“Diyanellos sigara fabrikası işçisi, Eylenceli Theonitsa’nın öyküsü...”
Çok değerli arkadaşımız, Avustralya’dan araştırmacı, akademisyen ve grafik sanatçısı, “Tales of Cyprus” (“Kıbrıs’ın Öyküleri”) sosyal medya sayfası yöneticisi Konstantinos Emmanuelle’in Eylenceli Theonitsa Savva’nın öyküsünü kaleme aldı... “Tales of Cyprus” sosyal medya sayfasında yayımlanan bu ilginç öyküyü, okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle arkadaşımız şöyle yazıyor:
*** Theonitsa Savva, 16 Haziran 1931 tarihinde Lefkoşa yakınlarındaki Eylence köyünde dünyaya gelmişti. Babasının adı Savvas Andreu, annesinin adı Mitrodora Stavru idi ve altı çocukları vardı: Hristakis, Thenitsa, Hristalla, Andreas, Danae ve Frederika...
*** Theonitsa bana, “İlkokulu bitirmediğim için pişmanım” diyor usulca... “Eğitimime sık sık ara veriliyordu çünkü annemle babam evde kalıp küçük kardeşlerime bakmamı istiyordu. Haftada yalnızca iki-üç gün okula giderek ne öğrenebilirsiniz ki? Her nasılsa üçüncü sınıfı bitirmeyi başarabilmiştim ve bu da benim eğitim hayatımın sonu olmuştu” diye anlatıyor.
*** İkinci Dünya Savaşı esnasında, 12 yaşındaki Theonitsa, Alman savaş uçakları tepelerinde uçarken, köyün dışındaki yeraltı sığınaklarında saklanmak için ailesiyle birlikte koşuşturuyordu... “Hatırlıyorum da, yanımızda bol su ve bol bol peksemet olurdu... Havada uçakları görüyordum ancak savaş olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu o dönem” diyor.
*** Theonitsa, çok fakir bir aileden geliyordu. Babası usta bir taş oymacısıydı, taş işçisiydi, yerli ustalara evlerin, kiliselerin ve diğer binaların yapımı için taş sağlıyordu...
*** “Babam ellerini ve çok temel, çok ilkel aletler kullanıyordu taşları kesmek için. Tehlikeli ve zor bir işi vardı... Kimi zaman, bir tepenin kenarına tahta bir skaloşa kuruyordu veya bir uçuruma... Böylece taşlara ulaşıp onları kesiyordu... Son derece tehlikeli bir iş yapıyordu babam” diye anlatıyor Thenitsa...
*** 15inci doğumgününden iki ay önce, Theonitsa Dianellos ve Vergopulos Cigara ve Tütün Fabrikası’nda çalışmaya gitmişti, bu fabrika Lefkoşa’da Hilarion Caddesi’nde idi. Theonitsa’nın hatırladığı kadarıyla, fabrika bir İngiliz Üssü ve Miskinler Çiftliği’nin yakınındaydı...
*** “1946’nın Mart ayından 1951 yılının Eylül ayına kadar oradaydım. Her gün eve yayan gidip geliyordum, haftanın altı günü... Gündoğumuyla birlikte kalkıyordum, çabucak kahvaltı ediyordum ve Lefkoşa’da yaya olarak yola koyuluyordum. İşgünüm sabah saat 8’de başlıyor, akşam saat 5’e kadar sürüyordu. Üç diğer kız işçiyle birlikte yürüyorduk... Eve dönünceye kadar hava kararıyordu... Kimi zaman arkadaşlarımla birlikte karanlıkta yürümekten korkuyorduk ancak o günlerde ortalık oldukça güvenliydi. Bize hiçbir erkek ya da oğlan yaklaşmıyor, bizi rahatsız etmiyorlardı” diyor.
*** Theonitsa’dan sigara fabrikasında olağan bir günü anlatmasını istedim... Şöyle dedi: “Benim görevim, diğer işçi kızlarla birlikte uzun banklarda oturarak boş paketleri sigaralarla doldurmaktı. Sigara paketleri kartondan yapılmıştı. Her pakete konacak sayıda sigarayı sayıyorduk. Sanırım her pakette 20 sigara vardı. Sıralar halinde oturuyorduk ve sigaraları paketlere koyarken sohbet ediyorduk. Herhangi günlük bir kota doldurmak gibi bir acelemiz yoktu. Hatırlıyorum da fabrikada çalışan iki de erkek vardı, her ikisinin de gözleri görmüyordu. Birlikte bir makinede oturuyorlar ve sigara paketlerini yapıştırıyorlardı. Gözleri görmediği halde, çok güzel iş çıkarıyorlardı. Bu iki ama kardeşin kardeş mi yoksa akraba mı olup olmadıklarını bilmiyorum ancak onları yanyana bastonlarını kullanarak işe gelirken gördüğümü hatırlıyorum...”
*** Theonitsa, kadınlarla erkeklerin fabrikada ayrı odalarda çalıştıklarını anlatıyor... “Ayrı tutuluyorduk... Elbette erkekleri gördüğümüz zaman merhaba diyorduk veya kısaca sohbet ediyorduk ama o kadardı. Eminim ki bazı erkekler, bazı kızlarla flört ediyordu ancak benim ve arkadaşlarımın başına herhangi uygunsuz bir şey gelmedi. Erkekler bize karşı her zaman kibar ve medeni davranıyorlardı...”
*** Theonitsa’ya o günlerde Kıbrıslı kadınların sigara içmelerinin yaygın olup olmadığını, işverenlerin çalışanlara beleş sigara verip vermediğini soruyorum... Şöyle diyor: “O dönem sigara içen hiçbir kadın tanımadım. Ben de sigara içmiyordum, zaten ailemde kimse sigara içmiyordu. Hatırladığım kadarıyla sigara içen işçiler, kendi sigaralarını satın alıp parasını ödemek durumundaydı...”
*** Theonitsa, Diyanellos ve Vergopulos fabrikasında işçilere verilen yemekleri sevgiyle hatırlıyor, kendisine göre burada çalışmanın ana avantajlarından biriydi bu yemekler... Daha yoksul ailelerden gelen işçiler, Diyanellos fabrikasında evde yediklerinden çok daha iyi yemekler yiyorlarmış diye anlatıyor.
*** “Fabrikanın en iyi yanı, kendi mutfağının olmasıydı, mutfakta kadınlar bizim için her gün yemek pişiriyordu. Yemeğimizi ödüyorduk ama çok iyi yemeklerdi bunlar. Her bir yemeğin ederi, maaşımızdan düşülüyordu. Hatırlıyorum da her Pazartesi günü taze fasulya yiyorduk etli-patatesli... Haftada iki kez et yiyorduk. Bu, biz köy kızları için ender bulunan bir nimetti... Köyde hemen hemen hiç et yiyemiyorduk. Öğle yemeği vakti geldiğinde, tabaklarımızı alıp sıraya giriyorduk ve bize yemeğimizi servis ediyorlardı. Porsiyonlar çok büyüktü. Hiç şikayet edemem... Her zaman taze ekmek de oluyordu, bol bol... Hatırlıyorum da bir somun ekmeği dört büyük parçaya bölüyorlar ve her bir işçiye dörtte bir ekmek veriyorlardı. Kimi zaman patronlarımız da yemekodasında bizlerle yemek yiyorlardı... Fabrikada güzel zaman geçiriyorduk. Burada Theodora ve Elli gibi harika arkadaşlar edinmiştim... Diğer kızların isimlerini hatırlamıyorum şimdi ama yakın arkadaştık. Yemekten sonra dışarıda birlikte oturup sohbet ediyorduk. Hepimiz çok gençtik ve çoğumuz bekardı. Bazı kızlar Kaymaklı’dan, kimileri Strovulo’dan geliyordu... Çok iyi zaman geçiriyorduk. İşten sonra bandabuliyaya alışverişe gidiyorduk bazan ancak çoğunlukla doğrudan eve dönüyorduk...”
*** Theonitsa, fabrikadaki patrolarının adının Dimitri olduğunu hatırlıyor: “Hatırlıyorum da, onun evlatlık kızı da bizlerle birlikte çalışıyordu. Dimitri, huysuz bir adamdı... Saçlarının dikildiğini görünce diğer kızlarla birlikte kahkahayı basıyorduk. “Aman Tanrım, Bay Dimitri bugün gene husuzlaşmış” diyorduk ve gülüyorduk. Kızkardeşim Danae fabrikaya çalışmaya geldiğinde kimi zaman arsızlık ediyordu, o zaman Bay Dimitri, “Seni gidi küçük şeytan seni” diyordu kızkardeşime, “Sen büyük kızkardeşin gibi değilsin...” Bay Dimitri benden hoşlanıyor, bana iyi davranıyordu...”
*** 1951 yılının sohbaharında, Theonitsa Avustralya’ya gitmeye razı oldu. Amcası Nick Melburn’da yaşıyordu, 1949 yılında Melburn’a göç etmişti.
*** Theonitsa, 1951 yılının Ekim ayında Stratheden adlı göçmenleri taşıyan gemiyle Kıbrıs’tan ayrıldı... “O kadar güzel bir gemiydi ki” diye hatırlıyor... “Bir diğer Kıbrıslı kızla aynı kamarayı paylaşıyordum ama adını unuttum. Melburn’a varmamız 23 gün almıştı. 6 Kasım 1951 tarihinde Melburn’a varmıştık. O gün Melburn Kupası nedeniyle tatildi. Bir at yarışı için bir resmi tatil, bunu düşünebiliyor musunuz? Yeğenim Steve ve kızkardeşi Maria limana gelmişti beni karşılamaya ve St. Albans’taki evlerine beni götürmeye. Yatağımı Kıbrıs’tan getirmiştim, diğer eşyalarımı da... Taksisinin damına yatağımı bağlayıp diğer eşyalarımı da almaya razı olacak bir taksi buluncaya kadar saatlerce beklemiştik... Nihayet eve vardığımızda, Amcam Nick’in arkadaşlarıyla pikniğe gittiğini öğrenmiştim... Melburn’daki bu ilk günüm gerçekten unutulmazdı. Şimdi düşününce buna gülüyorum...”
*** Theonitsa, taa Kıbrıs’tan Avustralya’ya kendi yatağını götürmenin biraz naif olduğunu kabul ediyor şimdi ancak daha da ileri giden başka göçmenler de vardı... “Kimilerinin yakacak getirdiklerini biliyorum, tuğla getirenler vardı ve her tür gereksiz öte beriyi birlikte taşıyanlar vardı. Belki de Avustralya’da böyle şeylerin bulunmadığına inanıyorlardı, o nedenle getirebilecekleri herşeyi getirmişlerdi. Belki de çok fakirdiler ve bunlar onların sahip olduğu tek şeydi...”
*** Theonitsa, üç sene boyunca Nick Amcası ve ailesiyle kalmıştı, ta ki 1954’te evleninceye kadar. Cathy Sawich adlı arkadaşı onu Simeon Tomiç’le tanıştırmıştı... “Bayan Sawich benden çok daha yaşlı olduğu halde, çok iyi arkadaş olmuştuk. Kendisi aslen Mısırlı’ydı ve yedi dili su dere konuşabiliyordu. Sırp bir adamla evliydi ve Simeon da eşinin arkadaşı idi. Bir gün Simeon, Bay Sawich’e artık evlenmeye hazır olduğunu söylemişti. Bayan Sawich de ona benden bahsetmişti ancak boyumun kısa olduğunu da eklemişti. Anlaşılan o ki Simeon, “İyi bir kadın olduğu sürece boyunun önemi yok benim için” demişti... Böylece Bayan Sawich Amcam Nikos’tan benim Simeon Tomiç’le tanışmamı ayarlamasını istemişti. Amcam, Simeon’un Ortodoks olmasından ve kendi evini inşa ediyor olmasından memnundu... Aslında evlenir evlenmez, kendi yaptığı bu yeni eve taşınmıştık..”
*** “Birbirinizle nasıl anlaşıyordunuz?” diye soruyorum Theonitsa’ya... “Başlangıçta zordu” diye anlatıyor... “Simeon hiç Rumca bilmiyordu, ben de Sırpça bilmiyordum... İngilizce konuşuyordu o ama ben çok az İngilizce biliyordum. Ancak yavaş yavaş, zamanla ben de Sırpça konuşmayı kendi kendime öğrendim...”
*** Theonitsa ve Simeon, 9 Ocak 1954 tarihinde evlenmişlerdi... “Çok mutluydum. Simeon iyi bir insandı. Kibar birisiydi ve çok çalışkandı... Her ödeme gününde eve gelip içinde maaşının bulunduğu zarfı bana veriyordu. “Sen bu parayı idare et, sorumlu sensin” diyordu... Evet, iyi bir insandı Simeon...”
*** Simeon, 1949 yılında Avustralya’ya göç etmişti. 1924 yılında Simeon henüz yedi yaşındayken annesi ölmüştü... İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kral taraftarı olduğu için tutuklanıp hapse atılmaktan korkarak Sırbistan’dan kaçmış ve İsviçre’ye çalışmaya gitmişti. Oradan da Avustralya’nın Melburn kentine göç etmişti, burada kalmış ve çalışmıştı – bir süreliğine ağaç kesme işinde bulunmuştu...
*** “Simeon’la ilgili bir şey daha anlatayım size” diyor Theonitsa, heyecanlanarak! “Savaş esnasında Almanlar tarafından yakalanmıştı. Savaş esiri olmuştu fakat her nasılsa kaçmayı başarmıştı. İyi yürekli bir Türk’le tanışmış, o da kendisine yiyecek vermişti. Aslında sözkonusu Türk, onun hayatını kurtarmıştı. Almanlar’dan kaçtıktan sonra İsviçre’ye varmış ve burada bir İtalyan kızla tanışmış, evlenmeye karar vermişlerdi. Ancak din konusundaki anlaşmazlıkları başgösterince, herkes kendi yoluna gitmiş ve işte o zaman Simeon, Avustralya’ya gelmeye karar vermişti. Eşim Simeon, hem Almanca, hem İtalyanca, hem de İngilizce konuşmayı öğrenmişti... Gittiği her yerde insanlarla iletişim kurabilmesinin nedeni buydu...”
*** O dönemin pek çok göçmen kadını gibi Theonitsa da Avustralya’da yeni bir hayata alışmak için mücadele etmişti... Melburn’un varoşları, Kıbrıs’taki köyünden kültürel ve sosyal olarak çok farklıydı. Aslında dünyalar kadar farklıydılar... İnsanların hala topraktan geçimini sağladığı kırsal bir çevreden kentsel bir alana geçiş yapmıştı etkileyici biçimde – pek az arkadaşı ve ailesi vardı, yerli lisanı da bilmiyordu üstelik... Anlaşılacağı üzere, Theonitsa ailesini özliyordu, arkadaşlarını çok özlüyordu ve vatan hasreti çekiyordu... Pek çok göçmen de aynı vatan hasretinden muzdaripti... “O günlerde St. Albans’da toprak çok ucuzdu” diye hatırlıyor Theonitsa... “Bir blok araziyi 40 dolara satın alabiliyordunuz. Buna inanıyor musun? 40 dolara! Ancak hatırlamanız gereken şudur: Çoğu göçmende böyle bir para yoktu ki... Keşke böyle bir paramız olsaydı o zaman...”
*** Pek çok göçmen kadın, işgücüne katılmıştı, özellikle eşlerine yardımcı olup bir ev için depozito yatırmak maksadıyla eve ek gelir getirmek üzere çalışıyorlardı. Thenoitsa da istisna değildi. Deer Park’ta bir patlayıcı fabrikasında çalışıyordu, birlikte çalıştığı işçiler sayesinde İngilizce konuşmayı öğrenecekti burada ve bir Rumca-İngilizce sözlük yardımıyla...
*** 1955 yılında Theonitsa ve Simeon’un ilk evlatları Paul (Pavlos) dünyaya geldi, onu 1959’da kızları Olga izledi... Şimdilerde ilk aile evleri olan Kent Sokağı’nda yaşıyorlar, St. Albans’da...
*** Theonitsa, eşi Simeon’un evlerinin karşısındaki Sırp Ortodoks Kilisesi’nin inşasında anahtar rol oynamış olduğunu da hatırlıyor... “Birkaç arkadaşıyla bir araya gelen eşim, St. George’a adanmış bir kilise yapmak üzere para toplamaya başlamışlardı. Topladıkları parayla Kate Sokağı’nda bir blok arazi alıp hemen ardından kiliseyi inşa etmeye başlamışlardı.” Bu kilise, Avustralya’da inşa edilen ilk Sırp Ortodoks Kilisesi imiş.
*** “Evimiz kilisenin karşısındaydı, eşim Simeon insanları sürekli evimize davet ediyordu birşeyler yemeye ya da birşeyler içmeye... Kiliseye gelen herkesle ahbap oluyordu... Evimiz de sığınacak bir yer arayan, sıkışmış ya da desteğe ihtiyaç duyanların sığınağı gibi olmuştu... Veya yorgun bir anne, bebeğine bakacak birine mi ihtiyaç duyuyordu? Bunu da bizim evde buluyordu... Simeon bize sürekli olarak “Evimizden kimse aç-susuz ayrılmasın” diyordu. Bu onun sloganıydı...”
*** 1976 yılında Simeon’a akciğer kanseri teşhisi konuştu, Theonitsa ona 29 yıl boyunca baktı ve Simeon 2005 yılında vefat etti...
*** Şimdilerde neredeyse 90 yaşında olan Theonitsa, hala vahşi biçimde bağımsız ve kendi kendine bakabilecek durumda çok şükür. Altı torunu ve altı da torun çocuğu var... Annesinin hayat hikayesini “Kıbrıs’ın Öyküleri”ne aktarmam için bana yardım eden Theonitsa’nın kızı Olga Tomiç’e, özel olarak teşekkür ediyorum...
(TALES OF CYPRUS sosyal medya sayfasında Konstantinos Emmanuelle’in yazısını derleyip özetle Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
2021 yılında Theonitsa...