Devrimin ve Dansın Ülkesi Küba…(1) Seyahat Özgürlüktür.
Devrimin ve Dansın Ülkesi Küba…(1) Seyahat Özgürlüktür.
Filiz Besim
Ölümünün 47. yılında Che’nin adası Küba’daydım. Ernosto Che Guevara’nın 25 Kasım 1956 gecesi, henüz 27 yaşındayken yanında 82 barbudo ile ayak basıp, iki yıl içinde Batista’nın kanlı iktidarından devraldığı Ekvator’un ya da dünyanın en ünlü adası Küba’da...
Arjantinli Ernosto’ya Kübalılar ‘’Che’’ demişler, çünkü o sürekli lafa ‘’Che’’ (hey dostum anlamında) diye başlarmış. Devrimden hemen sonra da, Kübalılar bu adı resmileştirmişler ve ‘’efsane’’ dünyada ‘’Che’’ olarak tanınmış.
Küba’da gezerken devrimin felsefesini dinledim… Ve aslında “Kübalılık” ruhunun çok önceleri 1800’lerda yine Kübalı değil de, bir İspanyol olan büyük düşünür Jose Marti Perez tarafından atıldığını öğrendim. İdealist bir bağımsızlık tutkunu olan Jose Marti, aynı zamanda Latin Amerika’nın en önemli düşünür ve şairleri arasındadır.
ETKİLEYİCİ DEVRİM TARİHİ…
Küba’daki bağımsızlık savaşı, anavatan İspanya’ya karşı, 1808’de başladı ve 1895’e kadar sürdü. Bu savaşta Jose Marti ve yine bir başka ulusal kahraman olan Antonio Maceo öldü. Küba için savaşan Antonio’nun oğlu esir alınır. İspanyollar “ya savaşı bırak, ya da oğlunu öldüreceğiz” derler. Antonio “bütün Kübalılar benim çocuğumdur” der ve savaşa devam eder. Sonuçta oğlu öldürülür, ama o Küba tarihine “Kübalıların babası” olarak geçer.
Ruhları özgür, neşeli Küba halkı, 1902’de İspanyol sömürgesi olmaktan kurtuldu. Ancak İspanya’dan daha büyük bir dev olan Amerika Birleşik Devletleri’nin işgali altına girdi. 1933’de Amerika Birleşik Devletleri desteğiyle Gerardo Machado’yu deviren Batista, en ünlü diktatör olarak uzun yıllar Küba yönetimine damgasını vurdu.
Yıllarca süren isyanların ardından ise Fidel Castro önderliğinde başlatılan 26 Temmuz 1953’teki harekât, 1 Ocak 1959’da Batista rejimini devirerek devrimi gerçekleştirir. Küba sosyalist devrimi, “ulusal egemenlik, antiemperyalizm, kamucu ekonomi, toplumsal dayanışma ve katılım ilkeleri” olarak tanımlanır.
BÜYÜLEYİCİ ATMOSFER…
Ve işte Havana sokaklarındayım Comandante Che Guevara... Seni tanımaya çalışıyorum. Raul ve Fidel’le tesadüfen tanışmışsın… Hekimlikle devrimcilik arasında hep bocalamışsın… Bolivya ormanlarında savaşırken susuzluktan sidiğini içmişsin… Ve sevgilin Tania’nın ihanetiyle tuzaklara düşmüşsün… Bunları ve daha nice hikâyelerini anlatıyor Kübalılar şimdi…
Her girdiğim dükkânda ucuz tişörtler üzerine basılmış fotoğrafına bakıyorum… Siyah berenin üzerine iliştirdiğin parlak metalden ufacık yıldızı elliyorum. Üzerine dövüştüğün yerlerin adlarını kazıdığın piponu göremedim ama kocaman purolarla fotoğrafların her yerde.
Üstü açık eski Amerikan arabasıyla bize Havana’yı gezdiren şoförümüz Noel, Fidel için “diktatör” diyor… Seni anlatırken ise, sesi sevgiyle gözleri yaşla dolu dolu oluyor… Üzerinde resmin olan parayı bize hediye ediyor. Havana’yı tepeden gören evine çıkarıyor. Karşısında, Havana’nın birçok yerinden görülebilen kocaman İsa heykeli... Kim bilir, belki de Kübalılar bu heykelle seni özdeşleştirdiler Comandante...
