Dini Cemaatten Etno-Politik Topluma Geçiş ve AKP’nin Kültür Savaşı Üstüne
Osmanlı İmparatorluğu Kıbrıs’ı İngilizlere kiraladığında Kıbrıslı Türkler dini bir cemaat idi. Toplumun yaşam biçimini, kimliğini ve bilincini din belirliyordu.
İngiliz yönetimi ile birlikte hızlanan modernleşme trendi, özellikle de Kıbrıs Rum toplumunun kalkınmada ileriye çıkması, Hakim Millet statüsünü kaybeden Kıbrıslı Türkleri varoluş endişesine ve modernleşme sancısına sürükledi.
Kıbrıslı Türkler her şeyin hızla değiştiği bir ortamda “ne yapmalıyız” sorusunu sormaya başladılar. Kendilerini Kıbrıslı Rumlarla kıyaslıyor, hayatın her alanında geri kaldıklarını görüyor ve modernleşmek için ne yapmak gerektiği üzerinde kafa yoruyorlardı.
Din yerine bilime sarılma, örgütlenmeye önem verme, eğitim sistemini (maarifi) gözden geçirme arayışları bu dönemde başladı.
Bütün modernleşme süreçlerinde görüldüğü gibi, Kıbrıs Türk toplumunda da gelenekçiler ile modernleşmeciler arasında gerilim oluştu.
Gelenekçi-dindar kesimler sömürge yönetimine yaslanarak güç ve konum elde ettikleri için, modernleşmeci aydınların çabalarına karşı duyarsız kaldılar.
Modernleşmeciler gelenekçi-dindar kesimlere karşı çıkarken, sömürgeci İngilizlerle de karşı karşıya geliyorlardı.
Kısacası, Kıbrıslı Türkler, Atatürk Türkiye’si kurulmadan önce modernleşmek gerektiğini fark etmişlerdi ve Kıbrıslı Rumlar karşısında ayakta kalmanın modernleşip kalkınmadan geçtiğini düşünüyorlardı. Modernleşmeye yönelme, içeriden gelen bir dalga idi...
Kıbrıslı Türklerin modernleşme arayışlarda Kıbrıs Rum toplumu iki açıdan önemli rol oynamıştı: a) Kıbrıslı Rumların hızlı kalkınması ve iki toplum arasında uçurumun açılması; b) Güçlenen Kıbrıs Rum toplumunun Yunanistan ile birleşmeye yönelmesi...
Yani, Kıbrıslı Türkler biri toplumsal, diğeri de siyasal olmak üzere, iki tehditle karşı karşıyaydılar. Sosyo-ekonomik açıdan Kıbrıslı Rumlar başat unsur olmuşlardı, siyasal açıdan da Enosis tehdidi gündeme gelmişti. Bunlara, bir de İngilizlerin tutumunu eklemek gerekiyor. Sömürge yönetimi Kıbrıslı Türkleri İslami cemiyet kuralları içine hapsetmeye çalışıyordu. Böyle bir ortamda modernleştirici aydınların yüzlerini Türkiye’ye dönemleri son derece doğaldı. Modern Türkiye’nin kurulması, zor duruma düşmüş olan Kıbrıslı Türklere özgüven veriyordu.
Türkiye Cumhuriyeti’nde başat akım haline gelen laik Türk milliyetçiliği ile Batılılaşmayı hedefleyen medeniyet projesinin Kıbrıslı Türk aydınlar tarafından gönüllü olarak benimsenip içselleştirilmesi ve giderek toplum tarafından kucaklanması, böylesi bir tarihsel, toplumsal arka plandan kaynaklanıyordu.
Kıbrıslı Türkler “Kemalist Laiklik” Anlayışını Uygulamadılar
Gelenekçiler ile Modernleşmeciler Enosise hep birlikte karşı çıkıyorlardı. Bu noktada yolları kesişiyordu. Fakat iş, toplumun modernleşmesine gelince, durum değişiyordu. Gelenekçiler, dini vecibeler temelinde bir toplum anlayışına sahiptiler. Daha doğru bir deyişle, işbirlikçi oldukları için, İngilizlerin Kıbrıs Türk toplumunu geleneksel dini bir cemaat olarak kontrol altında tutmak istemelerine boyun eğiyorlar, ses çıkarmıyorlardı. Modernleşmeciler ise özellikle eğitim ve medeni haklar konularında din yerine bilime ve pozitif hukuka önem veriyor ve Türklük bilincini öne çıkarıyorlardı.
Kendilerine “halkçı” veya “Kemalist” diyen aydınlar giderek güçleniyor ve güçlendikçe, Türkiye’de yapılan reformlara benzer reformlar talep ediyorlardı. Gaileleri, Kıbrıs Rum toplumunun gerisine düşen Kıbrıs Türk toplumunu güçlendirmekti. Evkafın Türk toplumuna devri, medeni kanunun uygulanması, İslam Lisesinin Türk Lisesi olarak adlandırılması ve Liseye Türk müdür atanması gibi konular, kendilerine “Kemalist” diyenlerin başlıca mesai konuları idi.
Modernleşmeciler elbette Türkiye’nin laiklik uygulamalarından etkilendiler ve Türkiye’den esen rüzgarları arkalarına alarak güçlendiler. Kültürel modernleşme talepleri ve İngilizlerin Enosis karşısında diri bir Türk toplumunun kendilerine de faydalı olacağını düşündükleri için bu talepleri kabul etmeleri, Kıbrıslı Türklerin dini cemaatten laik-etno-politik bir topluma dönüşmesine yol açtı.
