeye geçmeye karar veriyor ve geçiyorlar. Salih, Mağusa’da, eşi Yiota ile ailesinin yanında kalıyordu. Bana benimle tanışmak istediklerine dair haber gelmişti. Onlarla tanışmak için Mağusa’ya gittik, Salih’in ailesinin bahçesinde, garaj, müştemilat gibi bir yerde kalıyorlardı, ekonomik sıkıntıları da vardı. Salih, kendisini askere göndereceklerini ama Yiota’yı bırakmak istemediğini, gidemeyeceğini söyledi. Yiota yeni doğum yapmıştı. Salih bize, askerlik konusunda ne yapılabileceğini soruyordu. Birisi ona “vicdani ret yapmak ister misin” demişti.

Salih bu konuyu epeyi inceledi, okudu ve bunu yapmak istediğine karar verdi. Önceden vicdani reddi bilmiyordu ama okuduğu zaman “bu bana çok uygun” dedi. O dönemde bu, çok zor bir karardı. Biz de “sana destek için büyük bir kampanya yürütürüz” dedik. Daha sonra Salih, Yiota ve bebek benim evimde kaldılar, o gece bildiri yazıldı ve ertesi gün, 24 Eylül 1993’te, Salih vicdani reddini KTÖS’te açıkladı. O tarih sıradan, herhangi bir tarih değildi, askere gideceği gündü. 27 Eylül’de Salih’i tutukladılar. Bu arada, ben de Yenidüzen’de Yiota ve Salih’in hikayesini yazmıştım, kamuoyu desteğini artırmak için. Gerçekten Yiota ve Salih birbirlerine çok aşıktılar ve aşk için büyük bir cesaret göstermişlerdi. Romantik bir hikayeleri vardı. 

genel-foto-3-003.jpg

“Yiota ve bebeği, güneye gönderdiler. Salih yıkıldı, mahvoldu”

Soru: Salih Askeroğlu tutuklandıktan sonra neler oldu?

Yaşın: Salih tutuklandıktan sonra, Yiota ve bebek benim evde kalmaya başladılar. Daha sonra polis, “asker kaçağına yataklık yapma ve askerden soğutma” iddiasıyla beni de tutukladı. Yiota ve bebeği, Salih’in ailesinin yanına götürmek istediler ama Yiota gitmek istemedi, benim evimde kalmak istedi. Polis “Zaten Neşe’yi tutukluyoruz, burada nasıl kalacaksın” dedi. Ben de “arkadaşlarım var, onlarla ilgilenirler” dedim. Ama beni tutukladıktan sonra, Yiota ve bebeği, BM aracılığıyla Ledra Palace’tan güneye gönderdiler. Tutuklu olan Salih bunu duyunca yıkıldı, mahvoldu.

 

“Durduran’ın şahitliği geçersiz oldu”

Soru: Salih Askeroğlu 3 yıl hapis cezası almıştı. Onun mahkeme süreci nasıl oldu?

Yaşın: Mahkeme sürecinde Alpay Durduran şahitti ama onun söylediklerinin hiçbiri kayda geçmedi. Neden? Çünkü Alpay Durduran’a “Kuran’a el basacaksın” dediler, o da “ben Kuran’a el basmam, çünkü inanmam” dedi. Kuran’a el basmadığı için onun şahitliği geçersiz oldu. Salih’in mahkeme süreci uzadı, sürekli ertelendi.

5-141.jpg

Salih Askeroğlu’nun vicdani ret kararı, YENİDÜZEN’in 25 Eylül 1993 tarihli sayısının 3346’ncı sayısının ön kapağında yer almıştı…


“Beni hücreye götürürlerken, Salih’i gördüm”

Soru: Salih tutuklandı, ardından da siz. Sizi tutukladıktan sonra neler yaşandı?

 

Yaşın: Beni önce Yenişehir’deki polis karakoluna götürdüler. Hiç unutmuyorum, o gün çok şık giyinmiştim, ipek buluzum, uzun eteğim... Bir de çok aç olduğumu hatırlıyorum. Murat ve diğer gençler kapının önünde bekliyorlardı. Polise çok aç olduğumu söyledim. Muratlar yemek almaya gidecekti, polis “gerek yok, zaten bırakacağız, bekleyin” dedi. Bir süre sonra polise bir telefon geldi ve polis bekleyen gençlere “gidin, bırakmayacağız” dedi ve onları gönderdi. Sonra beni Sarayönü’ndeki polis merkezine götürdüler.

Oraya bir kadın polis geldi. Kadın polis bana “şiirlerinizi çok severim, sizi yoklarmış gibi yapayım, ben size ekstra battaniye de vereceğim” demişti. Orada beni hücreye koyacaklardı. Beni geçirmek için bütün tutukluları hücrelerine kilitlediler. Beni hücreye doğru götürürlerken, bir hücrede Salih’i gördüm. Polis konuşmamıza engel oldu, beni geçirip hücreye götürdü. Açlıktan karnım gurulduyordu, taşın üstünde yatacaktım, bir de pis kokan bir battaniye vermişlerdi. Sonra Salih ıslıkla “ben bir asker kaçağıyım, gelin bana bir tas su ver” çalmaya başladı. Bir süre sonra uzun eteğim ve ipek buluzumla taşın üstünde uyudum. Sabah gözümü açtığımda, demir parmaklıkların ardından erkek tutukluların bana baktığını gördüm. Bana “iyi misin?”, “bu memlekette çok haksızlık var” gibi şeyler söylediler. Tuvalete gitmek istedim, onlar da polise seslendi. Polis geldi, “ben seni tuvalete götüremem, çünkü sen tuvaletteyken seni seyretmem lazım” dedi. Kadın polis aradılar, bulamadılar. Polis bana “tuvalete gitme” dedi. Burada avukat Hüseyin Celal geldi, aç olduğumu duyunca çok sinirlendi, polise bağırdı. Çıkarken Muratlara aç olduğumu söyledi, onlar da bana bir şeyler aldı ve içeri sandüviçler, kitaplar gönderdiler. Ama polis tuvalete götürmedi, “askeri mahkemeye gideceksin, orada tuvalete gidersin” dediler. 16 saat nasıl dayandım ben de bilmiyorum.

6-085.jpg

“Polis beni takip ederdi”

Askeri Mahkeme beni teminata bağladı ama hiçbirimizde para yoktu. Sonuçta teminatı Fatma Azgın yatırdı, beni serbest bıraktılar. Bana dava okundu, kimliğimi aldılar. Askeri Mahkeme’de bana dava açıldığı gün, sivil polisler beni izlemeye başladı. Evimin önünde bir araba durduğunu fark ettim. Alpay Durduran’ı aradım, “Evimin önünde bir araba var, içindekiler sürekli eve bakar” dedim. Bana “polisi ara ve sor bakalım onların adamı mı, çünkü faşist biri de olabilir, o daha tehlikeli. Polisin adamıysa rahatlarız” dedi. Ben de polisi aradım ve sordum, polis bana “şimdi ne yapıyor” diye sordu, ben de gazete okuduğunu söyledim. Polis de bana “Vatandaş istediği yerde durup gazete okuyamaz mı” deyince, biz de onların polis olduğuna kanaat getirdik. Gönyeli’de yaşıyordum. Araba kullanmadığım için polise biraz sıkıntı olmuştu. Ben yürürken, polis beni arabayla yavaş yavaş takip ederdi. Otobüse binerim, otobüsü takip eder, inince şehrin içinde yine beni takip ederlerdi.

Bir gün Hüseyin Celal’ın ofisine gittim, beni takip ettiler. Sonra posta kutusundan mektuplarımı almaya gittim, karşısında Boysan Boyra’nın avukatlık ofisi vardı, oraya girdim. Sivil polis de ben Boysan Boyra’nın ofisine çıkınca, banka oturdu. Boysan Boyra ofiste yoktu, sekreterlere “deli oluyorum, bu adam sürekli peşimde” dedim. Onlar bana “Güven Erkal’ın kliniğine git, arka kapıdan çık” diye akıl verdi. Ben aşağıya indim, sivil polisin yanına gittim, “beni neden takip ediyorsun” dedim, “takip etmem” dedi, “niye o zaman her gittiğim yere geliyorsun” dedim, “tesadüftür” dedi. Ben de, “öyle tesadüf falan istemem” deyip koşmaya başladım, o da peşimde. Ben bu koşma işine bayıldım, Lefkoşa’nın içinde önde bir kadın koşuyor, arkasında bir adam. Etraftakiler de bana yardım ederdi. Sivil polisler “buradan koşarak bir kız geçti mi” diye sorunca, polisi yanlış tarafa yönlendirdikleri olurdu.

