1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Dinmeyen Fırtına: Kemal Tahir
Dinmeyen Fırtına: Kemal Tahir

Dinmeyen Fırtına: Kemal Tahir

Yanındakilere kendi gibi olmayı falan öğretmedi hiç. Onlara kendi düşünceleri içinde pay verdi, yer verdi, yol gösterdi.

A+A-

Burak Karataş
[email protected]

Kemal Tahir, dünyaya herhangi biri olarak gelemezdi. Onda sezilen, ilk başta, bembeyaz bir yüz. Temiz ve yerli Osmanlı yüzü. Sonra çizgiler, enine, kabaca... “Kabataslak” desek daha doğru. Anlaşılmaz yorgunluk izleri. Bir çeşit paryalığın pençesinden geçmek var yüzünde. Çilekeş değil Necip Fazıl gibi, zaten şair de değil. Romancı. Ama çileli. Gizlice yaşadığı bazı tecrübeleri var, biliyorsunuz. 

Babası, Sultan II. Abdülhamid'in yaverlerinden biri idi. O, Abdülhamid’in babasına hediye ettiği bir evde dünyaya gelerek hiçbir şey kazanmadı. Aksine bir güruhun ona bakışı haksızca değişti. O da kendini o güruhtan ayrı (ve o güruha aykırı) gördü her zaman. 

Adamakıllı solcu, ileriyi gören Marksist. En sonunda “bildik” sosyalizmi de aşabilmişti galiba. 

“İmparatorluğumuzun çökmesine sebep olan, hiç hak etmediğimiz halde Cumhuriyetimizi bugün içinde debelendiğimiz sorunlara düşüren bu ‘bize has Batılılaşma’yı derinden incelememiz, onunla kökten hesaplaşmamız gerek...” 

Bir mütefekkir olarak kocaman bir aristokrat masası gibi. 

Yapısı, gri bulutlu bir gün içinde gezinen leyleğin kahverengi gülümseyişine benziyor. [Latife etmiyorum.] 

İstanbullu. Yerli muhtevasını hiç yitirmedi. Evine girince ayakkabınızı çıkarmayı ihmal etmeyiniz, Semiha Yenge terlik de verir size. 

İlk başta herkesler gibi Kemalist imiş. Sonra Nazım’ı görmüş. Sonra da Nazım’ı bir daha görmemiş. [Kavga etmişler ama kavga pek önemsizmiş. Sonra bunu ikisi de kavramış, bir daha da konuşmamışlar. Galiba.] 

Yanındakilere kendi gibi olmayı falan öğretmedi hiç. Onlara kendi düşünceleri içinde pay verdi, yer verdi, yol gösterdi. Gitmeyenleri kibarca kovdu. Tahir Alangu’nun romancı hali. Oğuz Atay’ın güngörmüş ve yaşlanmış hali. Kasımpaşa'nın içinden bir insanın daha az koyu yeşilli hâline benziyor. İçinde biraz koyu kırmızı olmadığını iddia edemezsiniz. 

Ansiklopedilerde anlatılandan hep bir fazla yaşadı. Ders kitaplarına giremez, “muzır neşriyat” olur. 

Bilinçli içilen sigaradan sonra gelen yoğun öksürük. Kaba bir dervişlik, ince bir nezaket, amansız ve yersiz bir hüzün. Kendi içinde ve kendi yanında ve kendinden başka herkesin karşısında kopan koca bir fırtına. Belki de Aziz Nesin’le bunu görebildiği için dost oldu. Her gün hapse girecekmiş gibi, düzeltiyorum, tekrar girecekmiş gibi yaşadı. 

Anadolulu olmayan en gerçekçi Anadolulu. Babasından mütevellit. Annenin etkisi onda daha azdır. 

“Ben, Anadolu halkının yazarıyım. Bu halk, kimilerinin sandığı gibi bir yabancı imparatorluğun, zorla köle edilmiş ve yüzyıllar boyu zorla çalıştırılmış bir köle-halkı değildir. Dünyanın en büyük imparatorluğunu kurmuş, bu imparatorluğu kökleştirip geliştirmiş, en az altı yüzyıl kanıyla, canıyla, aklıyla, malıyla savunup yaşatmış kahraman ve soylu bir halktır.” 

Romanlarını içinden geldiği gibi ama çok çalışıp kurdu. Fikrini üretmediği hiçbir şeyin romanını yazmadı ama romanını yazmak için fikir ürettiği çok şey oldu. Bu yüzden bir fikir adamından çok bir romancıdır. 

Kışın sıcacık kahverengi gömlek, yazın buz gibi buz mavisi gömlektir. Koca çerçeveli, ağır siyah gözlükler. Ağızdan düşmeyen sigara. Bir de haklı öfke seziyorum ağzında. 

Romanlarında, çevirilerinde kendinden bir şeyler bulabilmeniz kuvvetle muhtemeldir. New York’u Çorum’dan farksız görür, Moskova’yı önemser, Paris’i unutmaz, İstanbul’da yaşar. 

“Bir Mülkiyet Kalesi”nin keyifsiz şövalyesi, hakikatin yorgun ama dirençli savaşçısı, yeri geldi mi kaplan gibi atik, yeri geldi mi de akıllıca ürkek. Kaplan kahverengiye çalan koyu turuncu olacak. Evet, Kemal Tahir dendi mi de ille kahverengi. 

Ona en benzemeyen Kamil Bey’dir, hani esir şehre geldiğinde kendi esaretine düşmüş olur da bunu sezmesine karşın elinden hiçbir şey gelmez. Hani divanları karıştırır da “bir halk, şairleri tarafından ancak bu kadar yalnız bırakılabilirdi” gibilerinden söylenir. Ama yalnızca söylenir. Yeri geldi mi kalemi alır eline ama çok geç olmuştur. 

“İnsan gerçekten mutlu olayım derse, üstüne yüklenen sorumluluğun gereğini sonuna kadar yerine getirip kurtulmalıdır. Gerçek hürlük budur bence... Korkuya... Hatta ölüme karşı gerçek direnci veren hürlük.” 

Onun gibi değildi Kemal Tahir, Kamil Bey’den uzaktı. Belki de tek ortak yanları Mekteb-i Sultani bağlantılarıdır. Şöyle ki: Kemal Tahir, bir eylem adamı olmaktan duyduğu gururu her daim sırtında taşıdı. 

“Etraf” lafı popülerliğini yitirse de bir biçimde oralarda bir fotoğrafta olmak insana gurur veriyor doğrusu. Öldüğünde geriye “Türk romanı” denebilecek bir şeyler kalmamıştı. 

“Her sabah açtığın gazete ya da okuduğun bir kitap sayfasında rastladığın bir gerçek, seni o güne kadar bütün öğrendiklerini unutmaya, alfabeye yeniden başlamaya zorluyor ve sen buna razı olamıyorsan, entelektüel değilsin, aydın değilsin, hatta namuslu bir okur-yazar bile değilsin.” 

Ezcümle: Göçünce dağlar dağlar kaldık kervan başında.

Bu haber toplam 2842 defa okunmuştur
Gaile 505. Sayısı

Gaile 505. Sayısı