DOĞU AKDENİZ’DEKİ ARAŞTIRMALARDA GAZDAN ÖNCE EMPATİ BULUNMALI
Hazırlıklarında son aşamaya geldiğimiz Bir Lefkoşa Hikayesi kitabının ISBN işlemlerini tamamlamak için geçtiğimiz hafta adanın güneyine gittim. Posta işlerimi, arkadaşlarımın istediği küçük alışverişleri ve ISBN işlemlerini tamamladıktan sonra Larnaka’ya doğru arabamı sürdüm.
Aylardır kendi içimize kapalı yaşadıktan sonra Larnaka benim için güzel bir soluk oldu. Önce deniz kenarındaki yürüyüş yolunda güzelce bir yürüyüşün tadını çıkarttım. Ardından Ermou Caddesine geçerek her zaman gittiğim kafeye oturdum ve soğuk kahvemi sipariş ettim. Ordayken de Larnaka’daki güzel bir butik barın sahibi olan arkadaşımı aradım. Sağ olsun, her zamanki gibi beni kırmadı ve hemen geldi.
Bisikletle geldiğini görünce benim de bagajımda bisikletimin olduğunu söyledim. Zaten akşamüzeri olmuştu, hemen bisikletlerimizi alıp gölgeden de yararlanarak Larnaka’yı gezdik.
Arkadaşım Yunanistan’da Ermeni bir aileden geliyordu, ben ise Türk anne ve Kıbrıslı Türk bir babanın çocuğuydum. Adanın iki kısmında, iki arkadaş olarak yaşıyorduk. O kuzeye geçtiğinde mutlaka sesleniyordu, ben güneye geçtiğimde mutlaka haber ediyordum. Ve buluşuyorduk.
Yani biz bir nevi iki ‘melez’, hem de birbirine karşıt uçlar kökünden gelen iki melez, iyi birer arkadaştık. Eski kemikleşmiş konular bizi pek ilgilendirmez, konuştuğumuzda bile açık görüşlü olduğumuzdan asla tartışmaya girmezdik.
Fakat Doğu Akdeniz yeni bir konuydu. Konuyu tartışmaya başladıkça henüz karşı tarafa empati yapamadığımızı fark ettik ikimiz de.
Çoğu Avrupa ülkesinin yaklaşımı gibi, arkadaşım da konuya Türkiye’deki mevcut iktidar karşıtlığı olarak bakıyordu. Bu konunun neredeyse tüm Türkiye Halkını birleştirdiğini anlattım. Türk halkı kendilerine haksızlık yapıldığını hissediyordu. Hem de bunu yıllardır kendilerine haksızlık yapmayı adet edinen Avrupa Birliği’nden görüyorlardı.
Hem de şimdi sahaya eski emperyalistler inmişti. Fransa’nın pay almak için bu haksızlığa müdahil olmasından dolayı kendisine karşı gruplaşıldığını ve batısından ile güneyinden karaya sıkıştırıldığını hissediyordu.
Tüm Türkiye’nin bu hissiyatı paylaştığını o ana kadar fark etmemişti arkadaşım, empati kurduğunu o anda gözlerinden anladım. Ama aynen bir ayna gibi arkadaşımın gözlerinden de Türkiye’ye korku ile baktıklarını hissettim.
Düşünsenize yanı başınızda ezelden beri gerginlikler yaşadığınız bir ülke var. Bu ülke, küçücük adalarınızdan bir yüzme mesafesi kadar uzaklıkta bir amiral gemisi. Ve bu ülke NATO’nun en büyük güçlerinden birisi. Yunanistan’da yaşayan insanların bunu hissettiğini ve bu baskının altında yıllardır yaşadıklarını gördüm bir anda.
Bunun ardından da bir anda Kıbrıs Adası’nı düşündüm. Evet biz Kıbrıslı Türkler çok çektik toplum olarak. Büyük bir kısmını 74’de Türkiye’nin müdahalesi olmadan önce çektik, diğer büyük bir kısmını da Avrupa Birliğinin “taraflı” tarafsızlığından dolayı çektik. Önce Annan Planı’nda, ardından da Crans Montana’da çözüm için her türlü çabayı göstermişken, elinin tersi ile itilmeyi yaşadık.
Fakat yukarıdaki empatiyi Yunanistan’dan sonra Kıbrıslı Rumlara odakladığım an bir şeyi fark ettim: Biz yediğimiz kazığın haksızlığı ile yaşarken, Kıbrıslı Rumlar 74’den beridir korku ile yaşıyor. Düşüncesinize, NATO’nun en büyük ordularından biri yanı başınızda. Sizden 100 metre ötede ezici üstünlüğüyle ordusunu hazır bekletiyor. Ve bu ordu ile şu anda sadece ateşkestesiniz.
74’den beridir alnınıza dayalı, namlusunda kurşunu hazır bekleyen bir tabanca ile uyuyorsunuz. Uyuyorsunuz, uyanıyorsunuz ve o kurşunun bir gün namluyu terk edebileceğini sürekli hissediyorsunuz.
Nuremberg, 1945 yılında Nazi Savaş Suçlularının yargılandığı şehirdi. Ve bu şehirde o suçlular ile yaptığı diyalogları kaleme aldı Psikolog Yüzbaşı Gilbert. Kaleme aldığı bu kitabın ismi Nuremberg Günlükleridir. Benim dikkatle okuduğum bu kitap hayatımı değiştiren bir tespiti içerir bu kitap:
“KÖTÜLÜĞÜN TEMELİNDE EMPATİ EKSİKLİĞİ YATAR.”
Bugün Akdeniz’de gaz bulduk belki ama gazdan önce çok daha önemli bir kaynağa ihtiyacımız var. O kaynak empatidir!
Ve empati olmadan diyalog, anlayış ve barış asla mümkün değildir.