Benim bir rutinim vardı. Polis rutinimi ezberlemişti, bir buçuk ay gece gündüz beni takip ettiler. Sabah Gönyeli’den çıkıp, Işık Kitapevi’ne gelirdim, orada gazeteleri okurdum. Yan tarafta da bir kebapçı vardı. Bir gün sivil polis kebap yemeye oturdu. Ben de o gün gazeteleri erken bitirdim. Nahide (Merlen) bana “günahtır Neşe, oyalan biraz bari kebabını yesin” dedi. Ben gidip sivil polise “bitir artık kebabını, seni mi bekleyeceğim” demiştim. Polis kebabını bitirdi, ben bekledim ve beni takibe devam etti. Takip edildiğimi bilmemi isterlermiş zaten. Sivil polis evin önünde beni beklerdi, Murat ve genç arkadaşlar da kapımda nöbet tutardı.

Kanatlı: Ben o dönemde üniversitedeydim. 20 yaşındaydım. Vicdani ret hakkında bir şey bilmiyorduk. Bir anda kendimizi hareketin içinde bulduk, sonrasında okuduk, araştırdık ve öğrendik. Neşe tutuklanınca, polis herkesi tutuklayacağını söylemişti.

 

Salih Askeroğlu’na destek için faks yağmuru...

Soru: Salih Askeroğlu’na nerelerden destek geldi?

Yaşın: Güneyde bir dayanışma grubumuz vardı. Oradaki bir vicdani retçi, Yannis Parpas, Yehova şahidiydi, o da Salih’e dayanışma mesajı göndermişti. Mahkemeler sürerken, Avrupa’dan vicdani retçiler Andreas Rabl ve Martin Hantke geldi. Avrupalı parlamenterler imzalı destek mesajı gönderdi. Eskiden sosyal medya yoktu, faks yağmuruna tutuyorlardı. Mesela Denktaş’a ard arda binlerce faks gitmişti. Çok kapsamlı bir kampanya yürütüldü. Türkiye’den çok destek geldi. Bu destek kampanyasından rahatsız oldukları kesin. Farklı yerlerden farklı tepkiler geldi. Bana da destek açıklamaları oldu.

 

“Hareketin içindeyken çok hissetmemiş olabiliriz ama gerçekten zor bir dönemdi”

Kanatlı: 93 yılını düşündüğünüzde, o günün koşullarında, Türkiye gerçekten karanlık bir dönemden geçiyordu, baskılar, faili meçhuller... O dönem içinde bir destek kampanyası yaptık. Biz hareketin içindeyken çok hissetmemiş olabiliriz ama gerçekten zor bir dönemdi.

Yaşın: Bütün Türk ordusunu karşınıza alıyorsunuz. En hassas oldukları konu buydu, herşey olabilirdi. Solculuğa, militanlığa, herşeye tamam ama devletin yumuşak karnı vicdani reddi, özellikle Kıbrıs’ta vicdani ret. Ben kampanyayı desteklediğim için aforoz edildim. Erkek olsaydım, bana daha çok şey yapacaklardı. Kadın olduğum için “sivil polislerle ürkütelim” dediler. BRT ve gazetelerle görüştüler, benimle ilgili haber olmasın, röportaj yapılmasın diye baskı yaptılar, yasaklı gibi. Benimle ilgili karalama kampanyası yapıldı. Bildiğiniz sosyal ölüm... Kampanyayı baltalamak için de pek çok şey yazıldı, “Salih’i yalnız bıraktılar”, “Salih’i ateşe attılar” gibi.

 

“Destek için gelen vicdani retçiler tutuklandı, sınır dışı edildi”

Kanatlı: Yenidüzen’in bir sayısında, haber tamamen hazırlandı, çıktısı alındı, aydingerler üstündeyken asker söktü ve haberin Yenidüzen’de yayınlanmasını engelledi. Süreç öyle bir sistem içinde yaşandı. Kampanyaya destek için gelen vicdani retçiler Andreas Rabl ve Martin Hantke bildirileri dağıtmaya çıkınca, polis onları tutuklamıştı. Açlık grevi yaptıklarını çok net hatırlıyorum. Sonrasında sınır dışı edildiler. 

Yaşın: Bu arada ben de Denktaş’a bir mesaj atmıştım. “Ben size bir cumhurbaşkanı olarak değil, sınıf arkadaşımın babası olduğunuz için, baba diye hitap ederek yazıyorum. Salih ve Yiota birbirlerine aşık oldular, bir çocukları var. Beni hücreye koydunuz, ben orada ağlıyordum ama korktuğum için değil, çocukluğumda oraya çok yakın bir yerde yaşıyorduk, oradan geçerken ‘başkalarını öldüren insanları buraya atarlar’ diye düşünürdüm. Hücredeyken, insanlar başkalarını öldürmesin diye ben buraya atıldım dedim kendi kendime” diye bir şeyler yazmıştım. Bir süre sonra, seçim dönemiydi ve Denktaş da ikinci turda solcuların oyuna ihtiyacı olduğu için YKP’nin kuruluş yıldönümüne gelmişti. Ben de oradayım, yanımda Andreas Rabl ve onun yanında da sivil polisim vardı. Denktaş kapıdan girince beni gördü ve fişek gibi hızla yanıma geldi. Korktum. Elini omzuma attı ve kısık bir sesle “mektubunu aldım, elimden geleni yaptım” dedi. Sonrasında arkadaşlarla aramızda “Denktaş vicdani redde destek verdi” diye konuşup, şakalaşırdık. Sonuçta benimle ilgili dava düştü.

 

“Salih’i askere gitmeye ikna ettiler”

Soru: Salih Askeroğlu tutuklandıktan bir süre sonra kampanya durdu, bunun nedeni neydi?

Yaşın: Ben Türkiye’de bir destek konseri organize etmeye çalışıyordum. O sırada bana “Salih kampanyayı durdurmanızı istiyor” diye mesaj geldi. Ben Salih’i defalarca hapishanede ziyarete gittim, “istemiyor” dediler. Belki de istiyordu ama bize öyle söyleyip bizi gönderiyorlardı. Salih’i yıkan şey, Yiota ve bebeğin güneye gönderilmesi ve hem ailesinin hem de devletin “hata yapıyorsun” gibi onunla uğraşması oldu. Mahkemeye kız kardeşi gelmişti. Beni ağlarken görmüş, yanıma gelip, “Samimiyetinize inandım” demişti. İçerdeyken Salih’i bayağı işlediler, “seni kullandılar, seni ateşe attılar” diye. Onu askere gitmeye ikna ettiler. Görünen o ki, onunla anlaştılar, “Sen askere git, kaçmanı sağlayacağız” gibi. Hapisteki birinci yılının içinde askere gitti, kaçmasına imkan verecek, sınıra yakın bir yerde askerlik yaptığını biliyoruz.

Kanatlı: Ben Salih’le hapisteyken bir defa görüştüm. Bizden başka biri ziyarete gittiğinde de ona “Salih askere gitmeye karar verdi” dediler. Sonrasında izini kaybettik, güneye gittiğini öğrendik.

Yaşın: Kampanya sayesinde, Yiota’nın Salih’e hapisteyken görüşmesine de izin verildi. Özel izinle güneyden geldi ve görüştüler. Yiota bana anlatmıştı.

 

Soru: Salih Askeroğlu hapishanedeyken askere gitti ve oradan güneye kaçtı diye biliyoruz. Sonrasında kendisiyle görüştünüz mü?

Yaşın: Ben, 1997 yılında Kıbrıs’ın güneyinde yaşamaya başladım. Salih ve Yiota ile tekrar buluştuk, evimde de kaldılar. Yiota ile aralarında sorun vardı, ben onları barıştırdım. Yiota ve Salih ne güneyde, ne de kuzeyde rahat edebildi, onları rahat bırakmadılar. Salih şimdi Londra’da yaşıyor.

 

“Vicdani ret bireysel bir süreçtir”

Soru: Vicdani ret nedir? Kadın vicdani retçi olmak ne demek?

Kanatlı: Uluslararası hukuk anlamında, AİHM, “inançlarının, siyasal görüşünün, dünya görüşünün askerlik kurumuyla aşılamayacak kadar çelişkisi varsa, vicdani retçi olabilirsin ve sana sivil hizmet seçeneği sunulması gerekir” der. Vicdani ret, savaşın varoluşuna dair bir karşı duruştur. Vicdani ret bireysel bir süreçtir, herhangi bir zamanda vazgeçme hakkı vardır. Bu “davadan dönme” hali değildir.

 

“Kadınlar da savaşın bir tarafıdır”

Erkeklerin fiziki olarak, zorunlu olduğu bir hal var, devlet dediğimiz yapı kendilerine bir görev addediyor. Anayasa “her yurttaşın ödevidir” derken, kadınlar dışında bırakılıyor. Kıbrıs’ta vicdani reddini açıklayan kadınlar var. Kadınlar da savaşın bir tarafıdır. Kadınlar, savaşın yıkıcılığını en fazla yaşayanlardandır. Taraf olmaları kadar doğal bir şey yoktur ve taraf olma noktasında, retlerini açıklamaları doğaldır.

 

“Savaşın ilan edildiği ilk günden itibaren vicdani ret var”

Soru: Vicdani ret konusunda mecliste yapılan son tartışmalarda UBP ülkedeki ateşkes durumumun bunun olmasına engel olduğunu savunmuştu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kanatlı: Savaşın ilan edildiği ilk günden itibaren vicdani ret var, o dönemde daha çok “İsa’nın bize söylediği”, “Musa’nın bize söylediği” şeklindeydi. 1990lara gelindiğinde, 1. Dünya Savaşı’nın yıkıcı koşullarında, insanlar, “böyle bir yıkımın parçası olmayacağız” dediler. 1915’te, 1. Dünya Savaşı’nın tam orta yerinde, İngiltere vicdani ret hakkını tanıdı. Savaşta olur mu? Oldu. 2. Dünya Savaşı’nın içinden geçerken insanlar retlerini açıkladılar. Vietnam Savaşı sürerken, retlerini açıklayanlar oldu. Şu aşamada bunun sistematik halini İsrail’de görüyoruz. 16-17 yaşında çocuklar reddediyorlar, sistematik olarak sürekli çağrılıyorlar. 3-5 ay hapis yatıyorlar ve yine gitmiyorlar, “Filistin’deki herhangi bir savaşın parçası olmayacağız” diyorlar. Gazze savaşı başladığından beri, cezaevine giren retçiler var. Savaşın tam orta yerinde vicdani retçi olabiliyorlar. 2019’da, meclisteki komite çalışmalarında, UBPli milletvekilleri “bizim koşullarımız farklı, savaş koşullarında olur mu” demişlerdi. Olur, oldu, oluyor.

 

“6 bin pound verenlere terhis belgesi sattılar”

Emekli General Cengaver Cem’in komite toplantılarında açıklaması var, “bedelliyi geçirirken ‘yurtdışında yaşayan insanların bu ülkeyle bağını kurma noktasında, gelip gitme konusuna askerlik engel olmasın’ dediniz, sonra kapsamı sürekli olarak genişlettiniz. Bir zafiyet varsa, bundandır. Bedelliyi yapıyorsanız, vicdani reddi de yapmanız gerekir” demişti. Covid döneminde, bir gün bile askere gitmeden, 6 bin pound verenlere terhis belgesi sattılar. Anlatmaya çalıştığımız bu, 6 bin poundluk iş versinler, vicdani retçi de kamu görevi yapsın. Komitede bedelliyle ilgili yeni bir hazırlık olduğu duyumunu da aldık. Ateşkes koşullarında bu yapılıyor ama vicdani ret olmuyor, bu ne yaman çelişki...

 

“30 sene geçti ama bir adım yol almadık”

Soru: O günlerden, bu günlere yasalarda herhangi bir değişiklik oldu mu?

Kanatlı: Hayır, hiç değişiklik olmadı. Vicdani ret hakkının, dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi, yasallaşması ve vicdanen askerliği reddedenler için askerlik hizmet süresince sivil bir sosyal hizmet veya iş talep ediyoruz. 93’ten beri aynı şeyi söylüyoruz, 30 sene geçti ama bir adım yol almadık. İnsanın, insan tarafından öldürülmesini kabul etmeyerek, vicdani ret hakkını kullananlar suç işlemiş sayılıyor. Türkiye’de de hala vicdani ret hakkı tanınmıyor.

 

“Güneyde ‘hakkı veriyoruz ama kullanmayın’ gibi bir şey var”

Güney, yasal olarak vicdani ret hakkını geçirmişti ama uygulamıyordu, talep edenlere “psikolojik bozukluk” raporu verip, askerlikten muaf tutuyorlardı. Benim davalar sırasında dayanışma için birçok kişi vicdani reddini açıklayıp kitlesel başvurular olunca, komiteyi kurdular ve çalıştırmaya başladılar. Ama hala eksiklikler var. Vicdani reddin herhangi bir zamanda tanınması gerekirken, güneyde yılda bir gün, resmi gazetede çağrı yaparak, vicdani retçilerin başvuru yapmasını istiyorlar. Bu çok kısıtlayıcıdır, “hakkı veriyoruz ama kullanmayın” gibi bir şey... Güneyde sayının çok olmamasının bir sebebi de “askere gel, silah alma, askerlik süresince askerde başka görevler yap. Ama ısrar edersen bir buçuk katı süre sivil hizmet yapacaksın” diyerek ikna etmeleridir.

 

AİHM’deki davalar...

Benim, Haluk Selam Tufanlı’nın ve Halil Karapaşaoğlu’nun davaları AİHM’dedir, oraya taşıdık, tüm süreçler tamamlanmasına rağmen henüz karar okunmadı. AİHM gündemi bayağı yoğun... Benim davadan başlayarak, Anayasa Mahkemesi’nin kararından başlayarak hukuki anlamda çok ciddi yol aldık, her mahkeme sürecinde karar bizim aleyhimize çıksa da, içerik olarak önemli yol aldık, yargıçların okudukları kararlarda ve davranış biçimlerinde de bunu görüyoruz.

 

“Hürben’in davasında, 30 yıllık vicdani ret mücadelesinde önemli bir adım atıldı”

Mustafa Hürben’in davasında, 30 yıllık vicdani ret mücadelesinde önemli bir adım atıldı. Mahkeme, ihtilafsız şekilde Mustafa’nın vicdani retçi olduğunu kayda geçirdi, özgürlüğü kısıtlayıcı ceza vermek istemedi ve ilgili yasa çerçevesinde minimuma yakın para cezasını verdi, 800 TL, 5 gün içinde ödenmemesi halinde 3 gün cezaevine gönderilmesini emretti. Tüm bu süreçte yargıcın savcı ve bizim avukatımız Öncel Polili ile girdiği diyalog önemliydi, bu davranış da yargıcın düşünce ve ifade özgürlüğü çerçevesinde konuyu çok önemseyerek ele aldığını göstermekteydi.

 

“Askeri Mahkeme’deki yargıcın kararı içerik olarak çok önemli”

Mustafa hapse gönderildi ve çıktı. Ama bitmedi, 1 Şubat’ta da Halil Karapaşaoğlu’nun davası var. Hürben’in davasında, dediğim gibi Askeri Mahkeme’deki yargıcın kararı içerik olarak çok önemlidir ve vicdani ret hakkının yasallaşması sürecinde önemli bir kilometredir. Tüm bu süreçlerin sonunda top meclistedir, mücadeleye devam ediyoruz...

2-381.jpg

Salih Askeroğlu’nun yargılanacağı Askeri Mahkeme önünde merakla bekleyen kalabalık…

1-423.jpg

Yargılandığı Askeri Mahkeme’den tutuklu şekilde çıkarılan Salih Askeroğlu

3-285.jpg

Salih Askeroğlu’nun vicdani ret konuşması…

4-219.jpg

Neşe Yaşın, askeri bölge önünde duran Salih Askeroğlu’nun fotoğrafını tutuyor…

(Fotoğraf ve belgeler Neşe YAŞIN’ın arşivinden)

(Röportaj fotoğrafları: Ertuğrul SENOVA)

Bu haber toplam 2471 defa okunmuştur