1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Doğduğumuz yere ziyaretçi olarak gidebilsek de, doğduğumuz yer bizim köyümüzdür...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Doğduğumuz yere ziyaretçi olarak gidebilsek de, doğduğumuz yer bizim köyümüzdür...”

A+A-

Ayyannililer (Aydın) Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Cemal Dermuş, geçtiğimiz haftalarda Kıbrıslırum arkadaşımız ve okurumuz Kiriakos Yeorgiu Köfteros’un Ayyani’de bulduğu bir dolabı ve bir çocuk sandalyesini iade etmesi vesilesiyle bu dolabın bulunduğu evi ziyaret etmek maksadıyla iki yıl aradan sonra yeniden köyü Ayyanni’ye gitti... Burayı Ayyannili Pervin Dağaşan ile birlikte ziyaret eden Cemal Dermuş’u köyde Kiriakos Yeorgiu Köfteros karşıladı ve onlara bu ziyaretlerinde kızkardeşiyle birlikte eşlik etti...

Cemal Dermuş, bu ziyaretle ilgili olarak sorularımızı şöyle yanıtladı:

***  2 yıl aradan sonra Ayyanni’ye yeniden gittiniz… Bunu tetikleyen 103 yıllık dolap mı oldu?

Orda bir köy var uzakta… O köy bizim köyümüz.

Agios Ioannis ( Yunanca : Άγιος Ιωάννης ; Türkçe : Ayyanni (Aydın)

Bir üzüm guzzubası (üzüm kütüğü) gibi kök salmıştık o topraklara.

Ayyannililer 1974 sonrasında ilk kez 2003’te kapıların açılması sonrasında köylerine gidebildiler. 29  yıl aradan sonra hep rüyalarımda yaşattığım köyü ilk kez ziyaret etmiştik. Rahmetlik babam o gün derin bir sessizlik ve burukluk içindeydi. Kök saldığı köyü bakımsız ve öksüz kalmış bir çocuk gibi görmesi onu derin bir üzüntüye sevketmişti. Nitekim üç yıl sonra babamı kaybetmiştik.

 

“BABAMI KAYBEDİNCE, KÖYE BAĞLILIĞIM O KADAR DAHA ARTTI...”

Babamı kaybettikten sonra, Ayyanni’ye olan bağlılığım bir o kadar daha arttı. Bu nedenle tüm imkanları değerlendirip, her fırsatta köye ziyarete gitmeye çalışıyorum. Bu benim hem ata topraklarıma hem de atalarıma olan vefa borcum oldu.

Biz Ayyannililer’in ata topraklarına bağlılığı, sadece bir dolap veya bir sandalyeden ibaret değildir.

Bir üzüm guzzubası (üzüm kütüğü) gibi kök salmışık o topraklara ve nerede yaşarsak yaşamış olalım köklerimiz hep o toprakların derinliklerinde olacaktır.

İki yıl boyunca köyümüzü ziyaret edemememiz sadece Pandemi’den dolayı oldu. Yoksa iki yıl boyunca defalarca ziyaret etmiş olurduk. Çünkü  ayakkabımızın teki, yüreğimizin yarısı oralardadır.

Hangi canlı yarım yürekle yaşayabilir ki?

 Hangi sevgili sevdiğinden uzakta yaşayabilir ki? Ayyannili de köyüne hasret yaşayamaz.

 

“SEVE SEVE GELECEĞİNİ BELİRTTİ...”

İki yıl aradan sonra gidişimize vesile olanlar arasında elbette dolap ve çocuk sandalyesinin hikayesi de vardı. Bu nedenle bizlere dolabı ve sandalyeyi iade eden Kiriakos Yeorgiu Köfteros da olmalıydı. Haber verdiğimde seve seve geleceğini belirtti.

Lefkoşa’dan yolculuğum Pervin Dağaşan ile başladı. Saat 10 gibi vardığımız ilk Ayyanni tabelası köyden iki kilometre uzaktaydı. İlk tabelayı gördüğümüzde Pervin’in sevinç çığlıkları beni daha çok heyecanlandırdı. Ayyanni’de kalan yüreğimizin diğer yarısına kavuşmuştuk. Geçici bir süreliğine olsa bile. Tabelada fotoğraflar çekip birincil görevimiz olan ata topraklarımızda yatan atalarımızı,  şehitlerimizi ziyaret etmek ve dualar okumak vardı.

 

“ÜZÜM BAĞLARI ORMAN OLMUŞ...”

En ilkel koşullarda bile dağı taşı üzüm bağları ile dolduran atalarımızın emeklerinin heba olduğunu, üzüm bağları alanlarının orman olduğunu görmek yüreğimizi acıtsa da, atalarımızın ruhunu oralarda yaşamak duyguların en güzeliydi.

Pervin Dağaşan bu noktada duygularını şöyle ifade etmişti. “Dolap olmasa da,  Ayyanni’ye gidecektik.  Ayyanni bağlarıyla meşhurdu. Şimdi buraları bakımsız görmek çok acı. Yine de doğduğumuz köyümüzdür. Nasıl insan anasından babasından vazgeçemezse, köyünden de vazgeçemez. Biz çobandık ama her işi yapardık.  Arpa, vigo, burçak biçerdik yani diyorum ki,  boş zamanımız yoktu.  Ama hastalık da yoktu. Huzur vardı. Çok mutluyduk.  Her şey üretilirdi. Köyde elektrik yoktu.  Lamba ve luks yakardık. Çeşmeler sokaktaydı. Her köşede bir çeşme vardı. Ayyanni çok zengindi.  Her şeyi vardı. Ayyanni ismi bile çok güzeldi. Sonradan Aydın oldu. Diyorum ki, çocuklarımız tanısın. Annelerinin, babalarının köyünü bilsinler. Ben bunu çok istiyorum. O köy bizim köyümüzdür. Bunu hiç kimse, hiçbir silgiyle silemez.”

 

“ÇOCUKLUĞUMA GERİ GİTTİM...”

***  Ayyanni’ye gidince neler yaptınız? Neler hissettiniz?

Pandemi nedeniyle iki yıldır köyümüze gidememiştik. Saat 11 gibi Kiriakos ve kız kardeşi Evangelidis ile köy meydanı diyebileceğimiz bir noktada buluştuk. Kiriakos’un gözlerinde gördüğüm ışık çok enteresandı. Yıllar önce doğduğu köye yeniden ve ilk kez gelmiş gibi, her tarafa şaşkın gözlerle bakıyordu. İlk olarak ailesinin Ayyanni’de yaşadığı Raik Ahmet Gavani’nin evinin avlusuna girdik.

Aman Allahım…!

Gördüğüm manzaranın beni 4-5 yaşlarıma götürmemesi imkansızdı.

Koskocaman bir avlu. Avluda ekili her türlü sebze. Bahçe içerisinde çeşitli meyve ağaçları.

Hele hele Rahmetlik babacığımı capcanlı bana anımsatan kocaman el yapımı küpler (Farasan küpü). Her evin ambar odasında olan küpler. Her birinde ayrı bir ürün. Şaraptan tutun da köyde yetişen her türlü ürün. Hele bir de anımsıyorum, köylü o kocaman küpleri sauna niyetine de kullanıyordu.

Ben bu duygularımı yaşarken, Kiriakos  kız kardeşiyle o köyde yaşadıklarını paylaşıyordu.

 

“ÇOCUK SANDALYESİ FİLİZ BESİM’İNDİ...”

Artık dolapla ilgili düğüm çözülmüştü. Esas sahiplerinin evini ve Kiriakos’un ailesinin yaşadığı evi bulmuştuk. Çok merek ettiğim bir konu daha vardı.

Çocuk sandalyesi.!

Hangi evde bulundu ve Ayyannili hangi çocuğa aitti? Bilgi ve sezgilerim beni bir adrese götürüyordu.

O sandalye benim olsa, yıllar sonra bulunmuş olmasından oldukça mutlu olacağım kesindi. Bu nedenle sahibini bulmak zorundaydım.

Buldum mu?

Evet.

Tüm bulgular beni, Sağlık eski bakanımız Filiz Besim’e yönlerdirdi. Sezgilerimden emindim. Döndüğüm zaman Filiz Besim ile yaptığım telefon görüşmesi tüm sezgilerimi teyit etmişti.

