Doğu Akdeniz’deki gerilim ve silah ambargosunun kaldırılması
tüm tarafların ve bölgedeki tüm aktörlerin yararına olacak tek çıkış yolunun hem Kıbrıs Sorununun hem de kıyıdaş ülkeler arasındaki deniz yetki alanı uyuşmazlıklarının diyalog yoluyla çözülmesi olduğu artık gün gibi ortada
Şevki Kıralp
[email protected]
İsrail, Yunanistan ve güney Kıbrıs’ın İtalya’yı da yanlarına alarak Doğu Akdeniz’deki enerji yarışında Türkiye’yi ekarte etme arayışlarının bir ürünü olan, fakat ekonomik gerçekçiliği her zaman tartışma kaldıran EastMed projesi, resmen ilan edilmiş olmasa bile fiilen çöktü. Artık EastMed adını duymamaktayız. Doğu Akdeniz’de gerilim giderek yükselirken, tüm tarafların ve bölgedeki tüm aktörlerin yararına olacak tek çıkış yolunun hem Kıbrıs Sorununun hem de kıyıdaş ülkeler arasındaki deniz yetki alanı uyuşmazlıklarının diyalog yoluyla çözülmesi olduğu artık gün gibi ortada. Denizlerdeki zıtlaşmaların kısır bir gerilim sarmalı ve pek çok huzursuzluktan başka bir sonuç üretmeyeceği son derece açık. Bu yazıda Doğu Akdeniz’deki gerilimi ve ABD’nin güney Kıbrıs’a silah ambargosunu zaman kısıtlaması çerçevesinde ve “öldürücü olmayan” askeri malzeme satışıyla sınırlandırılmış biçimde kaldırma kararını ele alacağım.
Diyalog ve anlaşmanın kaçınılmazlığı
Doğu Akdeniz çok uzun yıllardır Kıbrıs Sorunuyla anılmaktaydı. Bugün bölgedeki gerilimin bir diğer boyutu denizlerde cereyan ediyor ve kıyıdaş ülkeler arasında ciddi didişmeler yaşanıyor. Bu didişmelerde Türkiye, Libya (Ulusal Mutabakat Hükümeti) ve Kıbrıs Türk tarafı bir blokta, Fransa, Mısır, İsrail, Yunanistan ve Kıbrıs Rum tarafı diğer blokta yer alıyor. Bölgemiz, enerji arayışlarının ve deniz yetki alanı uyuşmazlıklarının gölgesinde, ciddi bir belirsizlik içerisine girmiş durumda. Bunun yanında Exxon, Eni, Noble, Shell ve Total gibi çok-uluslu enerji devleri de çoktan bu oyunun birer parçası oldular. Kıbrıs Rum tarafının ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölgenin 13 parselinden 11’i Türkiye’nin kıtasahanlığıyla veya Kıbrıs Türk tarafının Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına petrol arama ruhsatı verdiği alanlarla çakışmaktadır. Öte yandan, bir yanda Türkiye, diğer yanda Fransa ve Yunanistan, birbirlerine mesaj verme mahiyetinde askeri tatbikatlar yapıyorlar ve NATO, bu yazıyı kaleme aldığım 4 Eylül günü itibariyle krizi dizginlemeyi henüz başarabilmiş değildir. Türkiye “Mavi Vatan” doktrini temelinde kendisini çevreleyen denizlerde ağırlığını hissettirmeye başlarken, Yunanistan Ege’deki karasularını 12 mile çıkarmaktan bahsetmektedir. İki ülke arasında hem Doğu Akdeniz ekseninde hem de Ege ekseninde tansiyon giderek yükselmektedir.
Altını çizmek gereklidir ki, Doğu Akdeniz’deki gerilimi Karadeniz’de görmemekteyiz. Bunun sebebi, Karadeniz’deki kıyıdaş ülkelerin deniz içerisinde adaletli bir paylaşım gerçekleştirmiş olmalarından başka bir şey değildir. Türkiye’nin doğalgaz bulduğu “Tuna 1” Türk münhasır ekonomik bölgesinde yer almaktadır. “Tuna 1” Romanya’nın ve Bulgaristan’ın deniz yetki alanlarına oldukça yakındır ancak üç ülkenin deniz yetki alanları net sınırlarla ayrılmaktadır ve bundan dolayı bir ihtilaf ya da gerilim söz konusu değildir. Doğu Akdeniz’deki ilgili aktörler açısındansa durum son derece karmaşıktır. Çakışan iddiaların tarafları işbirliği yerine gerilime itmesinin sebeplerinin başında uzlaşı eksikliği gelmektedir. Örneğin Türkiye’nin Mısır ve İsrail ile deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşması bulunmamaktadır. Türkiye-Libya ve Mısır-Yunanistan deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşmaları Türkiye ile Yunanistan’ı bir ölçüde ayrı ayrı söz sahibi yapmış olsa da, tüm ilgili tarafların birbirleriyle anlaşması olmaksızın bölgeye istikrar gelmesi söz konusu değildir.
Doğu Akdeniz sorununa Kıbrıs özelinde baktığımız zaman, Türkiye ile Kıbrıs arasındaki mesafenin taraflara uzlaşmaktan, anlaşmaktan başka hiçbir çare bırakmadığını net olarak görürüz. Deniz hukuku uyarınca, bir ülkenin kıyılarından 370 km açığa kadar Münhasır Ekonomik Bölge ilan etme hakkı bulunmaktadır. Ülkelerin kıtasahanlıklarıysa 563 km’ye kadar ulaşabilmektedir. Kıbrıs ile Türkiye’nin arasındaki mesafe sadece 70 km olduğuna göre, bu probleme uluslararası hukuktaki 370 km ve 563 km ölçüleriyle çözüm bulmak hiç de kolay değildir. Tarafların oturup kendi aralarında anlaşmaları şarttır. Ayrıca, uluslararası hukukta Kıbrıs iki-toplumlu bir coğrafya olarak kabul edildiği için, uluslararası hukuka en uygun olan iki tarafın adanın doğal zenginliklerini karşılıklı anlaşarak paylaşmalarıdır. Buna ilaveten, güney Kıbrıs 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesini imzalamıştır ancak Türkiye bu anlaşmaya katılmamıştır. Yani, bu sözleşme iki aktörü birden aynı sisteme bağlı hale getirmemektedir. Bu tabloda Doğu Akdeniz’deki tüm ilgili tarafların ortak bir zeminde buluşup uzlaşıp anlaşmaları haricinde çıkar yol yoktur. Birincisi, Doğu Akdeniz’in kıyıdaş ülkeleri arasındaki deniz mesafeleri deniz içerisinde herhangi bir aktörün rızasını almadan sistem kurulmasını sorunlu, hatta neredeyse olanaksız kılmaktadır. İkincisiyse, tüm aktörlerin rıza gösterecekleri bir sistem kurulmadıkça bölge kısır gerilimlerden kurtulamayacaktır.
Silah ambargosunun kaldırılması ve Rusya faktörü
ABD, güney Kıbrıs’a 1987 yılında uygulamaya başladığı silah ambargosunu kaldırma kararı aldı. 1980’li yıllarda Kıbrıs Türk tarafı KKTC’yi ilan etmiş ve BM Güvenlik Konseyi üye devletlere KKTC’yi tanımama çağrısı yapmıştı. Kıbrıs Rum tarafıysa, Yunanistan’da iktidara gelen PASOK hükümetinin ve Başbakan Andreas Papandreu’nun da etkisiyle, müzakerelerin yeniden başlaması için Türk askerinin adadan ayrılmasını “ön koşul” olarak talep etmekteydi. Bu dönemde AKEL-Kipriyanu işbirliği sona ermiş ve gerçekçi çizgisiyle bilinen Kıbrıslı Rum Dışişleri Bakanı Nikos Rolandis, Kıbrıslı Rum lider Spiros Kipriyanu’nun müzakerelerdeki tavrını uzlaşmaz bulduğu için istifa etmişti. ABD bir yandan Kıbrıs Türk tarafının ayrı devlet ilanına karşı çıkıyor, diğer yandansa Kıbrıs Rum tarafına silah ambargosu uygulayarak durumu dengelemeye çalışıyordu. Ayrıca, Kenan Evren, anılarında yazdığı üzere, adanın hem kuzeyinde hem güneyinde solun güçlenmesinden kaygılıydı ve Amerikalı yetkililere bunun “Doğu Akdeniz’deki Sovyet nüfuzunun artması” sonucunu doğuracağını ifade ediyordu. Ambargonun uygulanmaya başlamasından bir yıl sonra, 1988’de, Kıbrıs Rum siyasi tarihinin en ılımlı ve en uzlaşmacı liderlerinden biri olan Yorgos Vasiliu, AKEL’in desteğiyle seçimi kazanmıştı. Vasiliu döneminde Turgut Özal hem Ankara-Atina ile ilişkilerini bir ölçüde düzeltmiş hem de Kıbrıs Sorununda yapıcı davranmıştı. Fakat çözüm arayışları 1993’e kadar aksamış ve Glafkos Kliridis’in Vasiliu’ya yaptığı itibar suikastı nedeniyle yine çökmüştü. Kliridis dönemindeyse hepimizin hatırladığı üzere, Rus yapımı S-300 füzeleri bugünküne benzer bir gerilim yaratmıştı.
Geçtiğimiz yıl ABD Senatosu’nun güney Kıbrıs’a silah ambargosunu kaldırma kararını verdiği ortamda Türkiye-ABD ilişkileri ciddi yaralar içerisindeydi. ABD Türkiye’nin Rusya’ya yaklaşmasından oldukça rahatsızdı. Türkiye Rusya’dan S-400 füze savunma sistemi satın almış ve Suriye politikasında ABD ile ters düşerek Rusya ile ortaklaşmıştı. Washington, Doğu Akdeniz’de Türkiye aleyhine kurulan işbirliğine sıcak bakmaktaydı. Her ne kadar son bir yılda Suriye politikasında Türkiye-Rusya işbirliğinin sınırsız olamayacağı acı deneyimlerle görülmüş ve bugün Türkiye ile Rusya, Libya iç savaşında birbirlerine karşı savaşan güçleri destekliyor olsalar da, Türkiye-ABD ilişkileri halen daha oldukça buhranlı bir dönemden geçmektedir. Suriye iç savaşı, S-400’ler ve Türkiye’nin S-35 savaş uçağı üretimi programından çıkarılması gibi gelişmeler bu buhranın en ciddi yansımaları arasındadır. Güney Kıbrıs’a uygulanan silah ambargosunun kaldırılması Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir olumsuzluk yaratacak olsa da, Türkiye’nin Rusya ile yapabileceği işbirliğinin sınırları olduğu gibi, Güney Kıbrıs’ın da ABD ile yapabileceği işbirliğinin net sınırları vardır.
ABD’nin silah ambargosunu “kademeli” olarak kaldırması ve şu aşamada bir zaman sınırlandırmasına başvurması değerlendirilirken, Senato’nun bu kararı güney Kıbrıs’ın Rusya’dan uzaklaşıp ABD’ye yaklaşması şartına bağlanmış “cazip” bir teklif olarak ürettiğini hatırlamak gerekmektedir. ABD güney Kıbrıs’ı Rusya’dan mümkün mertebe uzaklaştırmayı hedeflemektedir ve bunun “ödülü” olarak güney Kıbrıs’a silah ambargosunu “kademeli olarak kaldırma” vaadinde bulunmaktadır. Fakat güney Kıbrıs’ın ABD’den silah satın almak yolunda Rusya’yı kaybetmeyi göze alması hiç de yüksek bir ihtimal değildir. Kıbrıslı Rum Savunma Bakanı Haralambos Petridis, geçtiğimiz aylarda “ABD’den askeri malzeme satın alsak bile Rusya ile işbirliğimiz bundan zarar görmeyecektir” açıklamasını yaparken aslında tam da bunu vurgulamıştır. Dolayısıyla, tıpkı Türkiye’nin Rusya ile yapabildiği işbirliğinin sınırları olduğu gibi Kıbrıs Rum tarafının da ABD ile yapabileceği işbirliğinin sınırları vardır çünkü Kıbrıs Rum tarafı Rusya’yı kaybetmeyi göze alabilecek durumda değildir. Türkiye’nin Rusya ile işbirliğinin sınırlarını şu an için Libya krizi belirlemekteyken (Türkiye ile Rusya’nın Libya’da birbirleriyle çatışan güçleri desteklemelerinden ötürü) güney Kıbrıs ile ABD’nin işbirliğinin sınırlarını da Kıbrıslı Rumların Rusya ile Makarios dönemine dayanan güçlü ilişkileri belirlemektedir.
Rusya Suriye’de Baas rejiminin devrilmesini engellemiş ve istediğini büyük oranda gerçekleştirmiştir. Bunun yanında, Rusya Doğu Akdeniz’deki enerji mücadelesinde aktif bir rol oynayıp Türkiye’nin yanında durmamaktadır çünkü Rus enerji şirketlerinin bölgeye ilgisi Lübnan denizleriyle sınırlı kalmıştır ve Türkiye ile Rusya’nın Libya iç savaşında birbirlerine karşı savaşan güçleri desteklemeleri bu iki ülkenin Doğu Akdeniz’de işbirliği yapmasını zorlaştırmaktadır. Fakat Doğu Akdeniz’de tarafların hangi büyük güçle nasıl bir ittifak kurabilecekleri bir yana, dar deniz mesafeleri ve uluslararası hukuk parametreleri göz önüne alındığı zaman sorunun güç yarışlarıyla değil, ancak ve ancak uzlaşmakla çözülebileceği net olarak görülür. Tıpkı, Kıbrıs Sorununda iki tarafın uzlaşarak karşılıklı kabul edilebilir bir anlaşmaya ulaşmaktan başka bir nihai çözüm yoluna sahip olmamaları gibi…