Dikenli Gül Bahçesi
Niye böyle duyguların da kapımızı çalabileceğini ön göremiyoruz? Neden kimse bize anneliğin doğasında bulutların tepesinde olmak kadar yıldırım olup yere çakılabilmek de olduğunu söylemiyor? Neden? Neden? Bilmem…
Seda Argün Refik
[email protected]
Kadınlık kavramını annelik kavramından ayrı tutmayan bir diğer deyişle her kadının mutlaka hayatının mümkünse ilk 30 yılında anne olmasının bir zorunluluk gibi görüldüğü toplumumuzda, değil evli kadınların bekar kadınların dahi yaşadığı baskı ve dayatmaların çekilmez bir hal aldığı aşikardır. Toplum için genel geçer bir sıralama vardır ya hani; okul biter, evlenirsin, evlenince çocuk yaparsın, çocuk yapınca kısa sürede ikinci çocuğu yaparsın…İşin bu boyutu evlenmek istemeyen, sevdiği insanla sadece aynı çatıda yaşamak isteyen ya da hayatına birini almak istemeyen, her şeyi geçtim çocuk sahibi olmayı düşünmeyen ya da düşünüp olamayan insanlar için hem boğucu hem de kimi durumlarda fazlasıyla kalp kırıcı bir faktör olabilmektedir. Toplumun bize dayattığı kadın, anne, eş rolleri günümüzde omzumuzda taşımakla yükümlü olmak istemediğimiz ve yeri geldiğinde ya da kimi kişiler için her zaman verilen bir savaş olabiliyorken işin bir de anne olma yoluna yürüyüp bu yolda yalnızlaşan kadınlar tarafını da düşünmemiz gerekiyor.
Annelik kendi içinde tek başına bir tanımı hak etse de bu tanımın fazlasıyla sübjektif olduğunu düşünüyorum. Benim için anne olmak, sonsuz bir sevgi içerisinde tüm zorluklarına rağmen bir insanı en iyi şekilde yaşatmak ve hayata hazırlamak olabilirken bir başkası için annelik tam bir zulüm, bir öteki için de gözünü kapatınca ortadan kaybolmasını istediği bir gerçek olabilir. Sadece allanıp pullanıp ‘kutsal analık’ ile önümüze getirilen ve ötesinin asla mümkün olabileceğini düşünmediğimiz günümüzde annenin huzursuz edici düzeyde, insanın kalbini yoran bir şekilde birini severken aynı anda mutsuz ve kendinden bile uzaklaşmış bir insan olabileceğini niye düşünemiyoruz? Niye böyle duyguların da kapımızı çalabileceğini ön göremiyoruz? Neden kimse bize anneliğin doğasında bulutların tepesinde olmak kadar yıldırım olup yere çakılabilmek de olduğunu söylemiyor? Neden? Neden? Bilmem…
Anne olan bir kadının kendi kafasında, bedeninde yaşadıkları ve yaşayabilecekleri hiçbir zaman bebeğini dünyaya getirmeden kendisiyle paylaşılmaz. İnsanlara göre kadın anne olmayı ‘tercih etmiştir’ ve bu ‘tercihiyle’ birlikte gelecek olan tüm deneyimleri yaşamaya mahkumdur, şanslıysa yanında ona bu yolculukta yardımcı olacak bir eşi vardır yoksa da zaten bebeği dünyaya geldiğinde hayatı çiçeklerle bezeli bir botanik bahçesi kadar güzel olacaktır.
Peki ya gerçekte olan nedir? Sevdiği kişiyle hayata yeni bir insan getirmek isteyen kadın dokuz ay boyunca – ortalama üçüncü ya da dördüncü ay sonrasından başlayarak – bebeğinin hareketlerini hissederek onu içinde büyütür ve günü geldiğinde de hayata gözlerini açması için bir yol sağlar. Kadın daha bu noktada çevresindeki insanların bebeğin nasıl doğurması gerektiğine dair baskılarla yüz yüze gelmeye başlamıştır.
Bebek dünyaya gelir, annesi ve babasıyla (ya da ebeveynleri olan çiftle) yeni bir hayata başlar. İşte böylece hayat kadın için yavaş yavaş değiştiği yönü göstermeye başlamıştır. Önce nefes alacak ufak boşluklar aradığının bilincinde dahi değildir. Her şey sanki yeni hayatın yarattığı durum etrafında dönmektedir ve gerçekte de bir noktaya kadar bu böyledir. Daha sonra bedenen yaşadığı değişimler ve zihinsel olarak karşılaştığı yeni duygu ve düşünceler etrafını sarmaya başlar.
Ebeveyn olmayı sevmemek değil tabii ki burada kastettiğim. Sizin canınızdan birini özellikle de kendi içinizde büyütüp dünyaya getirdiğiniz bir insanı sevmemek mümkün değil gibi geliyor bana. Öte yandan, hayatının belirli bir yaşına gelip eğitimini tamamlamış/tamamlamamış, hayattan ne istediğini bilerek bir çocuk sahibi olmak isteyen kişi bu yeni yolculukta uğradığı duraklarda gördüklerinden hoşlanmamış olabilir. Bu da çok normaldir. Ama işte gelin görün ki, bu deneyimin kimi yönlerinden hoşlanmamak, kendini uzakta tutmak istemek, yeri geldiğinde kaçıp bir delikte saklanmayı istemenin veya bunun düşünmenin dahi normal olduğunu konuşmuyoruz ve konuşamıyoruz. Büyüklerimiz bize annelikte her şey mubahtır der ve ne yaşayacaksak yaşamamız gerektiğini bir nevi beynimize işler. Bir yola girilir ve o yolda karşılaşılan her iniş çıkışın üstesinden gelinmelidir ve bunu yaparken de şikayet edilmemelidir.
Aynayı çevirip durup düşünüyorum da. Anne olunca hayat durmuyor ki, hayat anne olan kişi için bambaşka bir yere evriliyor ama baba başta olmak üzere herkesin hayatı aynı şekilde devam ediyor. Anne için bir kahve içmek bile lüks olurken, sosyal hayat anne dışında herkes için akıyor. Bu yolculuğa çıkmadan tüm bunların anne açısından geçerli olduğunu ve sadece anne olanların bir nebze anlayabileceği yalnızlıklar olabileceğini düşünemezdim bile. Belki de bu benim farkındalığımın çok olmaması ya da önceliklerimin içerisinde bunu düşünmenin bulunmaması olabilir.
Yıkıcı, üzücü ve bir o kadar da yalnızlaştırıcı yönleriyle hayatta kalmaya çalışan ve bir insan evladının da en iyi şekilde, en sevgi dolu, anlamsız bir duygu seli içerisinde büyümesine yardımcı olurken farkında olmadan öz-bakım, öz-sevgi, kendimize şefkat hep ikinci plana gidiyor. Bunların dillendirilmediği günümüzde kadınlar yalnızlaştırılıyor, aynalardan uzaklaştırılıyor ve sonrasında mutsuz bireyler olarak tek başına kalakalıyor. Ben şanslıydım, yardım almaktan gocunmadım; şanslıydım, yardım istediğimde elimi uzatacak birçok insan ve eşim vardı. Konuşmaktan korkmadım…yalnızım, korkuyorum dedim.
Bu anlattıklarımın büyük bir çoğunluğu kişisel deneyimlere dayanmakla birlikte benimle aynı düşünceleri paylaşan birçok kadın olduğunu düşünüyorum. ‘Anne olunca anlarsın’, ‘annelik böyledir işte’, ‘bebeğinle yeni bir hayata başladın yapacak bir şey yok’, ‘annelik bir tercihtir’ vb. söylemlerle karşılaşan ama bu sözlerin yükünü içine atarak hayatına devam etmeye çalışan kadınlar var ve hep de olmaya devam edecekler. Annelik kadının kimi zaman kendini yapayalnız, kimi zaman minik bir insan tanesinin yanında nefesini duyup tamamlanmış hissettiği bir deneyimdir. Hayatımızda yaşadığımız her yolculuk gibi anneliğin de kadının yaş, kültürel özellikler, büyüme tarzı, sahip olduğu ailevi destek gibi birçok faktörden etkilenip buna göre şekillendiği bir gerçek ama her ne olursa olsun bence annelik tam da benim en dibe battığım anda gözyaşlarımın arasından bulup çıkardığım kelimelerdeki gibi ‘dikenlerle dolu bir gül bahçeli ve kimse bize bundan bahsetmedi’.