“Dikmen üstü Bozdağ’ın zirvesinde, toprak yolun bittiği yerdeki mağaraya bazı “kayıplar” gömülmüş…”
OKURLARIMIZ BİLDİKLERİNİ PAYLAŞMAYA DEVAM EDİYOR…
Bir okurumuz şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:
“Dikmen (Dikomo) üstünde Bozdağ vardır. Bozdağ’ın zirvesinde toprak yolun bittiği yerde, Kıbrıslırum askerlerin eski kampı vardır.
Bu kamp boştur ve yıkık döküktür ama eski tuvalet falan görülebilir.
Kampın batısına doğru bir mağara vardır.
Bu mağara dikeydir, yere doğru aşağıya iner yani kuyu gibidir.
Bizim Dikmen’e 1974’te giren askerlerden duymuş olduğumuz bilgiye göre, bu kuyu gibi mağaraya bazı “kayıp” Kıbrıslırumlar atılmış, bu mağaraya gömülmüşler.
Lütfen bu bilgiyi Kayıplar Komitesi’ne veriniz ve araştırsınlar…
Biz Dikmen’in üst başına avlanmaya giderdik ve her zaman o bölgede saçılı vaziyette insan kemiklerine rastlardık…
Oraları da araştırsınlar lütfen…”
Bu okurumuza paylaştığı bu bilgiler için çok teşekkür ederiz.
Bu konuda daha ayrıntılı bilgi sahibi okurlarımızı, isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı telefondan beni aramaya davet ediyorum.
Konuyla ilgili olarak Kayıplar Komitesi’yle isimli veya isimsiz olarak konuşmak isteyenler de 181 ihbar hattını arayabilirler.
“Silver Beach civarındaki eski mevzileri araştırınız… Bazı “kayıplar” gömülüdür…”
Bir okurumuz şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:
“Sevgül Hanım, selam…
Bu size anlatacaklarımı ben bir yakınımdan dinledim ve sizinle paylaşmak istedim ki gerekli araştırmaları yapıp Kayıplar Komitesi’ne de bilgi verebilesiniz.
1974 harbi olduğu zaman, ne zaman ki Türk tankları ilerliyordu, işte o zaman Salamis harabelerinin bittiği yerde bir grup Kıbrıslırum asker, bu tanklara ateş açmışlar. Ateş açan bu bir grup Kıbrıslırum asker orada yakalanmışlar. Eskiden bir bekçi kulübesi vardı, işte o civarda yakalanmışlar.
Onları alıp Silver Beach’in olduğu yere götürmüşler ve tanklara ateş açtıkları için infaz edilip öldürülmüşler ve Silver Beach’te bulunan mevzilerden birisine veya bu mevzilerin hemen yanına gömülmüşler.
Bu konuda lütfen araştırma yapınız… Ben de araştırmalarıma devam edeceğim…”
Bu okurumuza paylaştığı bu bilgiler için çok teşekkür ederiz.
Bu konuda daha ayrıntılı bilgi sahibi okurlarımızı, isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı telefondan beni aramaya davet ediyorum.
Konuyla ilgili olarak Kayıplar Komitesi’yle isimli veya isimsiz olarak konuşmak isteyenler de 181 ihbar hattını arayabilirler.
“Aredyu’da Yorgacis’in adamlarıyla bazı Kıbrıslırumlar, birbirlerini Kıbrıslıtürk sanıp ateş etmişlerdi…”
Bir Kıbrıslırum okurumuz, şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:
“Sevgili Sevgül,
Sana Aredyu’da meydana gelen bir olayı aktarmak istiyorum.
Bu olayı bana doğrudan bu olaya karışan bir Kıbrıslırum’un güveyisi aktardı ve kaynatasının seninle konuşmak istediğini de belirtti.
1963 yılında bazı köylüler Aredyu’da bulunan bazı Kıbrıslıtürkler’i tutuklamışlar, bu Kıbrıslırumlar av tüfekleri ile orada iken, Yorgacis’in korumaları da tam o anda köyden geçmekte imişler… Yorgacis’in adamları, av tüfekleriyle orada bulunan Kıbrıslırumlar’ı görüp, onları Kıbrıslıtürk sanarak ateş açmışlar… Buna tepki olarak da arkadaşımın kaynatası av tüfeğiyle onlara ateş açıp bir tanesini de yaralamış. Bu durum üzerine Yorgacis’in korumaları köyden ayrılmışlar ancak intikam almak üzere köye geri dönmüşler. Birkaç gün sonra köye geri gelerek bazı Kıbrıslıtürkler’i öldürmüşler… Bu olay o günlerde kamuoyunda duyulmuş ve sanırım FILELEFTHEROS gazetesinde de bu yönde bir haber çıkmışmış… Bu olaya karışmış olan arkadaşımın kaynatası sizinle görüşmek istiyor…”
Bu Kıbrıslırum okurumuza, paylaştığı bu bilgiler için çok teşekkür ederiz.
Bu konuda daha ayrıntılı bilgi sahibi okurlarımızı, isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı telefondan beni aramaya davet ediyorum.
Hatırlanacağı gibi Aredyu’dan “kayıp” edilmiş bazı Kıbrıslıtürkler’den geride kalanların, bazı Kıbrıslırum okurlarımızın yardımlarıyla Tseri köyünde bir kuyuda ve Koççinodrimitya’da sıra kuyularda bulunmasını sağlamış, bu yönde Kayıplar Komitesi yetkililerine bu kuyuların yerlerini göstermiş ve haritalarını da vermiştik. Ancak Aredyu’dan “kayıp” edilip gömü yeri hala bulunmayan bir Kıbrıslıtürk daha mevcuttur. Bu konuda çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Dün, Kayıplar Komitesi yetkililerine, bu “kayıp” Kıbrıslıtürk’ün olası gömü yeri hakkında bir Kıbrıslırum okurumuzun bizimle paylaşmış olduğu bilgiyi ve bize göndermiş olduğu koordinatları vermiş bulunuyoruz.
Bir Kıbrıslırum okurumuz, dün bu sayfalarda da paylaştığımız gibi, sözkonusu “kayıp” Kıbrıslıtürk’ün, günümüzde PAEEK futbol sahasının bulunduğu noktada gömülmüş olduğunu belirtmiş ve bize bu alanın koordinatlarını da göndermişti.
YÜZLEŞME KONUSUNDA BİR KİTAP…
“Bir Alman’ın Hikâyesi…”
Yüzleşme konusunda “Bir Alman’ın Hikayesi” Türkçe’de İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Kitabı yazan Sebastian Haffner…
Nazilerin adım adım iktidara gelişini, “Yok canım, hiç olur mu?” denenlerin gerçek oluşunu yaşayan, sıradan bir Alman’ın tanıklığı… Politik olmayan, sertleşen siyasi mücadeleyi korunaklı bir konumdan izleyen, “Bana dokunmazlar,” diyen birisiyle karşı karşıyayız. Bu totaliter iktidarın nasıl herkese, her şeye, hayatın her alanına dokunduğunu yavaş yavaş, ürpererek fark ediyor, soluğu daralıyor. Bu kitap, o ürpertinin hikâyesi. Bir Alman’ın Hikâyesi, Nazizmi/faşizmi, teorik metinlerin ve tarih kitaplarının aktarmaya pek muktedir olamayacağı bir derinlik ve duyguyla anlamamızı sağlayan bir anlatı.
Kitabın tanıtımında şöyle deniliyor:
“Devlet, münferit kişiden, arkadaşlarından kopmasını, sevgilisini terk etmesini, kendi fikirlerinden vazgeçip önüne konan fikirleri benimsemesini, insanları alıştığından farklı bir şekilde selamlamasını, hoşlandığından farklı şeyler yemesini ve içmesini, boş zamanını nefret ettiği birtakım faaliyetler için heba etmesini, bütünüyle reddettiği maceralar için kendisini emre amade kılmasını, geçmişini ve benliğini reddetmesini ve bütün bunları yaparken her an yoğun bir coşku ve minnettarlık göstermesini, korkunç tehditler savurarak talep eder. Münferit şahıs bir kahraman olarak doğmamıştır, hele şehit olmak aklından bile geçmez. Sıradan bir insandır, birçok zaafı vardır… Ama kendisinden talep edilenleri istemez, bu nedenle düelloyu kabul eder – pek heyecanlı değildir, daha ziyade omuzlarını silkerek kabul eder düelloyu, ama diğer taraftan sessiz bir kararlılık içindedir de, yılmayacaktır.”
“Haffner’in anlatımı, yalnızca üslûbunun parlaklığıyla, şiirsel denebilecek canlılığıyla ve berrak görüşüyle kalmıyor, usul usul yaklaşmakta olan değişimleri algılamaktaki duyarlılığıyla dikkat çekiyor - adeta, antisemit terörün doğrudan kurbanlarından biriymişçesine.” Der Spiegel
Kitabın yazarı Sebastian Haffner 1907’de Berlin’de doğdu. Hukuk alanında doktora yaptı. 1938’de İngiltere’ye iltica etti ve Observer’da gazeteci olarak çalışmaya başladı. Bir Alman’ın Hikâyesi adlı kitabını sürgünde yaşadığı Londra’da 1939 yılında kaleme aldı. 1954 yılında Almanya’ya geri döndü, Önce Die Welt sonra Stern için yazdı. Büyük ilgi gören Anmerkungen zu Hitler’in (Hitler Hakkında Değinmeler) de aralarında olduğu, bir dizi çok okunan tarih kitabı vardır. 1999 yılında hayata veda etti.
BASINDAN GÜNCEL…
“Ortadoğu’nun yorgun insanları…”
Albert Berk Toledo
Kısa bir süre önce New York’ta yaşayan İranlı animasyon sanatçısı ve ipek sesli şarkıcı Marjan Farsad’ı keşfettim. “Khooneye Ma” adlı şarkısını Farsça öğrenme materyali olarak kullanmaya karar verdim. Saatlerce bütün kelimeleri tek tek sözlükten baktım ve cümleleri anlamaya çalıştım. Kağıt üzerinde her şeyi anladıktan sonra, şarkıyı dinlerken yazıdan takip etmeye çalıştım. Bir sonraki aşama ise şarkıyı dinlerken çabucak sözleri kağıda yazmaktı.
Birkaç saat sonra sinemaya gidecektim. Yolda yürürken kulaklıklarımı takıp şarkıyı tekrar tekrar dinlemeye karar verdim. Saatlerce bu şarkı üzerinde çalıştıktan sonra artık dinlerken şarkıyı kelimesi kelimesine anlıyordum. Aşağıdaki kıtayı dinlerken bir anda kelimeler, manalar, melodi, herşey bir araya geldi ve tek bir gözyaşı damlası yanaklarımdan süzüldü.
Bizim evimizin hikayeleri var
Vişneleri ve fıstıkları var
Sıcacık tebessümlerin ardında
Yorgun insanları var
Şarkının bu kısmı bir an için beni çok duygulandırdı çünkü aniden çok derin içsel bir çekişmemi sindirmeme yardımcı oldu.
Ben de birçok Türk, İranlı veya bölgenin diğer ülkelerinden ailelerini, arkadaşlarını geride bırakarak okumak veya çalışmak için Avrupa’ya, Amerika’ya gelen insanlardanım. Giderken hep kendimize daha iyi bir yere, değerimizin bilindiği yerlere gittiğimizi söylüyoruz. Ülkelerimizi yönetenlere kızgınlıkla gidiyoruz. Bizim ve diğerlerinin gördüğü muameleye karşı olan hayal kırıklıklarımızla gidiyoruz. Geleceğe dair beslediğimiz, kendi memleketlerimizde sevdiklerimizle yaşayamadığımız hayallerimiz, bizden alıkonulan geleceklerimiz elimizde tuz buz olarak gidiyoruz. Gidiyoruz, bir çok şeyden şikayet ederek, kendi kendimizi doğru kararı verdiğimize ikna etmeye çalışarak…
Ancak bu şiirin ifade ettiği hakikat şudur ki, geride bıraktığımız memleketlerimizde, acısıyla tatlısıyla hikayelerimiz var; bizi biz yapan hikayeler. Kimliklerimizi, dillerimizi, isimlerimizi belirleyen hikayeler. Geride bıraktığımız memleketlerimizde vişnelerimiz, fıstıklarımız ve sayısız başka harika tatlarımız, her birinin her birimize başka anlamlar ifade ettiği güzelliklerimiz var. Geride bıraktığımız memleketlerimizdeki milyonların yüzünde sıcacık tebessümler var. Birbirimize sıcakça dokunup, sarılıp öptüğümüz insanlar var.
Ancak elbette o tebessümlerin arkasında yorulmuş insanlar var. Hem de çok yorgun… Tam da bu hikayeler yüzünden. Herkesin kendi acı hikayesi var. Yüzlerindeki sıcak gülümsemelerini ayakta tutabilmelerine rağmen o kadar yorgunlar ki, başkalarının acılarına anlayışlı olmak çok güçleşmiş. Bu da birbirlerine karşı büyük bir acımasızlık duygusunu doğuruyor.
O gün gittiğim film Lübnan’ın 2018 Oscar adayı ‘Hakaret’ idi. Film, Filistinli bir mülteci ile Hristiyan bir Lübnanlı arasındaki küçük bir tartışmanın nasıl ülke çapında bir probleme dönüştüğünü anlatıyor. Sadece bir hakaretin karşılığında özür işitmek isteyen bir adam, karşısında bir türlü özür dileyemeyen birini buluyor. İkisinin de geçmişe karşı derin kızgınlıkları var. İkisi de kendi hikayelerinin mağdurları, ancak şimdi birbirleriyle karşı karşıyalar.
Filmin sonunda doğru Hristiyan adamın avukatı savunmasını yaparken müvekkilinin çocukluğunda, köyünde çıkan çatışmadan bahsediyor. Mahkemedeki kimsenin bundan haberi yok. Avukat herkesin Filistinli mültecilerin problemlerine odaklanmış olmasına rağmen durumun aslında bu kadar basit olmadığını anlatıyor. Bu bölgede acı çekmemiş neredeyse hiç bir kesim yok. Evet, Filistinliler çok acı çekti ve evlerinden oldular. İsrail’deki Yahudiler ülkeleri kurulduğu günden beri saldırı altındalar. Arap ülkelerindeki Yahudiler evlerini terk etmek zorunda kaldılar. Kürtler farklı ülkelerde baskı altında yaşadılar. İran’da kanlı bir ihtilal oldu, Irak ve Suriye savaşlarla yerle bir edildi.
Geçmişten gelen bütün bu hikayeler ateşi iyice kızıştırıyor. Belki de ihtiyacımız olan şey filmdeki Filistinli adamın yapamadığı: sadece bir özür. Temiz bir sayfa açmak, bu hale gelmemize sebep olan olaylar zincirini anlamaya çalışarak belli derecede bir iç huzura kavuşmak ve hayatımıza devam etmek. Biliyorum, bu Ortadoğu için gerçekçi bir gelecek değil. Ama hayalini kurmak bile güzel değil mi?
Ben Ortadoğu için öyle bir gelecek hayal etmek isterim ki, içinde Kürtler ve Türkler, Araplar, İranlılar ve Yahudiler hep beraber huzur ve barış içinde yaşayalım. Halep’ten Erbil’e, Tahran’dan Hayfa’ya, İstanbul’dan Beyrut’a korkmadan, kaygılanmadan seyahat edelim; sadece kayısılar, vişneler ve fıstıklar için; sadece bu kadim toprakların güzelliklerini, kültürlerini, müziklerini, dillerini ama en önemlisi de insanlarını paylaşmak, kutlamak için.
(AVLAREMOZ - Albert Berk Toledo – 25.9.2018)