 Filiz Besim, “Sandalye ile ilgili çok fazla anılarım olmasa da çocukluğuma dair bir objenin bulunmasına çok sevindim. Bu sandalyeler iki taneydi. Sandalyeleri imal eden büyükbabamdı...” dedi bana...

Dört kafadar olarak dolaştığımız Ayyanni’nin her noktasında hissettiklerim beni elli yıl öncesine hatta 4-5 yaşlarıma götürmemesi imkansızdı. Bu satırları yazdığım şu anda bile, ruhumla, bedenimle doğduğum topraklarda geziyorum.

“İki sevdam var benim.

 Biri ata, diğeri de Ayyanni sevdası.”

Bir gece kuşuyum Ayyanni deresinde.

Kah çınar ağacına arkadaşlık, kah yarasa mağrasına dostluk ederim.

Kah sevişirim Mangafa’nın golimbosu’yla, kah akarım gidebildiğimce.

Ben bir Ayyanniliyim…

Bazen Kasaba denizinde,

Bazen Kara Daş’ta dururum.

Bazen coşarım.

Cumali Mazlum’un un değirmeninden tutar da,

Cumali Arap’ın un değirmenine kadar, 4 un değirmenini çevirir, buğdayı, arpayı una çeviririm.

Bazen üzüm olurum sofralara.

Bazen üzümden şarap, bazense zivaniya, sucuk, köfter, kuru üzüm olurum.

Bazen ise SER-HOŞ olurum “AYYANNİ’den”

Ben bir Ayyanniliyim…

 

“DOĞDUĞUM EV...”

Çocukluk duygularımla hüzünlerdeydim.

İki yıl aradan sonra kesinlikle ziyaret etmem gereken yerlerin başında doğduğum ev geliyordu. Köye her gidişimde ziyaret etsem de, bu kez yaşadığım duygular bambaşka idi. Bizim evde yaşayanlar büyük bir misafirpervikle karşıladı bizleri. Doduğum evi ziyaretimizi, hem Kiriakos, hem de Evangelidis çok istemişti. Özellikle Evangelidis’in gözleri ruhumun derinliklerinde olduğunu hissediyordum. İkinci kez kapıdan içeri girdiğim o evde, duygularımı Evangelidis’in gözlemlerinden saklayamadığım çok aşikardı. Bir an Evangelidis’in gözlerindeki ıslaklığı hissedip dışarı çıktım. Fotoğraf çekmek bahanesi ile ortamdan uzaklaşmak istedim. Bir anda gözlerim taş parçalarına odaklandı. O taşlarda atalarımın alın teri, kanı vardı. İlk kez o taşlardan almak istedim. Evangelidis’in gözlerinin bir kez daha ıslandığını fark ettim.

Kim bilir onun yüreğinde, hayallerinde neler vardı?  Ne kadar hissetmeye çalışsam da,  bu tam olarak mümkün değildi.

 

“DOĞDUĞUMUZ KÖYÜMÜZE SADECE ZİYARETÇİ OLARAK GELEBİLİYORUZ...”

İlk kez bu kadar duygusallaştım.

Neden mi?

Pervin Dağaşan dedi ki…“DOĞDUĞUMUZ KÖYÜMÜZE BİZ SADECE ZİYARETÇİ OLARAK GELEBİLİYORUZ… NE BÜYÜK ACI.!”

İşte o an ruhumla bedenimin savaşımını en derinden hissettiğim an oldu.

Köyü dolaşırken karşılaştığımız yine Ayyannili bir gencin “ziyarete geldik” deyişi Pervin Dağaşan’ın söylediklerini teyit ediyordu. Köyden toprak ve su alıp babasının Lefkoşa’daki mezarına götürecekti.

Bu sözler içimizi çok acıtmış olsa da, köy ilkokulunu ziyaret edip çocukluk anılarımızı yaşamaktan da geri kalmadık.

Bu ziyaretimizde Ne kadar mutlu olduysak, o kadar da hüzünle geri dönmek zorunda kaldık.

Doğduğumuz köye ziyaretçi olarak gidebilsek de, Ayyanni bizim hep köyümüzdür.

 

“ÜZÜM BAĞLARI...”