Bu süreçte Kemalist Necati Özkan Beyin 1930 yılında gelenekçi Münir Bey’i yenilgiye uğratıp Kavanin Meclisine seçilmesi bir dönüm noktası oldu. Dr. Küçük’ün 1940’lı yıllarda liderlik koltuğuna oturması ise bu dönüşümün siyasal alana yansımasını simgeler.
Fakat bu dönüşümün konsensüs sağlanarak gerçekleştiğinin altını özellikle çizmek isterim...
Kısacası, Kıbrıs Türk toplumunda sekülerleşme evrimsel bir süreç sonucunda oluştu ve Kıbrıs Türk sosyolojisinin ayrılmaz bir parçası ve karakteristik bir özelliği oldu.
Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Rumların dinsel milliyetçiliğini simgeleyen Enosise karşı laik Türk milliyetçiliği bilinciyle mücadele ettiler. Özellikle Dr. Küçük’ün söylemlerinde Enosise karşı tavır almakla, toplumun çağdaşlaşması birlikte yer alıyordu.
Bu mücadele sürecinde sosyolojik kimlik ile siyasal kimlik örtüştü. Toplumun kimlik unsurları barışçıl bir biçimde iç içe geçti.
Türkiye’de durum farklı idi. Orada laiklik yukarıdan, devlet eliyle topluma dayatıldığı için toplumun sosyolojisinde derin bir çatlak oluştu. AKP, başka nedenlerin yanı sıra, bu çatlaktan fışkırarak iktidara geldi.
Kısacası, Türkiye’deki laiklik uygulaması ile Kıbrıs Türk toplumunun sekülerleşmesi farklıdır. Nasıl ki, Fransız laikliği ile Büyük Britanya toplumunun sekülerleşmesi farklı ise, Kıbrıslı Türklerin sekülerleşmesi de Kemalist laiklikten farklıdır.
Kıbrıslı Türkler Kıbrıs Rum Toplumundan Farklıdır
Kıbrıs Türk toplumu, bu açıdan Kıbrıs Rumlardan da farklıdır. Laikliğin hiçbir versiyonunun hayata geçirilmediği, din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmadığı, dinin kimliği belirlemede önemli rol oynadığı Kıbrıs Rum toplumu daha çok Türkiye’nin Türk-İslam-Sentezcilerine yakındır.
Helen-Ortodoks-Sentezi, başat siyasi akım olmanın yanı sıra, Kıbrıs Rum toplumunun yaşam biçimini de belirliyor. Bugün, Türk-İslam Sentezini benimseyen bazı kesimlerin Kıbrıs Türk toplumunu topa tutarken Kıbrıslı Rumları örnek göstermeleri veya temel atma törenlerinde Kıbrıslı Rumlar gibi dini ritüeller düzenlemeleri tesadüf değildir.
Kıbrıslı Türklerle Rumlara arasındaki bu farklılık, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasası hazırlanırken bütün açıklığıyla ortaya çıkmıştı. Kıbrıslı Türkler kadınların seçme ve seçilme hakkını savunurken, Makarios tereddüt ediyordu. Sonunda kabul etmek zorunda kalmışsa, bunda Kıbrıslı Türklerin ısrarı etkili olmuştu.
Benzer biçimde, Kıbrıslı Türkler, Rum ve Türk Cemaat Meclislerine seçilenlerin din adamı olamayacağını savunuyorlardı ve din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını talep ediyorlardı. Kıbrıs Rum tarafı ise buna karşı çıkıyordu. Sonunda, Rum Cemaat Meclisinde din adamlarının da yer alması kabul edildi. Türk Cemaat Meclisi ise laik kimliğini korudu ve din adamlarının bu kurumda görev yapamayacağı kayıt altına alındı.
AKP, Kıbrıslı Türkler Karşı Kültür Savaşı Yapıyor!
AKP, yanlış bir ön kabulden hareket ederek Türkiye gerçeğini Kıbrıs Türk toplumuna yansıtıyor. Kıbrıslı Türklerin Türkiye’den farklı bir toplumsal yapıya sahip olduklarını görmek istemiyor. Fakat bu “akademik bir hata” değildir. Bu tavır alışları, Kıbrıslı Türklerin farklılığını tanımak istemeyen tahakkümcü bir eğiliminden kaynaklanıyor.
Bir bakıma, Kemalist Türkiye’nin özellikle 1930’lu yıllarda mütedeyyin kesime karşı sergilediği baskıcı yaklaşımı, AKP, Kıbrıslı Türklere uyguluyor. Kıbrıslı Türklerin seküler kimliğine ve yaşam biçimine, tek-tipçi bir anlayışla ve toplumsal mühendislik metoduyla müdahale ediyor.
Kültürel alana müdahale etmekle de yetinmiyor. Siyasal yaşama da müdahale ediyor. Kuşatıcı nüfuzunu kullanarak toplumun siyasal yaşamını dizayn etmeye kalkışıyor.
Kıbrıslı Türkler bağımlı bir toplum olduğu için siyasal yaşamı geçici olarak ve/veya belli oranda kendine göre “hizaya getirebilse” de, AKP kültür alanında yenilmeye mahkumdur.
Çünkü, Kıbrıslı Türklerin kültürel sermayesi, varoluşlarının teminatıdır. Bu alanda kaybetmeleri, kendilerini kaybetmeleri anlamına gelir.
Haliyle de, AKP’nin dayatmalarına karşı Kıbrıslı Türklerin en büyük kozu “Kemalist Laiklik” anlayışı değil, Kıbrıs Türk toplumunun sosyolojisi ve seküler kültürüdür...