1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Doğru Adımlar
Doğru Adımlar

Doğru Adımlar

Suçun garip bir yönü vardır; herkes suçluyken kimse suçlu değildir. Bu da çevre kirliliğinin hesap verebilirlik boyutu.

A+A-

Gülderen Öztansu

[email protected]

 

Dünya üzerinde şikayetin var olmadığı bir yaşantı yoktur. Kıbrıs’ın kuzeyinin buna bir istisna olmadığını hiç şüphe etmeden bilinen bir gerçek olarak kabul ederiz. Hatta dozunun aşıldığı şaşırtıcı hedeflere yönlendirildiğini de görmek mümkün. Örneğin daha doğmamış olanlar bile dahil Akdeniz’de farklı ülkelerde yaşayan insanları ve hatta denizdeki canlıları bile ilgilendiren çevre yasasına eklenen benim olumlu nitelendirdiğim bir tüzük. Bence bu gelişmeye verilen tepkiler hem şikayetin otomatik bir reaksiyona dönüşebildiğini hemde sürdürülebilir çevre anlayışına ne kadar uzak kalındığını gösteriyor.

11 Ocak 2024’ten itibaren tek kullanımlık plastiklerin piyasaya temin edilmesi Kıbrıs’ın kuzeyinde yasaklandı. Sonunda. Bunu benim gibi alkışlayarak karşılamayan insanların– ya da umursayacak kadar önemli bulmayanların- olduğunun farkındayım ve son aylarda tamamlanan yasal adaptasyon sürecinin işletmelerin zaten zorlayıcı bir ekonomide oldukça ihtiyacı olan bir süreç olduğundan da. Birazdan bunlara değineceğim ancak önce heyecanımı paylaşmak istiyorum. Pek de adının hatırını veremeyen yeşil adamızın bolca gezip görülecek nefes kesici doğal güzellikleri ve oralarda sizi insanlığınızdan utandıracak olan plastik kirliliği var. Modern hayatın bize sunduğu ve tüketirken çok da zevk aldığımız kahvelerimizi, elektronik sigaralarımızı ve daha birçok şeyi doğayı boğarcasına dağ gibi birikmiş halde görünce kendimize belki bu gelişmeler olmasaydı, modernite bize tüketiciliği sunmasaydı daha iyi olurdu diye sormuyor muyuz? İçimizde körüklenen ateş gelecek korkusuna dönmüyor mu? Bu değneğin ucunun bize dokunduğu anlamak zorundayız. Eğer gelişmemiş bir edada çöpümüzü çöpe atmaktan aciz olacaksak o zaman modernitenin sunduğu rahatlıkları hak etmiyoruz. Bu yaz çok sevilen Ayfilon plajında, kayaların kuytu bir köşeyi andırdığı ve dalgaların suyu çok hareket ettirmediği bir alana yüzdüğümde vücudumun her yerini mikroplastiklerin sardığını hissettim ve tabii bana yutmak dışında bir tehlike teşkil etmediklerini bilsem de bunun ne kadar ürpertici olduğunu ancak bunu yaşayan insanların kavrayabileceğini düşünüyorum. Maalesef ileride bu deneyimimi paylaşan kişilerin sayısı artacaktır. Çevre kirliliği öyle bir sorun ki eğer bu adadan sorumlu olan insanlar olarak biz çöplerimizi yere atmasak bile, üstünde içlerinde Arapça olmak üzere yabancı dillerde yazı yazan ürünler sayesinde, çöplerin nasıl diğer ülkelerden bizim sahillerimize gelebildiğini biliyoruz. Şurada değinmek istediğim önemli sorunlardan biri kirliliğin plastiklerin piyasada mevcut olmasından ziyade bir davranış problemi olduğuna geliyoruz. Kısacası çevre kirliliği pasaportsuz bir problemdir, ülke sınırlarını tanımaz. Kıbrıs’ın sahillerindeki mikroplastik kirliliğinin ne kadar kötü olduğunun bilimsel boyutu ile ilgilenenler Dr. Özge Özden Fuller’in araştırmalarıyla kendilerini haşir neşir edebilirler, ben burada sadece iki yıl önceki röportajımızda bana saha çalışmalarının sonucunda Kıbrıs sahillerinin mikro kirlilik açısından kendini Akdeniz’de ilk sıralarda bulmaya yaklaştığını aktardığının altını çizmek isterim.  

Suçlu kim? 

Bahsedilen araştırma aynı zamanda Suriye, Lübnan, İsrail ve Mısır ülkelerini bizleri ve deniz canlılarını sağlık açısından tehdit eden mikroplastiklerin kaynakları olarak adlandırıyor, tabi kendi katkımızı da unutmamalıyız. Bu kaynakların ismini koyabilmek bizi başarıya ne kadar yaklaştırıyor emin değilim ancak bizi başarıdan nasıl uzaklaştırdığının farkındayım. Kelimenin gerçek anlamında çöpler içinde yüzerken parmak gösterip sorumlu tutabileceğimiz bir adres yok çünkü bundan bende, sizde, aslında hepimiz sorumluyuz. Suçun garip bir yönü vardır; herkes suçluyken kimse suçlu değildir. Bu da çevre kirliliğinin hesap verebilirlik boyutu.  

Ücra yerdeki bir kahve bardağının oraya kimin tarafından atıldığını belki bulamayız ama mantığımızla bunun bir fabrikada üretildiğini, bir işyeri tarafından ürünü için seçildiğini, tüketiciler tarafından satın alındığını ve sonunda olduğu yere ulaştığını varsayabiliriz. Tek kullanımlık plastiklerin yasak olmadığı ve kirliliğin düşük olduğu bir toplum da hayal edebiliriz, ama ülkemizde çok küçük çapta olan geri dönüşümün ayrıca enerji problemi çerçevesinde henüz bir ideal olmadığını hesaba ekleyerek. Böyle bir kültürde kurallar bağlayıcıdır. Bu özellikten yoksun olduğumuz noktasında ne kadar da hemfikiriz. Bununla birlikte, nasıl olduysa yeni plastik yasağı hakkında benden farklı bakış açılarıyla karşılaşınca sanki birbirimizle aynı gezegende yaşıyor olamayacak kadar farklı insanlar olduğunu görüyorum ve bunu çok yabancılaştırıcı buluyorum. “Bir bu eksikti!”, “Her şeyimiz tamamdı, bu mu kaldı?” gibi yorumlardan bahsediyorum. Kimsenin (eğer yere çöp atarken yasaların bağlayıcı/toplumsal değerlerin bu alanda yargılayıcı olduğu bir yerde yakalanmanız dışında) sorumlu tutulamadığı, ama kendimi ayırmadan söylediğim gibi, hepimizin suçlu olduğu bu sorunun çözümü için geç olsa da atılan bu adımın işe yarayabilmesi için benimsenmesi gerek. Fabrika-işletme-tüketici zincirinde (buna geri dönüşüm alt yapısı için devlette eklenebilir) bir halkayı çevre kirliliğine olan katkılarından sorumlu tutmak çözüm için güzel bir adım. İlk yasağını 2002 de getiren ve halen bu sorunla baş eden Bangladeş gibi mi olmak istiyoruz? Daha bugün sıcak bir yemeğin içine konulduğu plastiği erittiğini fark eden bir yüzdeki hoşnutsuzluğu gördüm, dolayısıyla bunun işletmeler için pratikte bir sorun olduğunu bilsem de  dönüşümlerini planlamaları için verilen 6 aylık adaptasyon sürecini 2 yıla arttırmaya çalışan işletmelerin isteksizliğinde çevre ve insan sağlığına karşı önemli derecede bir duyarsızlıktan etkilendiği sonucuna varıyorum. Böyle bir değişimi dışardan baskı gelmeden içten kendine vazife belirleyebilirlerdi. Bunun yerine içeceklerimi ellerinde olduğunu bildiğim cam bardakta istediğimde “kartonda verebilirim” cevabı geliyor kafelerde. Rahatlığın içinde sıkışmışız. Çöpler diyarında yaşarken önemli katkıda çözüm desteği verebilecek olan bir gelişmeyi benimsemeli ve hatta ihbar hattından faydalanıp işletmeleri ve denetim sorumluluğu olan devleti de sorumlu tutmalıyız, yoksa “alternatif sunulmadı”, diğer malzemelerin fiyatları daha pahalı ya da basitçe yolsuz bir değişim direnci yüzünden mikro plastikleri yemiş balıkları yemeye devam edecek, deniz kaplumbağalarının türlerinin sonunu getirecek ve gelecek nesillerin sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını çalacağız. Son olarak hatırlatmak isterim ki Kıbrıs’ın kuzeyi tek kullanımlık plastikleri yasaklayarak bir Dünya öncülüğüne adım atmıyor. Diğer modellerden örnek almak oldukça mümkün. Sadece plastik pipetlerin geçtiğimiz yıllardaki hikayesine bakarsak kâğıttan, makarnaya alternatif malzemelerden yapıldığını ve son zamanlarda metal pipetlerin raflardaki yerini şimdilerde camdan yapılanlarının aldığını görüyoruz. Çevre için “radikal” adımlar atmaya hazır olmaya, kendi kendimizi sorumlu tutma vaktimiz geldi.

 

Bu haber toplam 1379 defa okunmuştur
Gaile 507. Sayı

Gaile 507. Sayı