-----------------------------------------
Küba’da 2014 yılında kadına şiddet yok. Çocuk istismarı yok. Kadınlar arasında işsizlik oranı %1,2. Kadınların parlamentodaki temsiliyet oranları %48. Birçok önemli bakanlık kadınların elinde. Devrimden sonra çok düşük olan okuma yazma oranı, bir yıldan az bir süre içinde % 96’ya ulaştı. Bu kültür misyonu tamamen kadınların ve çocukların yer aldığı bir eğitim programıyla başarıldı.
HÂLÂ 1950’LERİN RUHU…
Havana caddeleri belki eskiden parasızlıktan, ama şimdi yoksulluğa ek olarak artık Küba’nın simgesi haline gelen, yağlı boya ile kalın hatır hatır boyanmış eski Amerikan arabalarıyla dolu. Bazı otobüslerin bir eşi dünyada var mı, bilmiyorum. Bu araçların şimdi yenileri olsa da, eskiler gerçekten görülmeye değer. Eski tırları bozup kocaman otobüsler yapmışlar. Otobüs duraklarında inanılmaz bir düzen var. Kalabalığa rağmen hiç itiş kakış yok. İnsanlar birbirine son derece saygılı. Duraklarda sıra yok. Son gelen daima diğerine “sen sonuncu musun?” diye soruyor ve o kişiden sonra otobüse biniyor.
Küba’da müzik toplumsal yaşamda çok önemli bir yer tutuyor. Sokaklarda, kafelerde her restoranda günün her saatinde müzik ve dans var. Havana’yı yürüyerek, Havanalılarla haşır neşir olarak tanımak gerek. İlk dikkat çeken şey geniş caddeler. Koloni yel tarzda çok eski büyük binalar. Kimisinde restorasyon çalışmaları devam ediyor, çoğu da restorasyonu bekliyor, ama hepsi dimdik ayakta. Hiçbiri yıkılmamış. UNESCO’nun koruma altına aldığı Amerika kıtasının en eski kentlerinden biri Havana. 2 milyondan fazla nüfusu var. Yer gök, tarih ve kültür. Eski ama tertemiz. Büyüleyici doğa manzaraları dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayacak insan manzaraları...
Havana’da ve Küba’nın birçok yerinde Ernest Hemingway’in izlerini bulmak mümkün. Onun kaldığı Ambos Mundos oteli ve her gün gittiği La Bodeguita del Medio çok eski, tipik bir havana barı. İçeride Hemingway’in imzaladığı bir yazı, duvarda asılı duruyor: “Her gün Mohito’mu La Bodeguita’da, Daiguiri’mi el Floridita barda içerim.” Biz de öyle yaptık. Daracık ara sokaklarda, eski Havana’yı karış karış gezdikten sonra San Fransisco meydanında El Floridita barda buzlu Mohita’mızı yudumlarken, kendimizi bu görmüş geçirmiş Latin Amerika şehrinin kollarına bıraktık.
GUANTANAMERA…
Ve Jose Marti’nin meşhur şiiriyle bitirelim bu haftalık görülesi ada Küba’yı... Hani o yıllardır dillerden düşmeyen şarkının sözleri GUANTANAMERA…
…
Ve zalimin biri parçaladığı için
Beni yaşatan yüreğimi.
Dikmem ne bir ayrıkotu ne de çakır dikeni
Dikerim bir ak gül fidanı.
Guantanamera! Guajira!
Guantanamera!
Guantanamera! Guajira!
Guantanamera!
Dünyanın yoksul insanlarıyla,
Neyim varsa paylaşmak isterim.
Dağların cılız dereleri
Denizlerden daha mutlu eder beni.
Jose Marti
------------------------------------------------
Haftaya hayran olduğum sağlık, eğitim ve organik tarım sistemleri...
(Sürecek)