Dijital Kapitalizm, Şeyleşme ve Narsisizm
Yeni bir yıla girerken insanlık Covid 19 salgınıyla baş etmek için uğraşmaya devam ediyor, bir yandan da bu salgının hayatlarımızda bırakacağı değişikliklerin neler olacağı üzerine kafa yarıyor. Tarih bilgisiyle sabittir ki, bu türden salgınlar insan topluluklarında esaslı kurumsal değişikliklere yol açabiliyorlar.
21.yüzyılın nasıl bir asır olacağı konusunda zaten devam eden tartışmalara, şimdi Covid 19’un yapacağı “eklemeler” konuşuluyor.
Günümüzün iki büyük düşünürü, Slobodan Zizek ve Yuval Harari, süratle dijitalleşen dünyamızda giderek daha büyük oranda bizi bizden daha iyi tanıyan dijital makinelerin gözetimi altında yaşayacağımızı söylüyorlar.
Zizek, Harari’nin yolundan giderek bizi fiziksel ve psikolojik olarak tanıyan makinelerden söz ediyor. Ne yediğimizi, ne seyrettiğimizi, nelerden hoşlandığımızı kayıt altına alan bu makineler, kendimiz hakkında kendimizin bilebileceğinden daha fazla şey biliyorlar.
Harari, “insanlar kendileri hakkındaki anlatılarından oluşur” der. Geriye dönük olarak kurguladığımız anlatılarda, kaotik deneyimlerimizi bir düzene sokar, tutarlılık oluşturmaya gayret ederiz. Bunu, uygun bulmadığımız deneyim ve anılarımızı anlatımızdan çıkararak yapmaya çalışırız. Bir bakıma, kendimizi aldatarak...
Fakat aslında kaos ortadan kalkmaz...
İşte, sözünü ettiğimiz makinalar bizdeki bu kaosu tespit edebiliyorlar. Hatta Zizek’e göre, bu durumu bizden daha rasyonel bir şekilde halledebilirler. “Mesela”, diyor Zizek, “evlenip evlenmeme konusunda karar arifesindeysem, geçmiş acıların ve düş kırıklıklarının etkisiyle yaşadığım dalgalanmaları makine tespit edebilir.”
Tutkularımızı, çelişkilerimizi ve bocalamalarımızı bilen bir makina, rasyonel seçenekler de üretebilir. Eğer dijital makineler bu son derece özel konularda seçenek sunabiliyorsa, politik alanda niye bize yol göstermesinler ki? Mesela, kime oy vereceğimiz konusunda bizi yönlendirebilirler...
Zizek, bu sorunsallaştırmayı gündeme getirirken aslında günümüzde bireyin ortadan kalkmaya yüz tuttuğunu söylemek istiyor ve bireyin yok oluşuyla liberalizmin de sonuna gelindiğini ileri sürüyor.
Bundan sonra, her şeyimizi bilen ve denetleyen modern polis devletleri döneminde yaşadığımızı söylüyor.
Yuval Harari de bu kadar çok enformasyonun dolaşımda olduğu günümüzde, iktidarların da farklılaştığını söylüyor. Eskiden tebaaları hakkında veri ve bilgi sahibi olmayı çok önemserlerken, günümüzde hangi enformasyonları ve verileri dışarıda bırakacaklarını tespit etmeye çalışıyorlar. Harari’ye göre, benzer bir durum sansürleme açısından da geçerlidir. Eskiden sansür işlemleri enformasyon akışını engellemekle yapılıyordu, 21. yüzyılda ise insanları ilgisiz malumatlara boğarak yapılıyor...
Malumata boğulmanın en önemli sonuçlarından biri de düşünme tembelliğidir. Hiç kafa yormadan bir düğmeye basar, arama motorunu çalıştırır ve enformasyona boğuluruz.
Fakat dikkat! Bilgiye değil, malumata boğuluyoruz.
Nitekim bu konularda kafa yoran düşünürlerden Byung-Chul Han, günümüzdeki veri ve enformasyon bolluğunun düşünmeyi yok ettiğini söylüyor.
Bugün hızla çoğalan enformasyon ve veri yığınları düşünceyi ortadan kaldırarak hesaplamayı öne çıkarmaktadır. Oysa malumat gerçek bilgi değildir. Gerçek bilgiyi açığa çıkaran, çoğaltan düşüncedir, teoridir.
Han, teoriler veri analiziyle ikame edilebilecek modeller değildir diyor ve ekliyor: “Teorilerin temelinde en belirgin anlamıyla düşünce bulunur. Teori, dünyanın bambaşka bir ışıkta, bambaşka bir şekilde ortaya çıkmasını sağlama kararlılığını temsil eder. Neyin önemli olup olmadığını, neyin olduğunu veya olması gerektiğini veya gerekmediğini kararlaştıran birincil, ilksel bir karardır.”
Bütün bunlara paralel olarak bir de “Şeyleşme” sorunumuz vardır. Bu, Karl Marks’ın ortaya attığı Meta Fetişizmi tezinden hareketle George Luckas’ın derinlemesine ele aldığı eski bir sorundur aslında ama günümüzde daha da akut hale gelmiştir.
Kısaca, kapitalist piyasa ekonomisinin Meta Fetişizmi sonucunda insanlar arası ilişkilerin de metalaştığı, Şeyleştiği tezine dayanıyor. Kapitalist yaşam biçiminde insanlar sadece birbirlerini değil, kendilerini de meta olarak algılıyorlar.
Böyle olunca da Ben kendini bir araç olarak sunuyor ve etrafındaki her şeyi araç olarak görüyor.
İnsanın kendine yabancılaşmasının bir sonucu da narsisist öznelerin çoğalmasıdır. Her yerde kendini yaşayan narsisist birey, hiçbir şey ve hiçbir kimse ile gerçek bir bağ ve bağlantı kurmadan her şeyi kendisi için araç edinir ve sonu gelmeyen bir başarı performansının peşinde koşar.
Görülebileceği gibi, dijitalleşen kapitalizmin damgasını vurduğu 21. Yüzyıl parlak bir dönem olma vaadi vermiyor. İnsanlığın önüne yeni sorunlar çıkarıyor ve bazı eski sorunları daha da depreştiriyor.
Bu karamsar tablonun iyiye doğru evirilme olasılığı yok mu diye soracak olursak, umudumuzun geleceğin bilinmezliğinde olduğunu söyleyebiliriz.
Evet, günümüzde en büyük umudumuz, geleceğin bilinebilir olmamasıdır...