***  Ayyanni köyünün özellikleri neydi? Geçmişte orada nasıl bir hayat vardı?

Baf kazasının uzağında, çıkmaz bir yolda ve elektriği olmayan bir köy olmasına rağmen, Baf’ın en büyük Türk köyüydü Ayyanni. Hem nüfus hem de arazisi bakımından. Hatta Galatya’dan (Mehmetçik) sonra adanın ikinci büyük Türk köyüydü.

Ayyanni, ilçenin en çok üzüm yetiştiren, en büyük ve en zengin Türk köyüydü. 60 bin dönüm olan arazisinin büyük bölümü bağlarla kaplıydı.

Neredeyse Ayyanni köyüne bitişik bir vaziyette olan Malunda köyü de vardı.

Malunda köyü de geçmişi itibarı ile tarihi zenginliklerle doludur.

Nitekim hala daha gizemi çözülemeyen “GUKKUFA” tepesi Malunda köyünün simgesidir.

Kıbrıs’taki 1953 depremi sonrasında Malundalılar da Ayyanni köyüne yerleştiler.

 1950’li yıllara kadar bölgede farklı dini inançlara sahip kişiler de yaşıyordu.

1974 itibarı ile Ayyanni nüfusu 1400 civarındaydı.

1975’in 18 Ağustosu’nda Ayyanni’de  kalanlar, topluca kuzeye geçip Zodya (Bostancı) köyüne yerleştirildiler.

 

“AMACIMIZ KÖYÜMÜZÜ UNUTTURMAMAK...”

***  Ayyannililer (Aydın) Kültür ve Dayanışma Derneği nasıl oluştu? Neler yapıyor? Neler yapmayı planlıyor?

Bir sevda ile başlar her şey. Bizim de Ayyanni sevdamız vardır. Amacımız köyümüz ve köylümüzü unutturmamak ve bu köyün, köylünün geçmişini gelecek kuşaklara taşımaktı. Bu amaçlarla 2018’de kurduğumuz, Ayyannililer (Aydın) Kültür ve Dayanışma Derneği, ilk genel kurulunu 2019’da gerçekleştirdik. Kısa geçmişimize rağmen birçok etkinlikler ve araştırmalar gerçekleştirdik.  Dünyanın neresinde yaşarsa, her bir köylümüzü bulup kayıt altına almaya çalışıyoruz. Toplamda 18 Şehidimiz için resmi bir anma günü almaya ve Şehitlerimizi anabileceğimiz bir şehitler anıtı yapmaya çalışıyoruz. Bizlere iade edilen dolap ve çocuk sandalyesi, bizleri yeni bir proje geliştirme ve üzerinde çalışmaya itti.  Ayyanni Kültür Evi projemiz, derneğimizin amaçları bakımından çok çok önemli bir projedir. Umarım girişimlerimiz olumlu olur ve bu projemizi gerçekleştirme imkanı bulabiliriz. Bizde durmak yok. Bu bizim vefa borcumuz. Ayyannililik ruhunu gelecek her yeni kuşağa aktarmaya devam edeceğiz. 

 

“ÇOCUKLARIMIZ ATALARININ KÖYÜNÜ TANISIN, BİLSİN...”

***  Ayyanni’den hatıraları toparlamak ve gelecek kuşaklara aktarmak neden önemli sizin için?

Bu soruya Pervin Dağaşan ve Dernek yönetim kurulu üyemiz Osman Akçın’ın sözleri ile  cevaplamak isterim.

Osman Akçın: “Mükemmel bir hayat yaşamanın olmazsa olmazlarından biri, kuşaklararası muazzam bir iletişimdir. Daha sağlıklı bir iletişim de karşındakini tanımak, geçmişini iyi bilmekle sağlanabilir ancak.

Bu nedenle geçmişimize sahip çıkıp, bu geçmişimizi çocuklarımıza, torunlarımıza miras bırakmak boynumuzun borcudur...”

Pervin Dağaşan: “Çocuklarımız, atalarının köyünü tanısın, bilsinler. Ben bunu çok istiyorum. O köy bizim köyümüzdür. Bunu hiç kimse hiçbir silgiyle silemez. Ben geldiğim yeri unutmadım. Unutursam gideceğim yeri de bulamam.  Mücadeleye devam.”

Bu yazı toplam 1699 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar