DİPKARPAZ YOLCULUĞU
DİPKARPAZ YOLCULUĞU
Tuncer Bağışkan
Geçtiğimiz Mayıs ayında Enorasis Kulübü’nün Koordinasyon Komitesi olarak organize ettiğimiz Karpaz gezi programı 23-24 Ağustos 2014 tarihlerinde gerçekleşti. Programımız iki gün süreyle Apostolos Andreas manastırı başta olmak üzere bölgenin tarihi yerleri ile bakir alanlarını ziyaret etmek, geceleyin ise kadim dostum Zekai Altan’ın bir Agro-Eko turizm işletmesi olan Kumyalı’daki Nitovikla Garden Hotel’de konaklamaktı.
MONARGA LİMANI VE GÂVUR İMAM İLE YOANNİKOS İSYANI
Programladığımız gibi yolculuğumuz Metehan’dan başlamıştı. Mağusa Boğazı’nda kahvaltı ile kahve molası veriyoruz. Mağusa Boğazı’ndan her söz edildiğinde 1833 yılında Osmanlıya karşı ayaklanan ve asıl adı İbrahim Ağa olan Tremetusalı Gâvur İmam ile Ay. İlialı (Yarköylü) keşiş Yoannikos Lazamanos Kaloyeros hatırıma gelir. Bu konuyla ilgili olarak bölgede yayılan söylentiyi 1999 – 2001 yılları arasında rahmetlik Hüseyin Monargalı’dan dinlemiştim. Anlattığına göre Baf kazasının Tremetusa köyünde doğan Gâvur İmam, ağır sayılan18 kuruşluk haraç vergisinden dolayı 1833 yılında Osmanlıya karşı isyan eder. Daha sonra Karpaz’da Osmanlıya karşı isyan eden Keşiş Yoannikos ile birlikte hareket etmeye başlar. Bu arada keşiş Yoannikos Monarga yolundaki şimdiki limanın gerisinde bulunan tepede mevzilenir. İsyanı bastırmak için Osmanlı ordusunun Lefkoşa’dan hareket ettiği bilgisini alınca taraftarlarıyla birlikte oradan kaçar. Nihayet Pirga yakınlarında ele geçirildikten sonra Lefkoşa’da öldürülür. Gâvur İmam ise Mısır’a kaçar. Ancak o sıralarda Osmanlı’nın safına geçen Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa onu tutuklar ve Kıbrıs’a iade ettikten sonra kazığa oturtularak öldürülür.
TAŞ KESİLEN ÜÇ KADININ EFSANESİ
Dipkarpaz köyünü geçtikten sonra Kocareis tesislerinin denizindeki kayalıkta dikili duran üç ayrı kayaya ulaşıyoruz. Bunları her gördüğümde 1978-1979 yıllarında zıpkınla balık avlamak için arkadaşlarla buradan denize girdiğimiz sırada askerler tarafından tutuklandığımızı anımsarım. O gün ekibimizde Rasıh Alpözen, Mehmet Öksüzoğlu, Zeki Gazi ve Bengü Şonya vardı. Denize girdiğimiz sırada havaya açılan bir el silah sesiyle irkilmiş ve kıyıda duran askerlerin yanına gittiğimizde “Askeri yasak bölgede denize girdiğimiz” gerekçesiyle tutuklanıp Dipkarpaz polis karakoluna götürmüştük. Ancak yol boyunca burasının askeri yasak bölge olduğuna ilişkin herhangi bir ikaz levhası bulunmadığı dikkate alınarak serbest bırakılmıştık.
Denizdeki kayalıkta dikili duran üç kayaya ilişkin rivayeti 1999 – 2001 yılları arasında Karpaz araştırmalarım sırasında Dipkarpazlı Rumlardan öğrenmiştim. Rivayete göre “İ BEDROS DON YİNEGON”(Kadın kayaları) adıyla bilinen bu alanın gerisindeki dağda tanrıça Urania tarafından korunan Urania kenti varmış. Urania bu kentin hem tanrıçası, hem de kraliçesiymiş. Görevi ise kenti her türlü kötülükler ile salgın hastalıklara karşı koruyup refahını artırmakmış. Bir gün tanrıça Urania denizi izlerken, ufukta karaya yanaşmakta olan bir sandal görmüş. Sandalda salgın hastalığa yakalanan üç kadın varmış. Urania’nın yaptığı kehanet, bu kadınların karaya ayak basmaları halinde Kıbrıs’ın salgın hastalıktan kırılacağı şeklinde olmuş. Tanrıça Urania onları karaya ayak basmamaları için uyarmasına karşın uyarıları dikkate alınmamış. Bunun üzerine tam karaya çıkacakları sırada tanrıça Urania onları taşa çevirmiş. Kadınların taş kesilmesiyle Kıbrıs da salgın hastalıktan kurtulmuş olur. O gün bu gündür ‘İ bedros don yinegon’ (kadın kayaları) adıyla bilinen bu kayaların efsanesi anlatılıp duruyormuş.
ALTIN KUMSAL’DA HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRUYORUM
Apostolos Andreas Manastırı’na varmadan önce Altın Kumsal’da öğle yemeği almayı kararlaştırmıştık. Ancak yıllar sonra ilk kez gittiğim bu bölgenin deniz kenarında gördüğüm yoğun şekildeki inşai ve fiziki müdahalelerle uygulamalarıyla hayal kırıklığına uğruyorum. Biz bakirliğiyle ünlü olan Karpaz yarımadasının korunması için Dipkarpaz köyünün doğusundan başlayarak Apostolos Andreas burnuna kadar olan alanı Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 3 Kasım.1995 tarihli kararıyla “Doğal ve Arkeolojik Sit Alanı” olarak ilan etmiştik. Arkadan da bu alanın bazı yerleri ‘Özel Çevre Koruma Bölgesi’ olarak ilan edilmişti. Ancak daha sonra bu alanlara şu veya bu şekillerde gerçekleştirilen inşai ve fiziki müdahalelerle doğanın bakirliğinin bozulmasının sağlandığı anlaşılıyordu. Ve bir Özel Çevre Koruma Bölgesi olan Altın Kumsal’a varınca hayal kırıklığım öfkeye dönüşüyor. Yaklaşık beş gün önce Çevre Koruma Dairesi’nin verdiği uygunluk görüşüne dayanılarak Altın sahile iki-üç tane kaçak inşaat yapıldığı bilgime getiriliyor. Bunu öğrenince, 18 Temmuz tarihinde Çevre ve Doğal Kaynaklar Bakanı Hamit Bakırcı ile Türkceel arasında imzalanan ‘Deniz Kaplumbağalarını koruma projesi’ni anımsıyorum. Bir yandan Çevre ve Doğal Kaynaklar bakanı deniz kaplumbağalarının korunması amacıyla Dipkarpaz’daki Ronans Özel Koruma Bölgesi’nde “Deniz kaplumbağaları kurtarma merkezi” açma projesine TURKCELL ile imza atarken, bir yandan da kendine bağlı olan Çevre Koruma Dairesi kaplumbağaların en önemli üreme bölgelerinden biri olan Altın Sahile beripteroların yapılması için olumlu görüş veriyordu. Bu olumlu görüşe dayanan vatandaş ise Anıtlar Yüksek Kurulu’nun, Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nin ve İskele Kaymakamlığı’nın herhangi bir izni olmaksızın buraya geceleri çalışarak suretiyle beripterolar kurulmuş oluyor. Üstelik de Karpaz bölgesi ile Altın Kumsal’da kaçak inşaat yapanların mahkemeye verildikleri ve kararları nihai olan Anıtlar Yüksek Kurulu’nun da bu kaçak yapıların yıkılması için aldığı kararın geçerli olduğu bir sırada. Bu konuyu kamuoyuna mal ettikten sonra Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nin buradaki kaçak beripteroları Anıtlar Yüksek Kurulu kararına uygun olarak polis eşliğinde mühürlediğini de Kıbrıs Çevre Platformu’ndan öğreniyorum. Yine de Devletin ilgili kurumları ile hükümetlerin yasa dışı yapılaşmaları “tavuşana kaç, tazıya tut” şeklinde teşvik edip destekledikleri sürece ‘Karpaz Doğal ve Arkeolojik Sit Alanı’ ile ‘Özel Çevre Koruma Bölgeleri’nin gerçek anlamda korunmasının mümkün olamayacağının altını çizerek bu konuyu şimdilik geçici olarak noktalamış olayım.
APOSTOLOS ANDREAS MANASTIRI
Nihayet Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türklerin ortaklaşa kutsal sayıp ziyaret ettikleri Apostolos Andreas manastırına ulaşıyoruz. Manastır alanına girer girmez buraya Bülent Ecevit Meydanı adının verildiğini görüyorum. Manastırı ziyarete gelen Kıbrıslı Rumları tahrik etmeyi amaçlayan bu davranış şeklinin “asıl barış isteyen taraf biziz, Rumlar değil” söylemiyle örtüşmediği rahatlıkla anlaşılıyor. Zaten Rumların uluslar arası kabul gören tapulu mallarından nemalanmayı yaşam biçimi haline getiren bir zihniyetin bu adada barış istemesi mümkün olabilir mi? Meydanda otobüsten inince oradaki anıtın üzerindeki yazıt dikkatimi çekiyor. İlk kez okuma olanağı bulduğum yazıtta, manastırı yapan Babayuannu İkonomu’nun 10.9.1827 tarihinde doğduğu ve 4.7.1909 tarihinde vefat ettiği kaydı bulunuyor. Biraz ilerdeki yarım bir mezar taşının üzerinde ise, manastırın yapımına mali katkı sağlayan Aristodimos G. Papapetrou’nun adının kayıtlı olduğunu da öğreniyorum.
Apostolos Andreas ile ilgili detaylı yazılarım daha önce yayınlandığından bu günkü yazımda bu konuyu tekrarlayacak değilim. Buraya ilkin M.S XV. yüzyılda Apostolos Andreas adına gotik nizamda küçük bir adak yeri inşa edilmişti. 1867 yılında ise Dipkarpaz papazı Babayuannu İkonomu tarafından bugünkü kilise yapılır. Zamanla azizin ünü Kıbrıs geneline yayılınca burada 15 Ağustos ile 30 Kasım tarihlerinde dini ayin ile panayır düzenlenmesi adet haline geliyor. Nihayet kiliseyi ziyaret ettikten ve oradaki çeşmenin kutsal sayılan suyundan da içtikten sonra manastırdan ayrılıyoruz.
AYİOS THYRSOS KİLİSESİ
Manastırdan sonra Yenierenköy’ün deniz kenarında bulunan Ayios Thyrsos kilisesini ziyaret ediyoruz. Eskiden Makhaeriona adıyla bilinen bu alandaki iki kiliseden küçük olan M.S XVI-XVII. Yüzyıla tarihlenmektedir. Adını, erken Bizans döneminde Karpasia kentinin Piskoposu olan Ayios Thyrsos’dan alıyor. Bu aziz çok ünlü olduğundan İmparator Justinian onun adına İstanbul’da bir kilise yaptırdığı kayıtlara girmiş durumda. Kayalık bir alana yapılmış olan kilisenin apsiti, bir zamanlar Ayios Thyrsos’un ölünceye kadar içinde inzivaya çekildiği mağaranın olduğu yere inşa edildiğinden bu mağara günümüze kadar gelmemiş. Kilisenin kuzey batı köşesindeki basamaklarla ayazmanın (kutsal suyun) bulunduğu yer altı odasına iniliyor. Odanın tabanında kutsal suyun bulunduğu bir çukur, duvarda ise dar bir tünel var. Cilt hastalarının buradaki suyla yıkandıktan sonra denizde de yıkanmaları halinde sağlıklarına kavuşacaklarına inanılıyor. Ancak ayazmanın suyundan alınıp dışarıya çıkarılması halinde, azizin alan kişiye zarar vereceğine inanıldığı bilgileri de edinilmektedir. Eskiden kilisede 2 Temmuz ile 14 Aralık günlerinde geleneksel ayin düzenlendiğini Sipahili Yuannis Yuanikios ile yine Sipahili Savas Liasi’den öğrenmiştim. Eski kilisenin güneybatısında bulunan ve ayni adı taşıyan yeni kilisenin yazıtında, bu kilisenin Nik. Hajiloizos, Hajifourenjou ve mimar Hajiantoni Nikolaos Georgali tarafından 1911 yılında inşa edildi kaydı bulunuyor. Ayios Thyrsos iki çubuklu çift sürme sabanı ile öldürüldükten sonra asıldığından, yazıtın geri mekânında da saban tasviri yer alıyor.
NİTOVİKLA GARDEN HOTEL VE DENİZ SAHİLİ
Manastırdan sonraki durağımız Zekai Altan’ın Kumyalı’daki Nitovikla Garden Hotel oluyor. 8 Haziran 2008 tarihinde açılışı yapılan bu tesisin bana ayrı bir zevk verdiğini söylemem gerekiyor. O gece 27 kişilik grubumuzun akşam yemeğini doğal bir yer altı mağarasından dönüşme olan Giçça La Taverna restoranda alması bizleri fazlasıyla memnun etmişti. O gece grup üyelerimizin bir kısmı otel odalarında kalırken, bir kısmı ise otelin önüne kurdukları çadırlarda kalmışlardı.
Ertesi gün doğal yiyeceklerden oluşan kahvaltımızı alırken Galatya’nın eski belediye başkanı sn. Beyazıt Adalıer ile yeni belediye başkanı sn. Cemil Sarıçizmeli’nin bizleri ziyaret etmesi memnunluk yaratıyor. Kahvaltı sonrası vaktimizi öğlene kadar Kumyalı Turizm Meslek Lisesine bağlı Kumyalı Turizm Uygulama Oteli’nin yanındaki kumsalda geçiriyoruz. Sahildeki kum zambakları hayli ilgi çekici. Ancak limanın gerisinde kaderine terk edilmiş durumda olan Kumyalı Turizm Uygulama Oteli yürekler acısı bir durumdaydı. Çok eskiden Kumyalı limanın hemen gerisinde bir harnıp ambarı, bir gümrük binası ve bazı evlerin bulunduğunu üvey babası Kumyalılı bir Rum olan Anne Slack adında bir İngiliz’den öğrenmiştim. O gün limana gelen yaşlı bir Kumyalılı Rum da bu bilgileri doğrulamıştı. Ancak ne yazık ki bu binaların hiçbiri günümüze gelmemiş.
TATLISU ZİYARETİ VE ESKİ HARNIP AMBARLARI
Öğle yemeğimizi alıp dinlendikten sonra Lefkoşa’ya dönüş yolumuzu, Ziyamet – Girne arasındaki yeni yoldan yapmayı daha cazip bulmuştuk. Tatlısu’dan geçerken tesadüfen saptadığımız ve çok özel bir yer olduğu görüşüne vardığımız Cafe Köşk’te kahve molası veriyoruz. Tatlısu’daki Nerades koyunun batısında bulunan bu yerin bir özelliği, koyun çevresinde bazı eski harnıp ambarlarının bulunması. Ayrıca bu köyün muhtelif yerlerinde beş adet eski harnıp ambarı bulunduğunu da bir süre önce saptamıştım. Nerades koyunun gerisindeki harnıp ambarıyla ilgili bilgileri Kıbrıs genelindeki deniz kenarlarında bulunan eski harnıp ambarlarını araştırırken Kıbrıs Cumhuriyeti Devlet Arşivi’nde saptadığım bazı belgelerden öğrenmiştim. Belgelere göre, İkinci Dünya savaşının sürdüğü 7 Mayıs, 1941 tarihinde, Kıbrıs’taki askeri birlikler için adaya bol miktarda ithal edilecek buğday ile unun deniz kenarlarında bulunan bazı eski harnıp ambarlarında depolanması uygun görüldüğünden bunların tamir edilmesi gerekmekteydi. 28 Mayıs 1941 tarihinde bu amaçla saptanan ambarlardan biri de Nerades koyundaki harnıp ambarıydı. Köydeki Sotira kilisesine ait olan bu ambarın eski olması, ya da kullanılmasına ivedi gereksinim duyulmaması nedeniyle terk edilmiş durumdaydı. Yazışmalar sonrasında ambarın tamir edildiğine ilişkin herhangi bir belge saptanamamış olmasına karşın, Mağusa’daki Sinan Paşa Camisi’nin buğday deposu olarak kiralanması nedeniyle sözü edilen ambarının tamir edilmediği izlenimi edinilmektedir. 1958 yılından sonra bu ambarın nakit sıkıntısı çeken kilise tarafından ünlü iş adamlarından Bitto’ya satıldığı Cafe Köşk’ün mülk sahiplerinden biri olan dışişleri mensubu Mesut Merter tarafından bilgime getiriliyor.
Tatlısu’dan ayrıldıktan sonra Ercan üzerinden Lefkoşa’ya ulaşınca iki günlük gezimiz de sona ermiş oluyor. Bir başka gezide yeniden birlikte olmak dileğiyle esen kalın…