Doğan Harman ve ‘Isdatükocular’
Doğan Harman’ın geçtiğimiz hafta aramızdan ayrılması hepimizi derinden üzdü. Ölüm insanoğlunun hep bildiği ama günlük hayatın koşuşturmacası içinde unuttuğu kadim bir gerçeklik. Söz konusu olan Doğan Harman gibi medyanın önemli bir ismi olunca insan
Doğan Harman’ın geçtiğimiz hafta aramızdan ayrılması hepimizi derinden üzdü. Ölüm insanoğlunun hep bildiği ama günlük hayatın koşuşturmacası içinde unuttuğu kadim bir gerçeklik. Söz konusu olan Doğan Harman gibi medyanın önemli bir ismi olunca insan daha da çok sarsılıyor. Geçtiğimiz haftalarda Steve Jobs’un hayatını kaybetmesi de önceden öleceğinin tahmin edilmesine rağmen tüm dünyayı sarsmıştı. İnsan ölümün kaçınılmazlığını bilse bile bazı insanlara ölümü kesinlikle yakıştıramıyor. Doğan Harman da bunlardan biriydi. Karakteri ve yaptıkları onu yaşarken ölümsüzleştirdiği için ölebildiğine hala inanamıyoruz. Bu yazıyı Doğan Harman’dan öğrendiklerimizi özetleme çabası olarak algılayabilirsiniz.
“KONUŞMA ZAMANI” VE SAKALLI
2003 yılının bol eylemli kış aylarından biriydi. Ülke 2004’te yapılacak referanduma adım adım ilerlerken gerek siyasi partiler, gerekse medya referandumda içinde olacakları cepheleri çoktan belirlemişti. Henüz DAÜ Hukuk fakültesine yeni başlamıştım. Neredeyse her ay İnönü meydanında büyük mitingler düzenlenmekteydi. O zaman kendimize biçtiğimiz misyon, karınca kararınca a-politik olan gençleri ülkenin gidişatı konusunda bilinçlendirmek ve onların da toplumsal konularda daha duyarlı olmasını sağlamaktı. Ben daha lisedeyken bu konuda faaliyet içinde olduğumdan az çok kiminle hangi şekilde diyalog kurulması gerektiğini biliyordum. Bir gün siyasetle hiç ilgisi olmayan bir arkadaşı bir barış ateşi eylemine davet etmek için yanına yaklaştım ancak çocuğun tamamen siyaset dışı olması beni konuya nasıl gireceğim konusunda düşündürüyordu. “Selam nasılsın?” dememle çocuğun “ Vay gardaş napan! Akşama gidiyoruk barış ateşine?” demesi bir oldu. Şaşırmıştım. “ Gidiyoruk da sen nerden duydun? Ben da sana onu söylemeye gelmiştim” dedim. Cevabını çok net hatırlıyorum: “ Ben her gece Sakallı’yı görürüm gardaş... Adam çok doğru şeyler söyler.” Doğan Harman’ın Genç TV’de yayınlanan “Konuşma Zamanı” programının yediden yetmişe herkes tarafından takip ediliği ve Kıbrıs Türk Gençliği’nin her kesiminin toplumun geleceğine ilişkin sorumluluk hissettiği bir dönemdi. Doğan Harman, izleyicisinin deyimiyle “Sakallı”, insanların gözlerinin içine bakarak, son derece kararlı bir üslupla kendi deyimiyle “statüko”yu yerden yere vuruyordu. Statüko günümüzde siyasi terminolojiye son derece yerleşmiş gibi görünse de, aslında o dönem Doğan Harman’ın kullanımıyla bu yaygınlığına ulaştı. Kıbrıs şivesinin vurgusuyla “ISDATÜKOCULAR” o dönem halkın hükümete karşı kullandığı bir küfür gibiydi. Siyaset Bilimi ve Hukuk terminolojisinde mevcut durumun korunmasından yana olanlar anlamına gelen statükocu kelimesi negatif bir anlam barındırmazken, KKTC siyaset terminolojisinde son derece negatif bir anlamda kullanılır. Nitekim Doğan Harman daha sonra çıkardığı kitabına da KKTC siyasetine kendisi tarafından eklenen terim olan “Statüko” ismini vermiştir.
KIBRISLI, AFRİKA VE VOLKAN
Gelelim benim Harman’la tanışmama. Henüz Ziligurti Mizah Dergisi’ni çıkardığımız yıllarda dergide çizdiğim “Medya Baykuşları” isimli bir bölüm vardı. Bu bölümde Doğan Harman, Şener Levent ve Sabahattin İsmail’in baykuş biçiminde karikatürleri ve olaylara karşı verecekleri olası tepkileri yazılmıştı. Doğan Harman’la tanışmamız kendisini de açık açık eleştiren bu dergiyi kendisine takdim etmem ile oldu. Dergide Şener Levent ve Sabahattin İsmail ile yan yana çizildiği sayfayı açıp gördüğünde ters bir tepki vermesini beklerken, “Lezzzet!!” diye bağırıp bir kahkaha atmasına çok şaşırmıştım. Bunun üzerine bir süre mizahın ne kadar etkili bir propaganda biçimi olduğu üzerine sohbet ettik. Fransa Kralı'nın vakti zamanında bir karikatüristi kendisini Armut olarak çizdiği için idam ettirdiğini söyledi “Ama bu hiçbir şeyi değiştirmedi. Sence neden?” diye sordu. “Çünkü ağaçlardaki bütün armutlar hala orda durup kralı hatırlatıyordu.” diye cevapladım. Çok güldü ve muhabbetimiz böyle başladı. Uzun bir süre irtibatımız olmadı. CTP- ÖRP hükümeti esnasında bir çok olayla gündeme geldi. Zaman zaman çok çetin medya savaşlarının içine daldı. Bir dönem Afrika ve Volkan gazetesi ağız birliği etmişçesine Doğan Harman’a saldırıyor o da en az onlarınki kadar keskin bir üslupla onlara saldırıyordu. Ziligurti dergisinde de incelediğim üzere Doğan Harman- Şener Levent- Sabahattin İsmail üçgeni propaganda türleri bakımından her zaman ilgimi çekmiştir. Tirajları düşük olup, attıkları manşetlerle hedef gösteren gazeteler. Herkesin bir tarzı vardı. Doğan Harman’ın en karakteristik eylemi eleştirmek istediğinin resmini ters basmasıydı. Volkan ve Afrika bunu daha çok çirkef atmak suretiyle yapmayı tercih ediyordu ve hala değişen bir şey yok. Bir gün Kıbrıslı gazetesine reklam götürmek için yanına uğradım. “ Abi sana bir şey sormak isterim...” dedim. “ Buyur sor bakalım...” dedi. “Yahu bu adamlar her gün çarşaf çarşaf gazetelerde senin için hakaretler ediyor, “Fırıldak Doğan” diye manşetler atıyorlar senin için... Bu yazılanlardan etkilenmemeyi nasıl başarıyorsun?” Bu sorunun cevabını gerçekten merak ediyordum çünkü Kıbrıs gibi küçük bir ülkede böylesine bir sosyal baskıyı göğüslemek her babayiğidin harcı değildi. “Benim üniversitedeki propaganda hocamdan öğrendiğim en büyük ders aleyhine yapılan anti-propaganda ile tamamen bağlantıyı kesmektir.” dedi. “Yani yazılanları okumuyor musun?” diye sordum. “Okumuyorum tabi...” dedi. Henüz tatmin olmamıştım. “İyi de abi hade sen okumuyorsun, sağdan soldan okuyanlar hiç mi gelip sana anlatmıyor?” diye tekrar sordum. “Anlatıyor tabi...” dedi. “Öyle bir durumda ne yapıyorum biliyor musun? Ofisime gelip büyük bir özenle ve keyifle benim onlar için ne yazdığımı okuyorum!” dedi ve gülmeye başladı. Söylediklerini o günden sonra hiç unutmadım. Bundan sonra da unutmayacağım...