DİPKARPAZ’DA KÜLTÜR VE DOĞA TAHRİBATI
DİPKARPAZ’DA KÜLTÜR VE DOĞA TAHRİBATI
Tuncer Bağışkan
Yol genişletme amacıyla “Dipkarpaz Doğal ve Arkeolojik Sit Alanı”nda korkunç boyutlara varan doğa tahribatını protesto etmek amacıyla geçtiğimiz Pazar günü oradaydık. Ancak ne acıdır ki Dipkarpaz’ın rantını hanelerine gelir olarak kaydetme sırrına varanlar ile işbirlikçilerinin doğayı korumak isteyenlerin karşısına bu sefer de Dipkarpazlı göçmen vatandaşları sürmeleri, zaman sürecinde hayli deneyim kazandıklarını ortaya koymaktadır. Ancak şu da var ki, “tarımsal iş gücü” statüsünde bu ülkeye getirilip kendilerine arazi verilen Dipkarpazlıların çok büyük bir kısmının bu arazileri sattıkları da bir gerçektir. Bu konunun neden ve niçinleri konusunda ekonomistlerin ortaya koydukları bilimsel görüş ise şöyle: ““Eğer bir arazinin spekülatif yatırım getirisi, yanındaki köyün geçim kaynaklarının rantını aşarsa o köy ile arazileri kayıp demektir. Hemen orada yapılaşma başlayacak ve oradaki köy ile çevresindeki doğal ve kültürel değerler yok olup imaj bozulacaktır.”
***
Karpaz’ın bakirliğinin bozulmasına yönelik saldırılar her geçen gün artarak devam ederken, saldırganların en büyük destekçilerinin ne yazık ki Dipkarpazlılar olduğunu üzülerek görmekteyiz. Önce Ay.Philon’daki antik mezarlık alanının üzerine ‘Çıplaklar Kampı’ imajıyla bir otel yapılması histerisi gelişmişti. Ayni sıralarda Ay. Philon’daki antik Tsambres mezarlık alanına taş ocağı açılmasının izinlendirildiği bilgileri edinildi. Arkasından Chelonez’deki Banagia Apakou Kilisesi buldozerle yıkılırken, günümüzden 7000 yıl öncesine tarihlenen Karpaz burnundaki Kastros neolitik yerleşim yeri de asker ile Belediyenin işbirliğiyle buldozerlenerek oraya devasa iki bayrak direği dikildi. Daha sonra Dipkarpaz’dan başlanarak buruna kadar elektrik götürülürken, oraya izinsiz iki tane de devasa uydu anteni dikildi. Böylece yapılmaya başlanan alt yapı yatırımlarında şimdi de sıra bir uçak pistine benzeyen otoban yapımına geldi
***
Dipkarpaz’ın bakir topraklarına ilk müdahale talebi 1995 yılından önce askeri makamlardan gelmişti. Bu konuyu Halkbilimi Dergisi’nin 2005 tarih ve 53’üncü sayısındaki “Kültürel ve Doğal Çevremiz hoyratça yok edilirken” başlıklı yazımda şu şekilde ortaya koymuştum: “Şimdi size yorumlarımı da katarak (Dipkarpaz yarımadasının ucundaki neolitik devre ait) Kastros ile ilgili bir anımı anlatayım. Gayet iyi hatırlarım, bir ara askeri makamlar Kastros Tepesi’ni tatbikat amacıyla denizden bombalamak istemişlerdi. Biz de onlara bu tepe ile çevresindeki arkeolojik kalıntıların önemini anlatırken, çevredeki bitki örtüsünün de ateşlenmek suretiyle yok olabileceğini anlatmıştık. Anlayışla karşılandığımızdan olacak ki, orası bir tatbikat hedefi olarak kullanılmadı. Keşke Alevkayası’nın Kalavaç bölgesindeki ormanlık alanın askeri tatbikatlar sırasında yanabileceği uyarısı da ilgili makamlarımız tarafından seslendirilmiş olsaydı da, geçtiğimiz aylardaki yangın faciasıyla 700 dönümlük orman alanımız yanmasaydı. Ama gerçek şu ki, bizim ilgili mesleki kurumlarımızın çoğu müdürleri ile teknik personelleri, mesleki konularda hassas olmaları gerekirken, ya yacak bucak kaçmayı, ya da askeri makamlar karşısında düğmelerini ilikleyip hazır ola geçmeyi bir marifet saymaktadırlar. Asli görevlerini ihmal edip bir faciaya davetiye çıkarılmasına işbirlikçilik yapan böylesi makamların, facia sonrasında basının karşısına çıkıp üzüntü beyan etmeleri de neyin nesi?”
***
Ve Dipkarpaz köyünün batısından başlayarak buruna kadar olan alanın “Zafer Burnu Milli Park Alanı” olarak ilan edilmesi çalışmaları sürerken, bu alana askeri makamların bir liman yapma istekleri Başbakanlık aracılığıyla Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Müdürlüğü’ne bildirilmişti. Müdür adına kaleme alıp zamanın Gençlik, Spor ve Çevre Bakanlığı’na gönderdiğim 15.Mart.1995 tarih ve EEM. 66/95-4 sayılı yazı sonrasında bölgeye herhangi bir liman yapılmamıştı.Yaz şöyleydi: “Zafer Burnu’nun Milli Park Alanı olarak ilan edilmesi, el değmemiş bu alanı bir bütünlük gösteren arkeolojik, tarihi, jeolojik ve doğal güzellikleri itibarıyla korumayı hedeflemektedir. Milli Park olma kriterlerini taşıyan bu alanın bakirliği, bozulmamışlığı ve inşai-fiziki müdahalelerle tahrip olmamışlığı dikkate alındığında, bu alandaki doğal koya büyük bir alt ve üst yapı hizmeti (yol, su, elektrik, telefon, inşaat v.s) öngören bir liman yapılmasının uygun olmadığı görüşündeyim. Bu alanda böylesi büyük boyutlu bir projeye onay verilmesi halinde Milli Park kriterlerine aykırı düşüleceği gibi, Milli Park tanımından da uzaklaşılmış olunacaktır. Bilginize saygılarımla arz ederim”.
Gerçekten de daha sonraki aylarda bu alanda bilirkişiler tarafından gerçekleştirilen araştırmalar sonucu, günümüzden yaklaşık on bin yıl önceye tarihlenen ve toprak altında bulunan Neolitik döneme ait 15 yerleşim yeri saptanırken, bölgede ziyaret edilen üç önemli eski eser alanının varlığı da belirlenmiştir. Ayrıca bu alanın doğal güzellik ile bakirliği, karakteristik florası, başka ülkelerde bile az bulunur ardıç korulukları, göçmen kuşların uğrak yeri olması, nesilleri yok olmakla karşı karşıya bulunan Caretta Caretta ile Chelonia Myda türü kaplumbağaların yumurtlama yerlerine sahip olması, yine nesli tükenmek üzere olan Akdeniz Foku’nun bu bölgede görülmesi ve doğal yaşam sürdüren yabani kuş ile hayvan türlerini barındırdığı saptamalarında da bulunulmuştur.
***
1995 yılında Dipkarpaz ile Apostolos Andreas arasında sürdürülen yol yapım çalışmalarında kullanılacak stabilize malzemenin temini için adanın en uç kısmında bulunan Neolitik çağa ait Castros yerleşim yerinin yaklaşık 150 metre batısına taş ocağı açılmasının uygun olmadığı Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Müdürlüğünün 4.Ekim.1995 tarih ve EEM.66/95-7 sayılı yazısıyla Jeoloji ve Maden Dairesi’ne bildirilmişti. Ancak ilgili dairelerin bu karara uymalarına karşın, zamanın başbakanı Hakkı Atun’un bu karara uymayıp yol yapım firmasının iki yetkilisinden biri olan eski savunma Bakanı Vedat Çelik’i ne şekilde koruyup kolladığı hususunda zamanın Milli Eğitim ve Kültür Bakanı sn. Mehmet Ali Talat’ı bilgilendirip uyarmam gerekmişti. Bu nedenle Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Müdürlüğü adına kaleme aldığım 1.11.1995 tarih ve EEM. 66/95-11 sayılı yazım aynen şöyleydi:
“Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı, Lefkoşa.
Başbakan sn. Hakkı Atun’un, bazı bakanları, Karpaz yol yapımcı firma temsilcilerini ve beş dairenin müdürlerini (Eski Eserler ve Müzeler Dairesi, Orman Dairesi, Turizm Dairesi, Şehir Planlama Dairesi, Çevre Dairesi ve Jeoloji ve Maden Dairesi) Karpaz Burnundaki stabilize malzemenin alınmak istendiği yere çağrması üzerine 27.10.1995 tarihinde söz konusu alana Bakanımız sn. Mehmet Ali Talat’ın bilgisi dahilinde gidilmiştir.
Bilindiği gibi KKTC’de taş ocağı açıp işletme izni verme yetkisi Tarım, Doğal Kaynaklar ve Enerji Bakanlığına ait olmasına karşın, bu alana taş ocağı açıp işletme izni Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanlığı tarafından verilmişti. Bunun üzerine ilgili dairelerin Karpaz Polis Müdürlüğü nezdindeki girişimleriyle bu çalışmalar geçici bir süre durdurulmuştu.
Yol yapımı için stabilize malzeme alınmak istenen alan Kıbrıs’ın tam burun kısmındaki Castros Neolitik Yerleşme Yeri ile Afrodite Acraea Tapınağının korunma alanı dahilinde bulunmaktadır. Bu alandan stabilize malzeme alınmasının uygun olmadığı, Müdürlüğümüz, Orman Dairesi, Çevre Dairesi, Şehir Planlama Dairesi ve Jeoloji ve Maden Dairesi tarafından ortaya konmuş bulunmaktadır. Söz konusu alandan yaklaşık 36000 metre küp toprak ile taş alınmasıyla (yaklaşık 6400 kamyon dolusu) kıyı şeridi bozulacak ve ziyaretçilerin park yeri olarak kullandıkları alanın yanında yaklaşık 50 X 50 metre ebadında ve 12-13 metre derinliğinde bir çukur açılmış olacaktır.
Başbakan sn. Hakkı Atun, Karpaz yolunun yapılması için bu alandan stabilize malzeme alınmasının zorunlu olduğunu, ekonomik nedenlerle bazı konuların gözden çıkarılabileceğini, kıyı şeridinin bozulmayacağını, stabilize malzeme alındıktan sonra açılacak çukurun devlet tarafından restore edileceğini (toprak ve taşla yeniden doldurulacağını), burasının eski eser alanı olmadığını, kendisinin de korumacı olduğunu, bu konuda çok kitaplar okuyup yeterli koruma bilgisine sahip olduğunu ve turistlerin yapılacak yol aracılığıyla Karpaz Burnu’nu kolaylıkla ziyaret edebileceklerini söylemiştir. Bunun üzerine Başbakan sn. Hakkı Atun’a:
(1) Bu alanın taş ocağı olarak kullanılmasının uygun olmadığına ilişkin daire müdürlerinin görüş bildirdiklerini ve Karpaz burnunun son noktası olması nedeniyle buraya gelecek turistlerin burada sadece büyük bir çukurla karşılaşacaklarını,
(2) Alanın Castos Neolitik yerleşim yerinin korunma sınırı içinde bulunduğunun Müdürlük teknik personelince belirlenmesine karşın, kendisinin burasının eski eser alanı olmadığını söylemesini hangi verilere dayandırdığını,
(3) Buraya yol yapımcısı tarafından yapılacak tahribatın giderilmesinin mümkün olmayacağını, mümkün olsa bile yol yapımcısının tahrip edeceği bu alanın restorasyonu için devletin milyarlarca liralık mükellefiyet altına sokulmuş olacağını,
(4) Bu alanın tahrip edilmemiş halinin fotoğraflarının çekildiğini ve tahribat sonrası fotoğraflarıyla birlikte kendisine takdim edileceğini,
(5) Stabilize malzemenin başka bir alandan alınmasının daha uygun olacağını, ve
(6) Yatırımcıların önünde bürokratlar ile teknik personeli aşağılamasından cesaret alan yatırımcıların ayni tavırlar sergilediklerini ve bu gelişmelerin de kamu düzenini erozyona uğrattığını söylemem gerekti.
Bu sözlerim üzerine Başbakan sn. Hakkı Atun, kendisinin buradan stabilize malzeme alımına onay vereceğini, burasının tahrip edilmemesi için buraya çadır kurarak stabilize malzeme alımını izlememizi, bu kadar insanın içinde teknik personel ile bürokratların kendisine söz söyleme hakkının olmadığını, son kararın kendilerine ait olduğunu ve itirazı olanın makam odasına gelmesin söylemişti.
Jeoloji ve Maden Dairesi ile yaptığım temaslarda, K.K.T.C’e taş ocağı açma izni vermeye yetkili bir Daire olmalarına karşın bu konudaki son gelişmeleri bilmediklerini ve ilgili firmanın hangi makamın iznine dayanarak kendilerinin izin vermediği bu alanda kazı yaptıklarını da bilmediklerini öğrenmiş bulunmaktayım. Kısaca söylemek gerekirse konu bir kaosa dönüşmüş bulunmaktadır. Devlet ile müteahhit firma arasında hangi şartlarda ve ne gibi içerikte sözleşme yapıldığının bilinmemesi ise bu alanın tamamen yitirildiği izlenimi vermektedir.
Yukarıdaki gelişmelerin devlet kurumlarına zarar verdiğine şüphe yoktur. Bu nedenle, eski eserler ile doğanın korunabilmesi için bu konunun Başbakanlık nezdinde ele alınıp yasal çerçeveye oturtulmasının gerek ve yararına inanmaktayım.
Bilgi ve gereğini saygı ile arz ederim. Tuncer Bağışkan, Müdür/a”
***
Ve yukarıdaki yazımdan sonra peş peşe gelişen üç ayrı olay, Karpaz’ın bakir topraklarının korunmasına yönelik olumlu yaklaşımlar olarak değerlendirilebilecek nitelikteydi.
3.11.1995 tarihinde toplanan üyesi bulunduğum Anıtlar Yüksek Kurulu, gündemine aldığı Şehir Planlama Dairesi, Turizm Planlama Dairesi, Devlet Planlama Örgütü, Orman Dairesi, Çevre Koruma Dairesi, Eski Eserler ve Müzeler Dairesi ve Çevre Koruma Dairesi bilirkişilerinin hazırladıkları raporları inceledikten sonra, Dipkarpaz köyünün doğusundan başlayıp Apostolos Andreas Burnu’na kadar olan alanı oy birliğiyle “Doğal ve Arkeolojik Sit Alanı” olarak ilan etmiştir. Bu kararla birlikte, bir yandan Anıtlar Yüksek Kurulu’nun izin ve onayı olmaksızın Doğal ve Arkeolojik Sit Alanı’ndan toprak alımı yasaklanırken, bir yandan da yol yapım firmasının yetkilileri önünde bürokratlara aleni hakaret eden başbakan da sıfırla çarpılmış oluyordu.
Anıtlar Yüksek Kurulu kararının ardından bu sefer de zamanın Milli Eğitim ve Kültür Bakanı sn. Mehmet Ali Talat’ın 7.11.1995 tarihinde TAK’a yapmış olduğu ve 8.Kasım.1995 tarihli gazetelere yansıyan kamuoyu açıklaması gündeme bomba gibi düştü. Açıklama şöyleydi: “…. Talat dün basına yaptığı açıklamada Dipkarpaz-Manastır yolunu yapmakta olan firmanın, temel malzemesi olarak kullanmak üzere söz konusu arkeolojik bölgeden toprak almak istediği ve bu amaçla kazı başlattığını bildirerek bunu derhal durduracaklarını söyledi. Castros’dan toprak alınmasına Jeoloji ve Maden, Eski Eserler, Orman ve Şehir Planlama Dairelerinin, teknik adamların ve çevreye duyarlı kesimlerin karşı olduğunu hatırlatan Talat, Jeoloji ve Maden Dairesi ile Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nin toprak alımını durdurmak için hemen bugün harekete geçeceğini söyledi. Bölgeyi korumakla kararlı olduklarını ifade eden Talat, bölgeden toprak alınması konusunda yetkili Jeoloji ve Maden Dairesi ile Eski Eserler Dairesine ait olduğunu kaydetti. TAK muhabirinin Eski Eserler Dairesi Müdür Yardımcısı Tuncer Bağışkan’dan aldığı bilgiye göre, Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunun kararının elden bölge polisine gönderildiğini ve polisin kararı aldıktan sonra toprak kazısını derhal durdurması gerektiğini söyledi….”
