1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Dimitris Ergadudis yazdı: “Ayluka, Aykasiyano ve Tanti’nin hamamından hatıralar…” 2
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Dimitris Ergadudis yazdı: “Ayluka, Aykasiyano ve Tanti’nin hamamından hatıralar…” 2

A+A-

“Bir yoğurt, Bay Komşu…”

1950’li yıllarda Aykasiyano’da, Aftokratiras Theodoras (İmparatoriçe Theodora) Sokağı’ndaki evler birbirine bitişikti. Ancak arkada, her birinin birer iç avlusu vardı. Bazılarının küçük birer avluydu bizimkisi gibi ama bazılarının büyük avluları vardı. Aftokratiras Theodoras Sokağı’nın arkası 22 Mayıs Sokağı, çıkmaz bir sokaktı. Buraya “Kanduna” diyorduk. Kanduna’nın sağ tarafında bulunan evlerin avluları, Aftokratiras Theodoras Sokağı’ndaki evlerin avlularına bitişikti.

Bizim evimizin tam arkasında bulunan bir evde bir Türk yoğurtçu yaşamaktaydı. Yoğurt istediğimiz zaman annem tahta bir merdivene tırmanıyordu (yapıcı ustalarının kullandığı türden tahta bir merdivendi bu), toprak ve tuğladan yapılmış duvarın üstüne ulaştığı zaman bağırıyordu:

“Komşu, bir kase yoğurt!”

Bir süre sonra duvarın üstüne bir el uzanıyor ve bir kase taze yoğurt uzatıyordu.

Günlerden bir gün ninem pilav ve köfte yapmıştı. Bunlarla ancak yoğurt yenebilirdi. Merdivene tırmanacak olan annem evde yoktu, ninem böyle bir şey yapmak için fazla şişmandı ve ben de yükseğe tırmanmaktan korkuyordum…

Ben de parayı alarak Kanduna’ya doğru yoğurt satın almaya gittim. Kanduna’dan önceki köşede, Kostakis ve Andros’un nineleri, onları yedirmeye uğraşmaktaydı… Köfte, pilav ve yoğurttu yedikleri. Onların da aynı şeyleri yemelerinde bir tuhaflık yoktu. Aykasiyano’da bu yaygındı: Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri baklagiller yenmekteydi, Perşembeleri ve Pazarları et yenmekteydi, Salıları ise kıymalı bir şeyler, genellikle de köfte yenmekteydi. Cumartesi ise omlet veya domatesle kavrulmuş yumurta yenmekteydi.

Yoğurtçunun evi Kanduna’nın sonundaydı. İçeriye girdim ve yoğurtçuyu evin girişinde gördüm, burasını kendi üretimi süt ürünleri için bir tür dükkana dönüştürmüştü.

Türkçe olarak kendisine “Günaydın” dedim. Ve “Bir kase yoğurt, Bay Komşu…”

Yoğurtçunun bakışı değişmişti… Aniden ifrit gibi olmuştu, çok kızmıştı… Azıcık Rumcası’yla bana “Ben Ali’yim. Komşu, karımdır” diyordu… Daha başka bir şeyler de söylüyordu ama Türkçe konuşuyordu. Benim tek bildiğim Türkçe sözcükler ise “bir” ve “günaydın”dan ibaretti. Bana sövdüğünden kuşkulandım ve ağlamaya başladım, koşarak kaçtım, yoğurt falan almadan…

Kostakis ve Andros’un ninesi bana neden ağladığımı sordu. Ona olup biteni izah ettim ve bu tatlı yaşlı kadın yüksek sesle, sonu gelmez kahkahalara boğuldu! O kadar yüksek sesle gülüyordu ki Andros korkusundan bir köfteyi büsbütün yutmuş ve neredeyse boğuluyordu…

Cesaretimi toplayarak ona neden güldüğünü sordum.

“Oğlum” dedi. “komşu, komşu demektir Türkçe’de.”

“Komşu mu?” dedim. Sonra da yaptığım gafı kavradım. Yoğurtçuya “Bay Komşu” diye hitap etmiştim, o da buna kızmıştı!

Peki ya annem, ille de bu tür bir niteleme kullanması gerekli miydi? Neden Ayşe, Emine veya Pembe diye hitap etmiyordu onlara?

Eve döndüğümde ninem bana sordu:

“Yoğurdu getirdin mi?”

“Hayır” dedim, “bitmiş” ve pilav ile köfteyi öylece yedim. Türk yoğurdu olmadan…

s1-119.jpg

Tanti’nin hamamı – Bitti!…

1953 yılının Eylül ayında, birkaç gün önce bizi sallayan depremden hala korkuyorduk, en ciddi deprem Baf’ta olmuştu ve ben Aykasiyano Erkekler Okulu dördüncü sınıfına başlamıştım.

Aslında dördüncü sınıf kolaydı, neredeyse üçüncü sınıfın bir tekrarıydı…

Ancak hayatımız biraz değişmişti çünkü her Cumartesi “katihitiko” denen din dersine gitmekteydik.

