Devletlerin Devamlılığı İlkesi ve İrsen Küçük’ün Topluma Hediyesi
Devletlerin Devamlılığı İlkesi ve İrsen Küçük’ün Topluma Hediyesi
Birol Karaman
[email protected]
Gaile’nin geçtiğimiz hafta yayınlanan su özel sayısı, Türkiye’den adamıza getirilecek olan su konusunda, son dönemlerde yapılan en önemli çalışmalardan birisi oldu. Türkiye’den borularla adamıza getirilecek olan suyun kamu tarafından yönetilebilmesi için ben de bu özel sayıda bazı görüşlerimi ana hatları ile paylaşmıştım. Yazıyı kaleme aldığım günlerde Cumhuriyet Meclisi’nde 2015 bütçe görüşmeleri devam ediyordu. Dolayısı ile bir yandan su yönetimi konusunda atılabilecek adımlarla ilgili kafa yorarken öte yandan toplumun iradesinin en geniş şekilde temsil edildiği kurumlardan biri olan meclis çatısı altında yaşanan tartışmaları takip etmeye çalıştım.
Bütçe görüşmeleri; bir ülkenin sorunlarının en geniş şekilde ele alındığı, gerek iktidara, gerekse muhalefete mensup vekillerin fikirlerini paylaşabildiği ve bu yolla bizim de ülkeyi yönetenlerin toplumsal sorunlarla ilgili ne düşündüğünü öğrenme fırsatı bulduğumuz önemli bir süreçtir.
Nitekim 2015 mali yılı bütçe görüşmelerinde milletvekillerimizin sergiledikleri tutumlar, hepimize ülkenin geldiği nokta ile alakalı kısa bir özet sundu. Konuyla alakalı alakasız konuşmalar, gereksiz yere uzayan görüşmeler ve bir yerden sonra doğal olarak baş gösteren fiziksel ve mental yorgunluk belirtileri ile birlikte “bitse de gitsek” halleri… Ülkenin bildiğiniz hali işte!
Çevre ve Doğal Kaynaklar Bakanlığı 2015 bütçe görüşmeleri esnasında söz alan veya alamayıp konuşmasını metin olarak dağıtmak durumunda kalan vekillerin her dediğini bir yere not ettim ve tabi ki Bakan Sn. Hakan Dinçyürek’in verdiği cevapları da… Yapılan tartışmalar her ne kadar yukarıda bahsettiğim gerekçelerle çok sağlıklı bir şekilde ilerlemese de “tüm siyasi partiler aynıdır” söyleminin çok da doğru bir söylem olmadığını ortaya koydu bana kalırsa…
UBP Gazimağusa Milletvekili Sn. Sunat Atun’un “tabi ki özelleştireceksiniz, devletin ne işi var bu kadar büyük bir alanda?” sözü veya CTP Gazimağusa Milletvekili Sn. Asım Akansoy’un basına dağıttığı konuşma metninde ifade ettiği “su, satılacak bir meta değil, bir insan hakkıdır” sözü bu anlamda dikkate değer konuşmalardı. Siyasetin o kadar da aynılaşmadığını, toplumsal sorunlara bakış noktasında söylemsel bir farklılığın ötesinde düşünsel de bir farklılık olduğu bir kez daha net bir şekilde ortaya çıktı. Hal böyle iken; Çevre ve Doğal Kaynaklar Bakanı Sn. Hakan Dinçyürek’in eleştirilere cevap vermek amacıyla kürsüden söylediği iki cümlenin biraz daha irdelenmesi gerektiğini düşünüyorum.
“Biz (mi) yöneteceğiz!”
Sn. Dinçyürek, milletvekillerinin eleştirilerine cevap vermek için kürsüye geldiğinde genel kurul salonundan “sayın bakan, mal gararı buldu” sesleri yükseliyordu. Bir uğultu içerisinde cevap vermeye çalışan Dinçyürek, “bu suyu biz yönetemeyeceksek benim bu koltukta oturmamın bir anlamı yoktur, oturmayacağım” dedi. Ardından Türkiye ile imzalanan protokolleri kastederek “devletlerde devamlılık esastır” sözleri ile konuşmasını bağladı. Basında yer bulan ve yönetmekte olduğu bakanlık tarafından başbakanlığa sunulan planla ilgili ise “Hayır! Bu bizim planımız değildir!” demedi. Tam aksine “Nedense bizim planların bir kısmı basında yer buluyor ama geriye kalan kısmı bulmuyor” gibilerinden bir şeyler söyledi.
Sn. Bakan’ın “suyu biz yöneteceğiz” ifadesi elbette olumludur ve ayakta alkışlanmalıdır. Ancak protokollere yaptığı atıfla devletlerin devamlılığına yaptığı vurguyu da es geçmemek gerekiyor. Su konusunda meclisin bilgisine sunulan ve bu yolla kamuoyunun da bilgi sahibi olduğu tek protokol, dönemin başbakanı İrsen Küçük’ün, dönemin Türkiye Cumhuriyeti Devlet Bakanı Cemil Çiçek ile 20 Temmuz 2010 tarihinde imzalamış olduğu protokoldür. Bunun dışında imzalanan başkaca bir protokol varsa en azından kamuoyunun bilgisinde değildir. Dileyelim de öyle bir şey olmasın!
Peki, İrsen Küçük’ün imzaladığı, daha sonra meclisin onayına sunulan ve 30 yıl süre ile de yürürlükte kalacak olan bu protokol Kıbrıslı Türkler açısından ne ifade ediyor?
Mülkiyet, su satışı ve yönetim şekli…
Cumhuriyet Meclisi’nin internet sitesinde yasama ve denetim başlığına tıklayan herkesin Türkiye Cumhuriyeti ile imzalanan protokole ulaşması mümkündür. 2012 yılında geçirilen 17 sayılı yasa bu protokole ilişkin onay yasasıdır. Söz konusu protokol de ilgili yasanın ekinde yer almaktadır.
Protokolün ikinci maddesi, proje ile ilgili tüm yapıların mülkiyetinin (KKTC’de bulunanlar da dâhil) inşasından itibaren Türkiye Cumhuriyeti’ne ait olduğunu söylüyor. Aynı maddeye göre ticari koşullarda arz edilecek su, satış noktası olan Geçitköy Barajı’na kadar yine Türkiye Cumhuriyeti’nin mülkiyetinde olacaktır. Yine aynı maddeye göre Türkiye Cumhuriyeti, suyun üçüncü ülkelere satış hakkını saklı tutuyor. Yani dilerse Kıbrıs’ın kuzeyine çektiği boru hattını buradan Lübnan’a çekebilir ve oraya da su satabilir. 2010 yılında imzalanan bu protokole göre suyun yönetim şekli ile ilgili de tarafların müşterek onayıyla “alternatif modeller” geliştirilebilir!
Bu yazıda, protokolde yer alan tüm maddeleri tek tek alıp incelemek gibi niyetim yok açıkçası. Bu belki başka bir yazının konusu olabilir ve benim yerime hukuk alanında yetişmiş birisi bunu çok daha iyi bir şekilde yapabilir. Ancak şu kadarını söylemek isterim ki Sn. Dinçyürek’in “devletlerin devamlılığı esası”ndan kastettiği buysa ilk cümlesinde söylediği “suyu biz yöneteceğiz” sözü havada asılı kalıyor. Çünkü İrsen Küçük’ün “20 Temmuz coşkusuyla” imzalayıp topluma hediye ettiği protokole göre zaten hiçbir kara yapısının mülkiyeti Kıbrıslı Türklere ait değil.
Türkiye Cumhuriyeti ile bizim adına KKTC dediğimiz ve dünyada kimsenin tanımadığı bir organizasyon olan devletle imzalanan protokol konusunda bugüne kadar iki farklı görüş okudum. Birinci görüş imzalanan protokolü “uluslararası anlaşmalar” statüsünde değerlendirerek benzer anlaşmalarda da mülkiyetin yatırımı yapan devlete ait olduğunu ifade ediyor. İkinci görüşse İrsen Küçük’ün imzalamış olduğu anlaşmayı “tam bir teslimiyet” belgesi olarak yorumluyor. Gümrük işlemlerinden çalışanların sosyal haklarına, suyun yönetim şeklinden su hatlarının geçtiği yerlerdeki imar planlarına kadar her konuda çeşitli imtiyazlar içeren bu protokolle ilgili benim de görüşüm ortada ciddi bir anlayış noksanlığı olduğudur.
O anlayış ki “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşayacaktır” derken Kıbrıslı Türklerin yaşam koşullarını her geçen gün geriye götüren, Türkiye Cumhuriyeti ile kişilikli bir ilişki kurulması noktasında hiçbir adım atmayan, tam tersine Türkiyeli yetkililerin her konuşmasını emir telakki eden bir yapıda vücut buldu. O anlayış ki 28 Temmuz seçimlerinde Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayanlarca sandığa gömüldü! “Devletlerin devamlılığı ilkesini” hatırlatacak ve aynı anlayışla hareket edecektiniz madem aylarca niye yordunuz tüm toplumu?
Bu bakımdan unutulmaması gereken bir nokta var. “Suyu biz yöneteceğiz” diyen bir iktidar, işe İrsen Küçük’ün imzaladığı protokolü hiç olmazsa revize ederek başlamıyorsa bundan suyu bizim yönetmeyeceğimiz anlamı çıkar. Hâlbuki protokolün bu hali bile istenilen değişiklikleri yapmaya müsait. Bu anlamda sekizinci maddenin ikinci fıkrasını buraya aktarmakta fayda var. “Andlaşma tarafların karşılıklı rızasıyla yazılı olarak değiştirilebilir. Söz konusu değişiklikler bu maddenin 1. fıkrasına uygun olarak yürürlüğe girecektir.”
Hadi! Var mısınız suyu biz yönetelim?