Ve söz konusu alandan toprak alımının yetkililer ile polis müdahalesiyle 9.11.1995 tarihinde öğle saatlerinde durdurulduğu haberleri ise 10.11.1995 tarihli yerel basında şu şekilde yer almıştı: “TAK muhabirinin Orman Dairesi Müdürü Faik Koyuncuoğlu ile Jeoloji ve Maden Dairesi Müdürü Bektaş Göze’den aldığı bilgiye göre, bir haftadan bu yana süren kazı ve toprak alımı dün öğle saatlerinde yetkililerin müdahalesiyle durduruldu. Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından doğal ve Arkeolojik Sit Alanı ilan edilmiş olan bölgeden müteahhit firma tarafından geçen sürede bin metreküp toprak alındı. Bölgede 4 bin metreküp de kazılmış, alınmaya hazır toprak daha bulunuyor. Koyuncuoğlu ve Göze, Dip-Karpaz-Manastır arasındaki yolu yapan firmanın bu toprağı da almak istediğini, buna kesinlikle izin vermeyeceklerini, söz konusu toprakla kazılmış yerlerin doldurulacağını vurguladı.”…
Ve DP-CTP Koalisyon Hükümetinin istifa etmesi ile Dipkarpaz burnundaki doğa katliamı, bir gün sonraya denk gelen 11.11.1995 tarihli gazetelerin manşet haberiydi…
***
Bunca yanlıştan sonra şimdi de eğri oturup doğru konuşmamız gerekiyor. Bilindiği gibi 1995 yılında Dipkarpaz köyünden Apostolos Andreas burnuna kadar turistlerin güvenli seyahat etmeleri için buradaki yolun islâh edilmesi çalışmalarına eski Savunma bakanı Vedat Çelik ile Türkiyeli ortağına ait firma tarafından başlanmıştı. Ancak bu çalışma yarım bırakıldığından işi Karayolları Dairesi üstlenmişti. Ancak Karayolları da yolu tamamlayamadığından bu sefer sn. Cemal Bulutoğluları’na ait Sercem firması devreye girip işi tamamlamıştı. Eğer o zaman yapılan yol Turizm amaçlı ise, şimdilerde bir otobanı andıran bu yolun kimler için yapıldığını bir yetkili zahmet edip de açıklayabilir mi acaba?
Eskiden, yol yapımlarında, stabilize malzeme alımı için uygun yerlerde yol yapımını üstlenen firmalara Jeoloji ve Maden Dairesi tarafından taş ocağı açma izni verilirdi. Şimdi ise böylesi bir izin verme yerine, yapılacak yol boyunca uzanan arazi ile tepelerden müteahhitlerin stabilize malzeme almasının serbest bırakıldığı izlenimi edinilmektedir. Bu nedenle de Dipkarpaz örneğinde olduğu gibi, yol boyunca uzanan araziler ile tepeler yok edilmektedir. Biz, Doğal ve Arkeolojik bir sit alanı hudutlarında yol yapımıyla başlayan doğa katliamını protesto etmek amacıyla Dipkarpaz’a gittiğimizde, açılan yolun genişliğine hayretle bakan yanımızdaki iki Dipkarpazlı’dan biri diğerine: “Abi bu açılan yola iki uçak iner” diyordu. Yoksa buraya Bafra MAS Turizm tesislerinin yan kuruluşlarının yapılmasının yanı sıra, ‘Yahudiler’ için bir uçak alanı, Barbaros Hayrettin Paşa sismik gemisi için bir de deniz limanı yapılması mı planlanıyor dersiniz? Göreceğiz...