Din dersiyle ilgili olarak tek sorunum, bunun ninemle hamama gittiğim günle aynı gün olmasıydı. İkisi arasında bir seçim yapmak durumundaydım. Ya hamama, ya da din okuluna gidecektim.

Bir veya iki Cumartesi, ninemi ikna etmeyi başardım ve hamama gitmememe izin verdi. Evin tuvaletinde yıkanıyordum. Henüz Aykasiyano’daki evlerin çoğunda banyo yoktu, ninemin Atina’nın en pahalı mahallelerinden Kolonaki’de yaşamakta olduğumuzu iddia etmesine karşın bu böyleydi… Ve ben birkaç Cumartesi, hamam yerine din okuluna gidiyordum.

Ancak üçüncü haftaya geldiğimizde, ninem ayaklarımda bazı siyah lekeler gördü ve “Bugün okul bitince hemen Hamam’a geleceksin. Orada olacağım ve seni yıkayacağım ve saat dörtte de din okuluna gideceksin. Aksi halde, din okulu… yok…” dedi.

O günlerde Lefkoşalılar için Hamam, büyük bir ritüeldi. Bizim hamamımız yani Tanti’nin Hamamı, I. Tsimiski ve M. Konstantinu sokaklarının köşesindeydi. Çok büyük bir yerdi, yarısı bodrumdaydı, çok büyük soyunma odaları vardı, bunlar da içi saman dolu şiltelerle ayrılmıştı… Yerde daha sert ve daha ayrık dokunmuş paspaslar vardı, bunlar daha çabuk kurumak içindi… Hamamın sonunda, girişin tam karşısında çeşmeler ve banyolar vardı… Soğuk su, ısıtılmış mermerlere akıyor ve oda buharla doluyordu… Daha sonra, sert bezler ya da iliflerle keselenme vardı. Pembe adlı bir Türk kadın bu işte ünlüydü. Ve sonra da giyinme odasında ikindine kadar kurulanma süreci vardı.

Tüm süreç sabah başlıyordu. Oraya aileler olarak gidiyorduk, kadınlar ve çocuklar olarak. Erkekler için başka bir zaman dilimi ayrılmıştı, onlar ikindin gidiyor ve geceye kadar kalıyordu hamamda. Yiyeceklerimizi de yanımızda götürüyorduk, meyvelerimizi, limonatalarımızı ve böylece iyi ve temiz bir vakit geçiriyorduk.

Böylece o Cumartesi günü ninem Hamam’a sabah erkenden gitti ve benim öğleyin okulum biter bitmez, onu bulmaya gittim.

Ancak kapıdaki görevli beni içeriye sokmuyordu.

Bana “Hamam, saat dörtten sonradır erkekler için” diyordu.

Ben de ona Bayan Paraskevu’nun torunu olduğumu ve her zaman onunla Hamam’a geldiğimi izah etmeye çalıştım… Ninemin adını hiç duymadığını söyleyince, buna çok üzüldüm…

Ben çok ısrar edince, içeriye girmeme izin verdi ama “Bu son olsun” dedi bana.

Nineme olup biteni aktardığımda, o da Bayan Pembe’ye kapıdaki görevlinin davranışını şikayet etti. Bayan Pembe bu duruma üzülmüştü ve beni keselerken, “Kokona Paraskevu (Hanım), kapıdaki görevli haklıdır ama… Torunun artık kadınlarla birlikte gelmek için çok büyüdü… Bitti. Bir daha onu sabahları yanında getirme” dedi.

İşte bu, Tanti’nin Hamamı’ndaki son banyom oldu. Eve dönüşte ninemle kendi yollarımıza gittik. Ninem I. Tsimiski Sokağı’na girdi, ben de M. Konstantinu sokağına, sola, Aykasiyano’ya doğru döndüm, kilisenin avlusunu geçtim ve Minoos sokağı’na, girdim, bu, Hrisaliniotisis’in solunda idi… Bu kilisenin avlusunu da geçerek Odisseos Sokağı’na vardım, din okulumuz burada idi. Sınıf arkadaşım Paris’in evinden geçerken, onun da din okuluna hazırlanmakta olduğunu gördüm. Demek ki geç kalmamıştım… Sakinleştim…

Öğretmenimiz, girişte bekliyordu… Dersimiz başlamadan önce bize şöyle dedi:

“Çocuklar, her zaman temiz olmalısınız…”

Ve bana, ayağa kalkmamı söyledi.

“İşte, tam onun gibi olmalısınız!”

Ben de kendi kendime “Zavallı öğretmenimiz… Bu beni bu kadar temiz göreceğin son defa olacak. Tanti’nin Hamamı işi bitti… Bayan Pembe artık çok büyüdüğümü söylüyor” dedim.

s2-104.jpg

(Dimitris Ergadudis’in Rumca makalelerini İngilizce’ye çeviren: Gina Chappa, İngilizce’den Türkçe’ye çeviren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN – 28.10.2019)

 

 

 

 

 

Bu yazı toplam 1900 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar