1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Dohni’den iki yakın arkadaş: Akile ve Effie… Ve ardından gelen trajedi…(5)
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Dohni’den iki yakın arkadaş: Akile ve Effie… Ve ardından gelen trajedi…(5)

A+A-

Dohni’den bir Kıbrıslıtürk ve bir Kıbrıslırum ailenin geçmişten gelen yakın dostluğu, yıllara meydan okudu… 

 

Hem annelerini, hem babalarını yitirmiş bu evlatçıklara, Akile hanımın kızkardeşi Rahme hanım sahip çıkmış, onları yanına alarak kendi evlatçıklarıyla birlikte büyütmüş, yetiştirmiş… Onlara hem analık, hem babalık etmiş…

Rahme hanım da eşi Hasan Ali ile kardeşi Mustafa Şevket’i, EOKA-B’nin Dohni katliamında yitirdiği zaman, kendisinin dört çocuğu vardı… Böylece dört evladına iki yeni evlat daha ekleyerek onları da kendi evladı gibi yetiştirmiş, altı çocuğu birden hep birlikte besleyip büyütmüş…

1976’da Akile hanım vefat eder etmez, Kıbrıslıtürk yetkililer, Akile hanıma Vuno’da (Taşkent) vermiş oldukları evi geri almaya çalışmışlar… Nineleri ve dedeleriyle bu evde birlikte yaşamakta olan ikibuçuk yaşındaki Selda ile beş yaşındaki Şevket’i hiçe sayarak, bu kadar acımasız davranabilmişler… Kıbrıslıtürk yetkililerin bu tavrına karşılık, Rahme hanım kendi evini bırakıp gelip Selda’yla Şevket’in bulunduğu eve yerleşmiş ki yuvalarını koruyabilsin evlatçıklar… Mücadele etmiş ki bu evlatçıkların hakkı, kendi yönetimleri tarafından yenmesin…

Selda’yla Şevket anneleri yanlarında olmaksızın, babaları “kayıp” edilmiş biçimde büyümüşler…

Ancak küçük Selda, durumunun ne kadar vahim olduğunu, ne büyük bir trajedi yaşamakta olduğunu köy ilkokuluna giderken pek fark etmemiş çünkü köydeki neredeyse bütün çocuklar aynı durumdaymış: Tümünün babaları “kayıp” edilmiş, tüm babalar Dohni katliamında öldürülmüş…

Ancak Lefkoşa’da ortaokula başlayınca küçük Selda, içinde bulunduğu gerçek durumu fark etmiş: Tüm diğer çocukların hem anneleri, hem babaları varmış, babalar gelip çocuklarını okuldan alıyorlar, babalar ailelerini pikniklere, denizlere götürüyorlarmış… Sonuçta küçük Selda fark etmiş ki tam bir öksüzdür: Ne annesi var, ne de babası… Hayır, Rahme teyzesi ya da yeğencikleri onlara karşı hiçbir zaman hiçbir aksi harekette bulunmamış, bu değil konu… Tam tersine onları o kadar güzel kucaklamışlar ki ama öksüzlüğünü fark ettiğinde içinde doldurulamayacak bir tür “boşluk” olduğunu keşfetmiş… Tıpkı incisini kaybeden bir istiridye gibi…

Bu yokluğu, her gün hissederek büyümüş Selda, özellikle bayramlarda, yılbaşılarında, doğumgünlerinde, mutlu ve mutsuz günlerde… Onların bırakıp gittiği kocaman, doldurulamaz bir boşluk…

Ancak tıpkı teyzesi Rahme hanımın beklediği gibi, o da beklemeyi sürdürmüş, Rahme teyzesi eşinin her an geri dönmesini bekliyormuş… Pek çok “kayıp” yakınının kendi kafalarında yaratmış olduğu öyküler vardır: “Kayıp” denilen şahıs belki güneyde yaşıyordur, belki bir yerlerde hapis tutuluyordur, belki belleğini yitirip başka birisiyle evlenmiştir, kim olduğunu hatırlamıyordur, bunun için geri dönemiyordur – bunun gibi pek çok öykü vardır ancak bunların hiçbirisi gerçek değildir… Tüm bu öyküler, yalnızca Kıbrıslıtürk “kayıp” yakınları için değil, Kıbrıslırum “kayıp” yakınları için de geçerlidir – onlar da benzer biçimde düşünüyorlar… Belki böylesine korkunç bir acıyla ve yoklukla baş etmenin bir yoludur bu da… “Belki”ler yaratarak, aklını başına tutmanın yoludur belki bu da…

Kıbrıs’ın güneyinde Kayıplar Komitesi Yerasa ve Pareklişa’da kazılar başlayıncaya kadar bu “belki”ler devam edip durmuş…

Selda’nın babası ilk otobüste değil, ikinci otobüsteymiş…

Selda, Pareklişa madenindeki kazı yerini ziyaret etmiş, ikinci otobüste bulunan Kıbrıslıtürkler’in öldürülerek gömülmüş oldukları bu katliam çukuru açılırken, oradaymış, kendi gözleriyle görmüş insanların gömülü olduğu çukuru… Ve sevgili babacığının da onlar arasında olduğunu… Bunları yaşamış Selda… Ama hala inanmıyormuş, babasının bu toplu mezarda gömülü olabileceğine…

En nihayetinde DNA testleri sonuçlanıncaya, Kayıplar Komitesi kendilerini arayarak babasından geride kalanları laboratuvarda görmeye davet edinceye kadar beklemiş… Ve içten içe dua edip durmuş: Aman Tanrım, bu defa inşallah gerçekten buradan çıkar, inşallah güneyde bir yerlerde başka birisiyle evlenip orada yaşamıyordur çünkü bütün aile bunca acı çektikten sonra böylesi bir babayı görmek istemeyecekmiş…

Laboratuvara gitmiş ve babasından geride kalanları kendi gözleriyle görmüş, o kalıntılara sarılıp öpmüş… Bu, yalnızca fotoğraflarını görmüş olduğu, hiç tanıma fırsatı olmadığı sevgili babacığıymış…

Ve sonuçta bir tür rahatlamaya kavuşmuş… Hayır, hüzün hiçbir zaman terk edip gitmez sizi, asla bırakmaz ama en azından o sonu gelmeyen, hayatı felç eden, tüm ömrünüzü oturup bekleyerek geçirdiğiniz o dayanılmaz saatler artık sona ermiş: Artık Taşkent Şehitliği’ne defnedilmiş babası, mezarı orada ve her aklına geldiğinde hemen oraya koşuyor Selda… Gecenin bir vakti, eşine “Hade, kalk gidip babama bakalım” diyor ve köyün hemen yanındaki şehitliğe gidiyorlar, babasının mezarını ziyaret ediyorlar… İşten dönüşte neredeyse her gün durup babasının mezarına bakıyor, onu ziyaret ediyor…

Selda, Rahme teyzesinin eşi Hasan Ali’yle büyük bir aşk yaşadıklarını, gerçekten birbirlerini sevdiklerini anlatıyor… Bu o kadar büyük bir sevgiymiş ki, Rahme Hanım, her 14 Şubat Sevgililer Günü’nde bir demet kırmızı gülle Taşkent Şehitliği’ne gidip bu gülleri sevgisinin bir işareti olarak değerli eşi Hasan Ali’nin mezarına bırakıyormuş…

“Tek düşüncem” diyor Selda, “şudur: Acaba öldükten sonra annemle babamı görebilecek miyim?”

Zor zamanlarında annesiyle babası her zaman gelip yatağının yanına oturuyorlarmış…

Ruhen asla onu bırakmamışlar, fiziksel olarak bu dünyada olmasalar dahi, Selda her zaman onları yanında hissetmiş…

Dohni’ye birkaç kez ziyaret için gitmiş, kendi evlatçıklarına köyü ve evlerini göstermeye gitmiş…

“Ama eve girmedim” diyor…

Dohni ondan ürpertici bir duygu bırakıyor…

“Sanki de o köyde hiç kimse yaşamıyor” diyor…

“Köye ne zaman gitmişsek, ortalıkta kimsecikler görünmüyor…”

Üç yıl kadar önce kendisi de bir “kayıp” yakını olan ve iki kardeşini Dohni katliamında yitiren Yıldan Sedef Gülakdeniz, Dohni ziyaretlerinden birinden dönüşünde bazı fotoğraflar getirmiş: işte bu fotoğraflar annesi Akile’nin çocukluk arkadaşı Effie hanımla bağlantılarını sağlamış…

Böylece Rahme teyzelerini Effie hanımla buluşturmuşlar Larnaka’da… Effie ile Rahme hanım saatlerce oturup konuşmuşlar, hatıralarını paylaşmışlar…

Rahme hanım, Avustralya’da yaşayan yeğenlerinin telefon numaralarını Effie hanıma vermiş, böylece Effie hanım geri döndüğünde Avustralya’daki Kıbrıslıtürk Dohnililer’le de görüşmeye başlamış…

“Böylece bizim bağlantımız, onların da Avustralya’da bir araya gelmelerine yol açtı” diyor Selda…

Kendi evlatlarının da, başkalarının evlatlarının da kendi yaşamış olduğu trajedileri yaşamamasını istiyor.

“Bu yaraların kapanması için uzun yıllar gerekecek, yeniden birlikte yaşayabilecek duruma gelmemiz için aradan yıllar geçecek… Belki bir gün bu olur ama şimdi yaralar hala tazedir” diyor…

Sevgili Selda’ya bana kalbini açıp konuştuğu için çok teşekkür ederim…

Umarım bu trajediden dersler çıkarabiliriz, Selda’nın, kardeşi Şevket’in ve teyzesi Rahme hanımın yaşamış olduklarından dersler çıkarabiliriz…

Belki bu kaleme aldığımız trajik yaşamlar, neden barış için mücadele etmemiz gerektiğini kavramamıza yol açar…

Kıbrıs’taki çatışmalardan ötürü derin acılar yaşamakta olanların duygularını belki anlarız ve bunların tekrar yaşanmasına izin vermeyiz: aradan 40 yıl, 50 yıl geçti ve biz hala geçmişte derin acılar yaşamış olan hem Kıbrıslıtürkler’in, hem Kıbrıslırumlar’ın, hem de adamızın diğer toplumlarının yaralarını sarmaya, ortalığı toparlamaya çalışıyoruz…

Selda Hoca Özdeğirmenci’yle röportajımızı yarından itibaren yayımlayacağız…

sss-005.jpg

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazı toplam 1666 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar