1. YAZARLAR

  2. Tümay Tuğyan

  3. Dini ‘fıtratımız’, etnik ‘DNA’mız
Tümay Tuğyan

Tümay Tuğyan

Dini ‘fıtratımız’, etnik ‘DNA’mız

A+A-

Birkaç gün önce İzmir’de, yine bir Alevi ailenin evi kırmızı boyayla işaretlenerek, evin duvarına ‘Defol Alevi’ yazıldı.
Özellikle son yıllarda, Aleviler’e karşı bir kez daha yükselişte olan bir nefret eğilimi yaşanıyor Türkiye’de.
Bu, varlığını din üzerinden inşa eden bir iktidarın, ayrıştırıcı, ötekileştirici politikalarının oluşturduğu bir ivmedir kuşkusuz. 
Türkiye tarihi, benzer örneklerle doludur. 
Bugün Aleviler…
Dün Kürtler…
Ondan önce Rumlar, Ermeniler, gayrimüslimler…
Siyasi projelerin bir aracı olarak hep kullanılagelmiştir etnik ve dini azınlıklar.
Ancak şüphesiz burada en yıkıcı etki, uzun vadede toplum içerisine ekilen nefret tohumlarıdır. 
Türkiye, geçmişten taşınan ve AKP iktidarıyla yeniden büyük bir görünürlük kazanan bu ayrıştırma politikalarının sonucunda bugün, tahammülsüzlüğün çok uçlarında yaşayan, kocaman bir cadı kazanıdır.
Peki kendi sınırları içerisinde, kendi insanıyla, kendi vatandaşıyla bu denli sorunlu bir ülkenin, kendi sınırları dışında yaşayan ve kendinden o ya da bu nedenle farklı gördükleriyle iyi ilişkiler kurabilmesi nasıl mümkün olabilir?
Bırakın ‘Gavur’ addettiği diğer dinlerin mensuplarını, çünkü ‘din’, Türkiye coğrafyası için önemli bir bağ ve bağlantı aracıdır, ama örneğin aynı dine inanan bizlerle, biz Kıbrıslı Türkler’le iyi ilişkiler kurabilmeleri, mümkün müdür?

Salt ‘din bağı’ üzerinden yürüsek bile, Türkiye iktidarının ve hatta iktidarın da ötesinde, daha geniş bir çemberde Türkiye’de yaşayan insanların çoğunluğunun, inancı idrak ve icra biçimi dikkate alındığında, Kuzey Kıbrıs dini açıdan her anlamda ‘yetersizdir’.
Öyle değil mi ki AKP dönemi bizim için aynı zamanda, dini bağlarımızın ‘sağlamlaştırılması’ maksadıyla yürütülmekte olan bir ‘seferberlik’ dönemidir. 
Her köşe başında yükselen camiler…
İlahiyat Koleji…
Kur’an kursları…
Dolayısıyla, eskilerin nüfus belgelerinde ‘sünni’ ibaresi yazadursun, Kıbrıslı, bugün Türkiye’den bakıldığında, evlerinin kapılarına kırmızı boyayla işaret konan Aleviler’den çok da farklı bir konuma yerleştiriliyor falan değildir.
Bakın Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki gün düzenlenen Din Şurası’nda ne diyor:
“Bir Müslüman, dinini hayatın şartlarına göre değil, hayatını inancının esaslarına göre uyarlamakla mükelleftir. Nefsimize ağır gelse de hayatımızın merkezine dönemin koşullarını değil, dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz”…
Yani AKP iktidarda olduğu ve biz bu ‘mükellefiyetleri’ yerine getirmediğimiz müddetçe, ‘iyi ilişkiler’ kurmamızın önünde ciddi bir engelin varlığı devam edecektir.
Türkiye tarihinin zaman içerisinde oluşturup olgunlaştırdığı ‘iyi ilişki’ kriterlerinden bir diğeri de kuşkusuz, ‘etnik’ karakterdir.
Tıpkı sünnilik gibi, Türklük de bu anlamda bizim için bir ‘kurtarıcı’ değildir.
Fakat sünnilikten farklı olarak (çünkü din meselesinde idrak ve icraat öne çıkıyor), etnik kimliğimiz de kütükte değilse de, fiiliyatta aslında bir müphemiyettir.

Kimliğimiz her fırsatta, yaşadığımız coğrafyayla sınanmakta, kimi zaman ‘Rum kalıntısı’ olma sınırlarına dayanmakta, ama en iyi ihtimalle, ‘yeterince Türk olmama’ noktasında emeklemekteyiz.
Yani işin özeti, siyasi anlamda, bir tamam Türkiye iktidarına tabi olsak da, hiç bir siyasi konuda tek bir muhalif duruş sergilemesek de, bölgesel stratejik çıkarlar, ekonomik ilişkiler gibi etkenler olmasa da, ne dini ‘fıtratımız’, ne de etnik ‘DNA’mız, Türkiye’nin bizimle arzu ettiğimiz gibi bir ‘iyi’ ilişki kurması için yeterli sebep oluşturur.
Türkiye’nin her geçen gün daha da güçlenen bu diğer ülkelerle veya halklarla, din ve milliyet üzerinden  ilişki kurma geleneği son bulmadıkça da, bunun değişebilmesi kolay değildir ve böyle giderse de, evlerimizin kapılarına kırmızı boyayla işaret konacak günler, hiç de sandığımız kadar uzak olmayabilir.
 
 

Bu yazı toplam 2205 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar