DİKKAT KADIN VAR!
DİKKAT KADIN VAR!
Feminist Atölye (FEMA)
[email protected]
Günlük dilimiz içerisinde bayan kelimesi giderek yaygınlaşırken, kadın kelimesinin kullanımından kaçınılıyor. Bayan kelimesini kullananlara bunun neden kadın kelimesine tercih edildiği sorulduğunda, genellikle bunun kibar olmak için bir gereklilik olduğu savunuluyor. Bay kelimesi bu kadar sık kullanılmazken, bayan kelimesi artık neredeyse her yerde karşımıza çıkıyor. Bay kuaförüne az rastlanırken bayan kuaförleri her yerde, bay değil erkek reyonları oluşturulurken bayan reyonları hep ön saflarda yer alıyor hayatlarımızda. Yanlızca bunlarla da kalmıyor; bay tuvaletleri yerine genellikle erkek tuvaletleri varken kadın tuvaletleri yerine yine çoğunlukla bayan tuvaletleri, erkek voleybol takımları olmasına rağmen kadın değil bayan voleybol takımları oluşturuluyor. Bütün bu örnekler aslında günlük yaşantımızda kadın kelimesinin giderek dışlandığını gösteriyor ve bunu günlük yaşantının içinde kullanırken biz kadınlar olarak bayan kelimesinin yanlızca basit bir kelimeden ibaret olmadığını, onun kullanılmasının arkasında yatan nedenleri ıskalayabiliyoruz. Bayan kelimesinin kullanımı öncelikle kadın kelimesinin kullanılamayacak kadar ‘kirli’ ve ‘uygunsuz’ bir kelime olduğunun onayı anlamına geliyor. Bir yanda oğlanlıktan erkekliğe geçmek için erkekler can atarken, kızlar kadınlığa geçeceğinde hep bir tereddüt yaşanıyor. Oğlan ve kız kelimelerinin elbette kişinin yaşına bir göndermede bulunuyor ancak malesef bununla sınırlı kalmıyor. Örneğin 16 yaşında birine oğlan değil erkek kelimesi yakıştırılırken aynı durum kadınlar için geçerli olmuyor. Bu da gösteriyor ki kız olmak yaş yanında diğer toplumsal değerlere de gönderme yapmak anlamını taşıyor. Bizim toplumumuzda kız olmak kadının daha önce bir cinsellik deneyimi yaşayıp yaşamadığı ile ilişkilendiriliyor. Bu yüzdendirki bir ‘kız’ evlendikten hemen sonra ‘kadın’ hitabını kazanabiliyor.
Gelenekçi ve ataerkil toplum, cinselliği yanlızca aile içine hapsettiğinden dolayı, evlendikten sonra kadın denilmesinde bir sakınca görülmüyor. Burada önümüze apaçık bir ayrımcılık ve erkek egemen bakış ortaya çıkıyor. Kadınlara cinsellikleri referans verilerek hitap edilirken, erkekler hiçbir zaman buna maruz kalmıyorlar. Kadın kelimesi kirletilmiş bir şey olarak karşımıza çıkarken, kadınların kadınlıklarından utanmaları ve kadın olmaktan çekinmeleri gerektiği dayatılıyor aslında. Elbette ki her bayan kelimesini kullanan bireyin aklından tüm bu nedenler geçiyor ve yine de bayan demeyi tercih ediyor demek yanlış olur. Bayan kelimesinin ilk baştan beri ortaya çıkışı ve günlük hayatlarımızda bu kadar yaygınlaşmasının nedeni hiç kuşkusuz ki erkek egemen değerlerin yarattığı bilinçaltı ve belirli alışkanlıklardır. Peki ama kadın kelimesini kirletmelerine neden göz yumalım ? Kadın olmaktan neden utanalım? Neden erkeklerin bizim cinselliğimizi referans alarak bizlere hitap etmelerini onaylayalım? Erkeklerde olduğu gibi kadının da cinselliği veya medeni durumu yanlızca kendisini ilgilendirir! Eşitlik diyorsak ilk önce dilimizdeki ayrımcılığa son vermeli ve kadın kelimesini kullanmaktan çekinmemeli, bayan kelimesini onaylamamalıyız. Özellikle ülke olarak genel seçimlere hazırlandığımız bu günlerde, eşitliğe inanan her parti, kadın kelimisini hiç çekinmeden kullanmalı ve talep ettiği değişiklikleri ilk önce kendi dilinde yaratmalıdır.
***
FEMA’DAN HABERLER
Feminist Atölye olarak 4 Haziran Salı günü Dayanışma Evi’nde düzenlenen Florrie Burke’ün vermiş olduğu seminere katıldık. Florrie Burke özellikle cinsel istismardan kaynaklanan travmalar üzerine uzmanlaşmış ve bu alandaki çalışmaları neticesinde Obama tarafından ödüle layık görülen bir klinik psikolog. Seminer boyunca Burke özellikle cinsel istismara maruz kalan kadınların yaşadıkları travma nedeniyle hissettikleri şok, hayal kırıklığı ve aldatılmışlık hissini bizlere anlattı. Bunun yanında, istismara maruzu insanların travma nedeniyle çoğu zaman yaşadıkları anları tam olarak hatırlayamadıkları ve beyinlerinin bunu onlara unutturmaya çalıştığından bahsetti. Bu gerçeğin istismara maruz kalan insanların polis ve mahkemeler tarafından ‘yalancı’ olarak damgalanmasına neden olduğunu ve bu algıyı değiştirebilmek için sivil toplum örgütlerine, psikolog ve avukatlara çok önemli görevler düştüğünden bahsetti. Ayrıca polisin, bu yönde şikayette bulunan insanlara karşı suçlayıcı ve dışlayıcı tavırları ve onlara artık güvende oldukları hissini vermek yerine, korkutarak uzun saatler ifadelerini almaya çalışmaları henüz travmayı atlatamadan bu insanlar için ikinci bir yıkım olabildiğinden bahsetti. Bu nedenle polisin de doğru soruları sormasını sağlamak, dışlayıcı ve yargılayıcı bir yerden onlarla iletişime geçmek yerine en doğru bilgileri temin edebilmek için özellikle hassas davranmaları gerektiğini vurguladı.