Doğuş Derya’nın ve Her Doğuş Derya’nın Dayanılmaz Yalnızlığı
Doğuş Derya’nın ve Her Doğuş Derya’nın Dayanılmaz Yalnızlığı
Antonis Hadjikyriacou
[email protected]
Çeviri: Niyazi Kızılyürek
Geçtiğimiz günlerde “Anti-militarist Barış Harekâtı Konseri” için Lefkoşa’nın kuzeyine gittim ve Doğuş’a rastladım. Doğuş’un eylemi Kıbrıs’ın güneyinde pek çok insanı heyecanlandırdı. Facebook fotoğraflarıyla doldu. Gazeteler ve siteler olaya geniş yer vererek, farklı farklı yorumlar yaptılar. Sözünü kesmek isteyen erkek milletinin bağırmaları ve parmak sallamaları arasında sözünü tamamlama inadı ve cesareti, pek çok insanı kendisine hayran bıraktı. Testerolları Doğuş’u susturmaya yetmeyince, milli gurularını kurtarmak için salonu terk ettiler.
Konserde Doğuş’a daha iki laf edememiştim ki, birisi yanına gelerek ona heyecanla bir şeyler söylemeye başladı. “Ben Mağusalı’yım. Limasol’dan seni görmeye geldim, çünkü burada olacağını tahmin ediyordum. Seni tanımak ve seni tebrik etmek istedim.” Etrafına bir sürü insan üşüşmüştü. Hem Kıbrıslı Rum, hem Kıbrıslı Türk… Bazıları onu tanıyordu, bazıları ise tanımıyordu. Yaklaşık 20 dakika adeta kuşatma altındaydı. Onunla fotoğraf çektiriyorlar, sevinçlerini paylaşıyorlardı. Herkesin ağzından aynı cümle çıkıyordu. Nihayet bir kadın çıktı ve hiç kimsenin söylemeye cesaret edemediklerini o kürsüden söyledi…
Yerimde otururken ne dediklerine kulak misafiri oldum. Coşku ve sevinçlerini Doğuş’a aktardıktan sonra ona söyledikleri beni düşüncelere gark etti. Acaba, Doğuş’un söylediklerinden heyecan duyan (gerçekten heyecan duyan, bu konuda bir şüphem yok) bu insanların kaçı Doğuş’un ne dediğini gerçekten anladı? Bunların kaçı acaba Doğuş’un söylediklerinin üstünde kelime kelime durarak, söylediklerinin ağırlığını anlamaya ve benimsemeye çalıştı?
Doğrusunu söylemek gerekirse, insanların söylediklerinden Doğuş’un yeminine seçici yaklaştıklarını gördüm. İster Kıbrıslı Türk olsun, ister Kıbrıslı Rum, herkes duymak istediğini duyuyordu. Acaba, Doğuş’un bu ülkede yaşayan herkesin haklarına sahip çıkmak için söylediklerini kaç kişi gerçekten paylaşıyor? Kaç kişi, göçmen işçilerin veya yerleşiklerin haklarına sahip çıkıyor? (Burada, elbette yüzeysel ve safça bir liberal çok-kültürlülükten söz etmiyorum.) Örneğin, kaç kişi kendi alın teriyle suladığı toprakları birileri haksızca ele geçirince, o topraklara başka insanların da alın teri akıttığını ve alın terlerinin birbirine karıştığını kabul ediyor? Bu ülkede kaç kişi her türlü hiyerarşi ve iktidar ilişkisine karşı çıkmaya hazırdır? Ve sadece kendilerinin tabi oldukları değil, kendi altlarındaki iktidar hiyerarşisini de kast ediyorum. İktidar her yerdedir. Toplumsal cinsiyetten ekonomik alana, sosyal alandan kurumsal bilgiye kadar, hayatın bütün alanlarında… Kaç kişi, ataerkil yapıları, gündelik hayatlarındaki homofobik yaklaşımları değiştirmeye hazırdır? Kaç kişi, Doğuş’un sözünü ettiği bütün kesimlere sahip çıkarak, onların mağdur olmamaları için çalışmaya hazırdır?
Örneğin, Doğuş’un belirttiği gibi, fiziksel durumu yüzünden kimsenin ayırımcılığa uğramaması için kaç kişi seferber olmaya hazırdır? Ya da kaç kişi, “beş dakikalığına olsa da”, bir yaşlının geçebileceğini düşünerek arabasını kaldırıma park etmekten imtina eder? Park yerlerinde özürlüler için ayrılan yerlere kaç kişi park etmekten kaçınır? Birileri, bütün bunların küçük ve önemsiz şeyler olduğunu söyleyebilir. Elbette öyledir. Fakat küçük şeylerden başlamazsak, büyük meselelerde ne yapacağız?
Pek çok insan Doğuş’un metnini kendine göre okudu. Bir açıdan onları kınamıyorum. Kıbrıs Sorunu ile ilgili endişeleri vardır. Tabii, olanların… Fakat bir şeyi galiba hiç anlamıyoruz: Kıbrıs Sorunu Kıbrıs Sorunu olarak önemli değildir. Kıbrıs Sorunu karşımıza “milli mesele” olarak çıkan bir iktidar ve egemenlik sorunudur. Oysa Doğuş’un tahayyülü soyut bir çözümden ve herhangi bir devlet kurma anlayışından binlerce mil uzağa gider. Onun özlem duyduğu Kıbrıs, iktidar konumunda bulunanların başkalarını mağdur etmemek için iktidarlarından feragat ettikleri bir ülkedir…