Dibe Vururken Yeniden Doğmak…
Güneşin doğuşunu görmek size heyecan veriyor mu, ya da batışındaki renkleri tutkuyla bekliyor musunuz? Tatlı bir esintide, göçmen kuşları izlerken, ağaçları seyrederken ya da bir çiçeğin güzelliğinde kendinizi kaybediyor musunuz? Hayatın bu en basit zevkleri size başkalarına abartılı gibi gelen sevinçleri tattırabiliyorsa eğer; bilin ki siz hayatın sadece zevklerden ibaret olmayan yüzünü de gördünüz.
Hani meşhur bir laf vardır ya “öldürmeyen dert güçlendirir”… Dibe vuran bir insanın tekrar su yüzüne çıkıp o derin soluğu alması, belki de hayatın gerçek tadını alabildiği andır.
Dibe vururken kişisel kıyametlerimizi yaşıyoruz belki ama, işte öyle bir dibe vurmayla algılıyoruz insan olmanın dayanılmaz anlamını… Büyük kayıplar veriyor ve büyük yıkımlar yaşıyoruz insan olma olgusuna erişirken… Güçleniyor, kendimize geliyor ve ruhsal varlığımızla buluşuyoruz.
Nice sorunlar yaşıyoruz her gün… Eğitim hayatımızda, iş hayatımızda ya da aşk hayatımızda… Tekrar tekrar yaşıyoruz ama bunların hiçbiri bizi dibe vurma hali olan “o hale” sokmuyor da bazı olaylar var ki, her şeyimizle dünyamızı değiştiriyor. Ve bazen ne mutlu ki değiştiriyor
İNSAN OLMAK…
Çok büyük bir kayıpla, bir darmadağın olmayla ve ardından gelen yepyeni bir güçle adeta yeniden doğabiliyoruz. Doğabiliyoruz, çünkü insan olmak çok da basit bir olay değildir aslında… Sadece yemek, uyumak, çalışmak, dinlenmek, üremek, çocuk büyütmek, torun görmek, daha iyi bir eve taşınmak, banka hesabını kabartmak, gezmek tozmak ya da yuvarlanıp gitmek için var edilmedi asla insanoğlu… Bedensiz ve sonsuz varlığımızın çok daha büyük amaçları da var işte…
Nedir dibe vurma?.. Ya da ne zaman yaşanır böylesi bir durum? Düşünün örneğin…Çok zengin bir iş adamı iken iflas ediyorsunuz… Ya da uzun bir evliliği bitiriyorsunuz… Veyahut çok ünlü bir cerrahken elinizi kaybediyorsunuz… Dibe vurmanın alasını kendi dünyanızın en vazgeçilmezi sandığınızda, hayatın anlamını yüklendiğinizde yaşıyorsunuz. Öyle “Elle gelen düğün bayram” diyemeyeceğiniz dibe vurmalar, darmadağın olmalar… Sadece sizin hayatınızın depremleri bunlar… Çoğu zaman komşularımızın bile haberi olamayan yıkımlar… İçinizde onca yaşanmışlığın capcanlı tanıkları müthiş bir fırtınada darmadağın oluyor, yıkılıyor ve enkazları süpürmek sadece ve sadece size kalıyor…
İRADENİN ENERJİSİ…
Ve işte o anda başlıyor büyük değişim. Elinizde süpürge süpürürken kalan enkazı, yepyeni bir ruhsal gelişim, kendine güven, güç ve mutluluk hissediyorsunuz… Hani kuyunun en dibinde olduğunuz an aslında aydınlığa en yakın olduğunuz andır ya… İşte o anda anlıyorsunuz insan olmanın inanılmaz gücünü. Ve tüm canlılar içinde insana hediye edilen en müthiş güç olan “irade”nin enerjisiyle, basıyorsunuz düğmeye…
Hani gitmeden dönemeyiz ya, tıpkı çıkmadan inemeyeceğimiz gibi… İşte dibe vurmanın da, gerçek mutluluğa ermenin de ne anlama geldiğini sadece yaşayarak bilebiliriz. Tıpkı yaşamla dans etmenin ne büyük bir keyif olduğunu, dansa kalkmadan bilemeyeceğimiz gibi…
Dibe vurma, sadece kişilerle ilgili bir olay değildir elbet…Toplumların da dibe vurması vardır. Dibe vururken toplumsal kıyametler yaşanıyor; ilkeler yerlerde sürünüyor, toplum olabilme hali sorgulanıyor… Onurlu halk olmak, demokratik olmak, alabildiğine özgür ve bağımsız olmak, hukuk devleti olabilmek halleri hep en aşağılarda kalıyor belki… Büyük kayıplar veriliyor ve büyük yıkımlar yaşanıyor toplum adına…Ve işte öyle bir toplumsal dibe vurmayla algılıyoruz belki de gerçek anlamda toplum olabilmenin anlamını…Güçleniyor, üretiyor, kendimize geliyor, gerçek kimliğimizi buluyoruz…Ve işte böylece tıpa tıp biz olurken, yakalıyoruz kendi toplumsal ruhumuzu ve doğrularımızı…
UNUTULMAMASI GEREKEN…
Son dönemlerde hep dilimizde politikanın, politikacının kirlenmişliği, birbirimize güvensizliğimiz, mesleklerde yaşanan sorunlar ve ilkesizlikler… Özel yaşamlarımızdaki samimiyetsizlikler… Basının, gazetecinin, yazarın ve çizerin onuruna ve onursuzluklarına tanık oluyoruz hayretler içinde…
Bir dibe vurma hali yaşıyoruz yaşamın her alanında toplumca…
İşte tam da bu günlerde, en karanlıkta olduğumuzu düşündüğümüz bu anlarda, aslında ışığa en yakın durduğumuz an olduğunu unutmayalım. Unutmayalım bu adadaki varlığımızın gerçek amacını… Sakın ola büyük davamızın barış ve sevgi olduğunu ve de soylu mücadelemizin, Kıbrıslıtürkler olarak bu topraklarda var olma mücadelesinden başka bir şey olmadığını hiç ama hiç unutmayalım.
Karpaz’daydık...
Pazar günü Karpaz’daydık. Yapılan yolu görmek istedik. Elbette sorun, yapılan yol değildir. Yol ve elektrik gittikten sonra endemik bitkilerle ve soyu tükenmekte olan hayvanlarla dolu bu antik bölgenin geleceğinin nasıl şekilleneceğidir. Ortak kaygımız, sadece bizim değil, binlerce yıllık bu “dünya mirası”nı koruyabilecek iradenin bizde var olduğuna dair duyduğumuz ciddi şüphedir. Daha şimdiden, Karpaz’da yeni vatandaşımız Polat Alemdar (Necati Şaşmaz)’a verilen otel ve film platosu yapma izni konuşuluyor.
Bastığımız, baktığımız her yerde farklı tarih katmanlarına sahip olan bu toprakların, gerçekten de çok büyük bir özen ve bilinçle korunması gerekmektedir. Dünyanın merkezindeki bu adada, insana dair yaşam belirtileri neredeyse insanlık tarihi kadar eski. Dipkarpaz yolu üzerinde Sipahi köyüne uğradık. 5’nci yüzyılda inşa edilmiş olan Ayios Trias Bazilikası’ndaki mozaikleri görmek istemiştim. Gaziantep’teki dünyanın en büyük mozaik müzesi Zeugma’yı gezdikten ve oradaki mozaiklerin nasıl üzerine titrendiğini gördükten sonra, ülkemdeki bu meşhur mozaik kalıntılarını tekrar görmek şart olmuştu. İnsanoğlunun o yıllarda yaşamlarını taşa nasıl kazıdıklarını, boyadıklarını ve günümüze ulaştırdıklarını... Malesef mozaikler yağmur ve güneş altında yok olmaya yüz tutmuş. Alınan tek önlem bazilikanın çevresinin tellerle çevrilmesi ve adının yazılmasıdır. Tarihçesi bile yazılmamış.
Hani yaptıklarımız yapacaklarımızın aynasıdır ya; Karpaz için biz ağlamayalım da kim ağlasın. Yine de umarım ki Bakanlar Kurulu, kafasını biraz olsun politik çekişmelerinden kaldırır da Avrupa Birliği’nin Antik Karpaz Yarımadası için hazırladığı beş milyon euroluk ‘Natura’ projesini onaylar. Okuduğum proje, Antik Karpaz yarımadasını öyle detaylı bir şekilde korumaya alıyor ki, hayran olmamak elde değil. Her patikanın, her bitkinin ve hayvanın nasıl korunacağı detaylarıyla anlatılmış.
Ve yine bu topraklara tutkun olan insanların yüreğini dağlayan başka haberler geliyor. Petrol Dolum Tesisleri gündemden kalktı kalkacak diye umarken, şimdi de tesislerin İskele bölgesindeki çimento fabrikasının (BEM) arkasındaki bir başka endemik bitkilerle dolu olan ve aslında SİT alanı olarak çevrilmiş bölgeye yapılacağı ile ilgili bilgiler... Umalım ki; bu haber doğru değildir ve yeni bir kâbusla karşı karşıya değilizdir.
***
‘Sevgililer Günü’ ya da ‘Sevgi Günü’ için yüreğinde sevgi kıvılcımları olan ve yüreğinin peşinden korkusuzca gidebilenlere benden bir şiir. Sevgi gününüz kutlu olsun. Sevgi yaşamınızın hep en merkezinde olsun...
AŞK
Hani” aşk nedir?” diye sordun ya sevgilim
Aşk Girne Kalesi’ne çıkıp yüreğin avucunda
Aklını denize fırlatmaktır.
Yaşamın sıradan sokaklarında dolanırken,
Bir göktaşının yüreğine çarpmasıdır.
Aşk teninde temizleyemediğin kum taneleridir sevgilim.
Düşüne düşen bir düştür
Çocukluğunun kokusu
Dudaklarının dudaklarıma fırlattığı denizdir.
Yaşandıkça bizim olan bir şarkıdır aşk
Şiirlerin gökyüzünde uçuşmasıdır.
Aşk ateşböceklerinin sardığı lale tarlasıdır sevgilim.
Nergis tarlasında sırılsıklam toprağa uzanıp,
Gökyüzündeki yıldız yağmurunu izlemektir aşk.