Dili Özgürleştirmek ve Hayal Gücü
Bakış açılarındaki hataları görmek kendini yanlışlamaya neden olur ve bu acı vericidir, ayrıca eylemlerimizde, olaylar karşısındaki duruşumuzda ve çok önemli bazı seçimlerimizde değişimlerle sonuçlanmayı gerektirir.
Yılmaz Akgünlü
[email protected]
- Yanlış Bir Dili konuşmak
Çocukluğumdan beri benim için en yaratıcı, en güvenli ve en aydınlatıcı olanak olmuştur hayal gücü. O kimsenin benden alamadığı şeydir. Hayal gücü sınırsızdır, oradaki dünyanın tek hakimi benim ve gerçekliği yorumlamam ve yaratmam açısından müthiş bir özgürlük alanıdır o.
Sonraları gençliğimden itibaren toplum tarafından “gerçekler” denilen şeye yöneldim daha çok. Topluma uyum sağlamak için daha az imgelem ve hayal gücü, daha çok belirlenmiş gerçeğe uyma çabası hakimdi. Hayal gücü geri plana atıldı, bastırıldı, akışına izin verilmedi. Bu kısmen aldığım bilimsel eğitimden dolayı oldu sanırım. Psikolojik teorilerin sert ve ciddi gerçeklikleri, bilimin asık suratlı, kendini beğenmiş üstenci bakışı hayal, iç dünya gibi konuları daha düşük seviyedeki gerçekler olarak görüyordu. Hayallerin ve rüyaların bazı teorilerde önemi vardı elbette. Ancak hangi bilimsel teori ona merkezi bir önem verebilir ki? Bu konu daha çok sanatı alanına girerdir olsa olsa. Gene de psikolojik teorilerin çeşitliliği ve zenginliği ve genel olarak insan deneyiminin her tür görünümüne açık oluşu bir hava deliği açılmasını sağlamıştır.
İnsanın günlerini, aylarını yıllarını verdiği mesleğini öğrenme çabası ister istemez bazı yan etkiler de doğurmuyor değil. Hatta bunlara yan etki demek bile hafif kalır, bunlar ana etki de diyebiliriz. Bir mühendisin olayları algılayış biçimi bir sosyal bilimciden oldukça farklıdır, hatta olaylara çok ayrı dünyalardan baktıkları bile söylenebilir. Bu uzlaşamayacakları anlamına gelmez, birbirlerine verecek bir şeyleri varsa iletişimleri nadiren de olsa verimli olabilir. Öte yandan sosyal bilimciler arasında bile ciddi bakış açısı farklılıkları vardır. Siyaset bilimi, sosyoloji, hukuk gibi branşlarda eğitim görenler psikoloji ve felsefeye göre daha çok toplumsal perspektiflerden bakma eğilimindedir.
Bundan bahsetmemin nedeni hayal gücü gibi zor bir konuya giriş yaparken ve onu anlamaya çalışırken kendi eğitimimizi ya da mesleğimizi göz önüne almamız gerektiğidir. Bu yüzden hayaller konusuna girmeden önce belki de okura uzunca gelebilecek bir giriş yapacağım. Bu yazıda anlatılacaklar muhtemelen toplumdaki birçok meslekten insan için oldukça anlaşılmaz olacaktır. Çünkü eğitim dediğimiz şey ne kadar övülse de maalesef bakış açılarını sabitlemek gibi bir olumsuz etki yapmaktadır. Bu da insanların birbirlerini anlamalarını ve paylaşım içinde olmalarını imkansız hale getirir çoğu zaman. Söylediğiniz şeyler anlaşılmadığı gibi, söylemediğiniz şeyleri söylemişsiniz gibi davranılır. Ya da aslında ima edilmeyen sonuçları ima ettiğiniz düşünülür.
Aslında bu durum bir bütün olarak toplumsal sisteme entegre olmuş insanların çoğunluğu için geçerlidir. Yüzeysel bir dil, yüzeysel ve üstünkörü bakış açıları her yeri sarmıştır. Bu bakış açıları dünyayı açıklar görünür ama karmakarışık ve tutarsız düşüncelere neden olurlar ve bu düşünceler de verimsiz, olumsuz ruh hallerine sürükler bizi. Bunların zararlı etkileri felsefenin, psikolojinin, maneviyatın ve sanatın zor anlaşılır dili ve terimleri üzerinde uzun süre çalışılmadan kavranılamaz.
Bu yeni bir dil öğrenmek gibidir ve hatta çok daha zordur. Çünkü, bakış açılarındaki hataları görmek kendini yanlışlamaya neden olur ve bu acı vericidir, ayrıca eylemlerimizde, olaylar karşısındaki duruşumuzda ve çok önemli bazı seçimlerimizde değişimlerle sonuçlanmayı gerektirir ve bu da çevremizle çatışmak gibi güç bir sürece sokar bizi. Ancak öte yandan bu yoğun ve zorlu süreç yaşanmadan yeni bir dile, hakikatleri anlamamıza neden olan bir bakış açısına da geçiş mümkün olmaz.
Lao Tzu’nun bir sözü vardır cahil bir insana doğru yol eğri görünür, eğri yolsa doğru. Bunu toplumu biraz çözümlemiş herkes görebilir kanımca. Başat doğrular genelde yanlıştır, indirgenmiştir, kendisiyle çelişir. Daha çok okumak, incelemek ve samimiyetle tartışmak doğruların çok incelikli ve derin olduğu noktaya götürebilir bizi. Günlük dilde kullanılan birçok kelime asli anlamlarından uzaklaşmış ve hatta tam tersi bir anlama karşılık gelir haldedir. Bir insanın insan olarak var olmasında en kritik öneme sahip olan özgürlük, sevgi, ahlak, birey, sorumluluk, çalışma, başarı, kazanç gibi birçok kavram buna örnek gösterilebilir.
Örneğin özgürlük nedir? İstediklerini yapabilmek, seçim yapma şansına sahip olmak mıdır? Eskiden toplumun uygun gördüğü kişiyle evlendirilirdiniz, toplumun uygun gördüğü işi yapardınız. Şimdi istediğiniz mesleği ve eşi seçmekte “özgürüz”. Özgürlükten anladığımız budur. Peki ne fark etti gerçekte? Şimdi daha iyi seçimler mi yapıyoruz? Daha iyi iş ve eşleri seçiyorsak bütün istatistikler neden insanların çoğunun işinden ve eşinden memnun olmadığını söylüyor.
Oysa özgürlük insanın dünyayla kurduğu ilişkide her an tazelenen bir zihin durumuyla olayları yeniden ve yeniden değerlendirebilmesidir. Ve nesnelerle, olaylarla, duygularla bağlantılı ama onlar tarafından güdülmeden, onların üstünden süzülür gibi akabilmenin gücü ve sevincidir. Ancak özgürlük yaptığımız seçimlerin sorumluluğunu üstlenmeyi gerektiren ve bizi sonrasında yeryüzüne çeken ve bağlayan bir şeydir. Yaptığımız seçimlerin, edimlerin, eylemlerin sorumluluklarından kaçtığımız anda özgürlüğümüzü kötüye kullanmış ve onu kaybetmiş oluruz. Ama günümüzde özgürlük istediğini yapabilmek, daha fazla tüketim nesnesi arasından en iyisini seçebilmek, kimseye bağlı ve sorumlu olmamak anlamına gelir.
Başka bir örnek olarak sevgi, çevremizdeki varlıkları ve kendimizi görüp anlayabilmek ve onların kendi doğaları yönünde gelişmelerini ve mutlu olmalarını sağlamak için çalışmaktır. Bu tanım felsefe ve psikolojide sevgi üzerinde yapılan neredeyse bütün derinlikli çalışmalarda varılan ortak noktadır. Ancak günümüzde bu tanım değişmiştir; sevgi bir varlığın size tabi olmasını, sizin yanınızda olmasını ya da onu kullanabilir durumda olmayı içerir artık, eğer benim güdümüm ve kontrolüm altındaysan ve senden yararlanabiliyorsam seni severim. İstediğimde sana yaklaşır istemezsem uzaklaşırım, senin ne hissettiğine göre değil kendi his ve çıkarlarıma göre severim. Bakın burada sevgi gerçek anlamından ne kadar uzaklaşmış hatta tam tersi bir anlama bürünmüştür. Ama gene de biz buna sevgi deriz işte.
Ya da ‘ahlak’ terimi, ahlak bütünün iyiliği için davranabilme gücü iken kısıtlayıcı ve can sıkıcı kurallar olarak algılanır çoğu zaman. Günümüzde bir insanın neyi, neden ve nasıl yaptığına bakmaksızın onu dışsal ölçütlerle yargılamaktır ahlak.
Birey kavramı : ‘Birey’ olmak varlığın büyük uyumu içinde kendi özgün yeteneklerini geliştirip ifade ederek başkalarına eşsiz bir his ve mutluluk katabilmektir, kendine özgü olabilmektir. Birey olmak başkalarından ayrı bir odak merkezi olmak, kendi isteklerini mutlaka elde ederek yaşamda başkalarının aleyhine de olsa maksimum çıkar elde etmek değildir.
İşte bütün bu anlamlar sapınca ve herkes yanlış anlamları doğru olarak kabul edince belki de gayet anlaşılır ama son derece zararlı ve yıkıcı bir toplumsal düzen kurmuş olurlar. Örneğin ‘adalet’ intikam almak değildir, suçluyu ya da adaletsizliğe neden olan yapıları ıslah etmek ve toplumsal dengeleri mağdurların lehine olacak şekilde yeninden tesis etmek demektir. Eğer öyle olmazsa düzen gitgide bozuk ve adaletsiz hale gelir. Suç işleyen ve işlenmesine neden olanlar suçun bireysel değil toplumsal bir düzen bozukluğunun sonucu olduğunu anlamalıdırlar. Suç ve düzen birbirlerinin parçasıdır. Suç düzenin karanlık tarafıdır. Bir toplumsal sistem ve düzen karanlık taraflarını görüp değiştirmedikçe suçu yaratmaya devam eder.
‘Para’ yaşamak için takasın yerine geçen, karmaşık paylaşım sistemini basit hale getirmeye yarayan bir icattır. O sanki peşinden koşarsak bizi mutlu edecek bir amaç değildir. Daha çok biriktirdiğimizde hem kendimize hem de başkalarına zarar veririz. Paranın az kişinin elinde yoğunlaşması o az kişinin başkaları üzerindeki yıkıcı tahakkümünü kolaylaştırır, uzun vadede yokluklara, krizlere ve savaşlara neden olur. Günün sonunda parası olanın bile kaybettiği bir düzene evrilir işler.
Bu kadar örnekten sonra sanırım kelimelere yeninden anlam verme sorumluluğumuzu bir nebze olsun hissettirmiş olduğumu umuyorum. Karşılaştığımız her kavrama, kelimeye bunu uygulamak bizi kavramların yanlış anlamlarından özgürleştirecektir. Bu uzun, neşeli ve aydınlığa giden ama zor da bir yoldur. Hakikate giden yol düşüncelerden başlar. Düşünceler ise kelimelerden oluşur. O halde kelimeleri iyileştirmek zorundadır her insan. “Zorunluluk” çağımızda istenmeyen bir kavramdır örneğin. İnsana istemediği şeyleri yaptırmak olarak anlaşıla gelmiştir. O yüzden çoğu insan bir şeye zorunlu olduğuna ilişkin bir ifadeye denk geldiğinde ürkebilir. Ancak zorunda olmak kendi iyiliğimiz için yapmamızın iyi olacağı bir çalışmayı ima edebilir, eğer amaç ve niyet yerindeyse.
Şimdi hayal gücü konusunda geçebiliriz. Bu çok garip ve üstün yetimiz neden anlaşılamamış ve gereken değeri alamamıştır acaba? Yazının ikinci bölümü bu konuya adandı.