Tacan Reynar

Tacan Reynar

DİYET

A+A-

 

Siyah giyen adam koltuğundan doğrulur, iç geçirir, karşısındaki televizyon ekranında iki devlet adamının birbirlerine restleşmesi var, hemen banka hesaplarını kontrol eder, gülümser, gidip pencereden dışarıya Beşparmaklara doğru bakar ve sonra yine dönüp masasında bekleyen raporları inceler. Televizyon ekranından haberler geçmeye devam ediyor: “Suudi Arabistan’ın, Amerikan güçlerinin desteğiyle Yemen’de gerçekleştirmiş olduğu saldırıda bir otobüs hedef alındı. Saldırı sonucunda otobüste bulunan kırk çocuk öldürüldü”. Çocukların fotoğrafları ekranda bir görünüp bir kaybolur. Diğer haber Filistin’den. İsrail askerleri açtıkları ateş sonucunda sivilleri vurmuşlar, yine kayıplar var. Elinde Filistin bayrağı tutan bir genç yerde boylu boyunca yatıyor. Bir haber de uzaklardan, çok uzaklardan. Venezuela’da Maduro yönetimi asgari ücreti altmış kat artırmış ancak enflasyon beş haneli rakamlara çoktan ulaştığından ve insanlar açlıkla yüz yüze kaldıklarından göç hareketleri hızlanmış. Televizyondaki spiker Chavez’den sonra çok büyük bir çöküş yaşandığını ve dünyanın en büyük petrol kaynaklarını elinde bulunduran ülkenin Amerikan siyaseti nedeniyle gittikçe daha da yoksullaştığını söylüyor. Siyah giyen adam da biliyor: “O ülkenin vatandaşları dışında herkesin o ülkenin toprağında sözü geçiyor”. Televizyonu kapatır, giydiği pahalı ceketin önünü ilikler ve masadan kalkar. Randevu vakti gelmiştir. Lefkoşa’da beş yıldızlı otelin birinde yeni yatırımcılarla buluşacak. Yatırım sonrası Bakanlar Kurulu vasıtasıyla vatandaşlık verileceği yönünde de anlaşma sağlandı. Kendisinin siyasi rolünün bir karşılığı olarak anlaştıkları üzere kardeşinin hesabına yatırılacak komisyon tutarı üzerinde biraz daha pazarlık yapmak gerekli. Şoför kapıda beklemektedir.

Buyrun efendim.

Ülkede derin bir ekonomik bunalım var. Esnaf işyeri kirasını nasıl ödeyeceğini, kirada oturan dar gelirli vatandaş daha nereden kısıp eve yemek getireceğini, asgari ücretli zamlanan elektrik faturasını bu ay nasıl karşılayacağını düşünmektedir. Banka memuru ekranda beliren kurları, akıp giden sayıları, siyah giyen adamın hesabına yatan yüklü miktarda dövizin nasıl ve hangi kaynaktan geldiğini merak ederken aynı zamanda çocuğunun okul harcını da düşünmektedir. Sterlin sekiz buçuk, dolar yedi. Üniversiteden bu yıl mezun olacak genç okul kampüsünde arkadaşlarıyla tartışmaktadır. Gitmek isteyenler ve herkes giderse buralarda kim kalacak, kim mücadele edecek diyenler arasında gittikçe yükselen sesler var. Meclis’te tartışmalar... Önlemler paketi açıklayan hükümete eleştiriler yağıyor. Sendikalar tepkili. Grev kapıda. Ek mesailerini fazla çalıştığı sürelerde isteyen devlet memurları bu oranlarda artık ek mesai yapmayacaklarını söylüyor. Turizm de sağlık da tehlikede.

Trump ile Erdoğan tartışıyor, döviz artıyor ve telefonda bugün arayan beşinci kişi de göç etmeyi düşündüğünü söylüyor. İşçisi, esnafı, öğrencisi, genci, emeklisi, polisi ve devlet memuru herkes uzaklara gitmek için artık doğru zamanı kolluyor.

Söyleyin bu kimin hesabı?

Çözüm ve AB vizyonu etrafında bütünleşen sivil toplum örgütleri ve Annan Planı öncesinde meydanları dolduran onbinlerce insan büyük bir dönüşüme yol açmıştı. Sonrasında iktidarlar, yıkılmaz denilen duvarlar yıkıldı, koltuktan vazgeçmez denilen Denktaş bile seçimde aday olmadı. Sonrasında gelen hükümetler, giden hükümetler hayal kırıklıkları yarattı. Görüşmeler çöktü ve kaybeden yine bir tek Kıbrıslı Türkler oldu.

Şimdilerde ise Kıbrıslı Türkler kendilerinin hiçbir katkısı olmadığı bir ekonomik bunalımın içerisinde yaşam mücadelesi veriyor. Birileri döviz kurlarındaki artıştan nemalanırken, toplumun büyük bir kısmı yoksulluğa itiliyor. Ve biz biliyoruz ki, Beşparmak Dağları’nda bayrakların ışıkları yanıyor ancak evine ekmek götüremeyecek duruma gelen işçinin, esnafın, dar gelirlinin evindeki ışık sönüyor.

Birileri kamu görevi yürütürken “kazandığı” yüzbinlerce doların hesabını verme tenezzülünde dahi bulunmazken, yasadışı vatandaşlık dağıtan siyah giyen adamlar vatan millet nidaları atıyor. Yolsuzluk dosyaları halen bekliyor. Şu anki hükümetin bu yönde aktif gayreti görülse de henüz yeterli değil. Sürecin sonunda kimlerin yargılanıp yargılanmayacağını hep beraber göreceğiz.

Geçici tedbirlerle günü geçiştirebilir, yaşanan krizi hafifletmeye çalışabilir ve evimizin önünü olabildiğince temizleyebiliriz. Ancak çıkış yolu bu değil. İçinde bulunduğumuz nokta bir kırılma noktasıdır. Ve bu kırılma noktasında bu kurulu düzeni değiştirmenin tek yolunun Federal Kıbrıs’tan geçtiğini kabul etmeliyiz. Hiçbir sorumluluğu bulunmamasına rağmen neredeyse her on yılda derin bir ekonomik çöküşe itilen, insanlarını durmadan yitiren ve her daim diyetin en acısını çekmek zorunda bırakılan Kıbrıslı Türkler olarak hangi siyasi görüşten olursak olalım önceliğimiz eğer “biz” isek Kıbrıs Sorunu’nda izlediğimiz siyaseti tekrar ele almalı ve değiştirmeliyiz.

Yıllardır izlenen siyasetin bir ürünü olan kalıplaşmış şu garantörlük meselesini bir daha değerlendirelim. İtiraz edenler olursa bugüne kadar KKTC’nin tanıtılması için ne yaptıklarını, “resmi” olarak tanımadıkları Kıbrıs Cumhuriyeti’ne neden seyahat edip “resmi” spor müsabakalarına katıldıklarını, neden Kıbrıs Cumhuriyeti kimlik ve pasaportuna sahip oldularını, bankalarda ne kadar mevduatları bulunduğunu, ganimetten ne kadar faydalandıklarını açıklasınlar. Bize düşen görev daha fazla cesaret.

Bu kadar diyet yeter!

Bu yazı toplam 6874 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar