1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. Doktor mu, polis mi, etik mi?
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

Doktor mu, polis mi, etik mi?

A+A-

 

Girne’de bir yabancı, yol içinde ağır yaralı bulundu.
Polis “kendini yaraladı ve 12 metre yüksekten aşağıya atladı” dedi.
Doktor, sosyal medyadaki kişisel profilinde, ilgili kişi için “Bıçaklanıp boğazı kesildi ve yüksekten atıldı” diye yazdı.
Doktor, kendini polis yerine koydu.
İyi ki polis de ameliyata girmedi (!)

*  *  *

Sosyal medya böylesi bir “özgürlük” alanı olamaz.
Özgürlüklerin sınırları evrensel değerlerle çizilir.
Ülkemizde ne yazık ki “ipin ucu” iyice kaçtı.

*  *  *

Mesele sadece yazılanlar da değil...
Doktor, ameliyat sırasında “fotoğraf” paylaşıyor.
Devletin haber ajansı bunu sosyal medyadan çoğaltıyor.
Onlarca soru var beynimde…
Ameliyat sırasında bu fotoğrafı kim çekti, boğazı kesilen bir insanın hayata tutunma anını fotoromana çevirmek kimin aklına geldi, yoğun bakım protokolü ne diyor, yaşamsal bir ameliyat anında bu nasıl bir ciddiyet?
Etik mi?  Hastanın mahremiyeti yok mu? Hasta hakları ya da hekim disiplinlerine uyumlu mu?

Bu durum hem etik, hem de yasal değil diye düşünüyorum.
Ve şunu eklemek istiyorum: Bir insanı hayata döndürmek için onlarca doktor, adeta iğneyle kuyu kazarken... Bu saygın çabaya, kimseler gölge düşürmemeli...
Popüler kültürün yeri değildir, sağlık...

has.jpg


"Mevcut kurulu düzen"

Otuz altı yaşında bir yargıç, hem de ülkedeki en iyi maaşa ve güvenceye sahipken, bir çırpıda tümünü reddediyor ve “gidiyorum” diyorsa…
Aslında bunun üzerinde çok daha fazla düşünmeliyiz…
Çünkü “mevcut kurulu düzen”in gerçeği, “mevcut kurulu düzen”e hizmet edenlerin de gerçeğidir.
Velhasıl, çoğumuzun gerçeğidir.
Tüm “günahları” başkalarının boynuna asarak “mevcut kurulu düzen”e sıkı sıkıya sarılmak ve kendi statükomuzu korumak, bu bataklıktaki sorumluluğumuz ya da payımızı ortadan kaldırmıyor.
Bu düzeni meşrulaştırıyoruz.
İsteyerek ya da istemeyerek...

* *  *

“Sizi  okuyarak büyüdük biz” demişti, “çok ortak anımız, çok ortak düşüncemiz var…”
Kıbrıs gazetesinde çalıştığım yıllarda, henüz ilkokul öğrencisiydi, haberini yapmıştım.
Hem meraklı gözlerle gazeteyi geziyor, hem de elindeki “Kuşları Koruyalım” broşürünü dağıtıyordu. Öyle fark etmişim!
Ve o “çocuk” bu ülkeyi daha fazla koruyamayacağını anladı, şimdi çok uzaklara gidiyor.
Kıdemli Yargıç Tacan Reynar’la, belki yirmi sene evvelden sözleşilmiş bir akşam yemeği için buluştuk.
“Bir tek hayatımız var” dedi.
“İşin aslı gitmeye bir sene önceden karar vermiştim.”
“Yeni bir düzen kuramadık ama elbette vazgeçmeyeceğiz...”
“Gitmek, bir başka yerden başlamak, bir başka dünyada...”

Kitap projelerini anlattı, içinde biriken sözcükleri...
Gitmek, elbette çözüm değildir.
Ama insanların farklı hayalleri de vardır...
Hele de “mevcut kurulu düzen”i değiştiremiyorsa...
İnsan ömrü “süreli”... Çok da uzun değil bu zaman...
“Bencillik”
diyemeyiz, kendi düşlerinin peşine koşmak isteyen bir idealist için... Belki çok daha “konforlu” bir hayatı bırakıyor, çok daha “zor”u seçiyor. Çok daha “garanti”den vazgeçerek “risk” alıyor. Ve “kalmak” değil “gitmek” ona heyecan veriyor…
Ne “kurtuluş” görüyorum bunu, ne de “kaçmak...”
Hepsi hepsi kendine dönmesi gibi genç bir insanın…
En azından vazgeçmesini bilerek bu yapıyı deşifre ediyor.
Vazgeçebiliyor.

tac-001.jpg


Dome’da bir hüzün, bir gurur

Dome Otel’de çok özel bir belgesel izledik.
Simge Çerkezoğlu ve Mehmet Alasya başta olmak üzere, projeye tüm emek verenleri kutlarım.
Belki biraz daha sabırla, örneğin 2-3 yıllık bir çalışma göze alınsaydı, ortaya çıkacak sonuç dünya çapında olabilirdi.
Çok daha fazla tanıklık ve belge, Dome Otel’in 30’lu senelerde başlayan, birkaç sömürge eskiten tarihine çok daha yakıcı bir ışık tutabilirdi.
Böylesi projeler gelişime açıktır ve bir yerden başlamak önemlidir. O nedenle, iyi bir işe imza atıldı.
Dome Otelin sahibi Kostas Catsellis’in torunu Kostas Zamplouloukos da belgeselle birlikte 1975'ten beri ilk kez otele geri döndü. Otel’den en son ayrılan kişi oydu.

....

Dome Otel’i sıradan bir “işletme” mantığında ele alarak, “niye ihaleye çıkılmıyor” diyenler… Burasının aslında bir “tarih” olduğunu göremiyor. Bu akıl, iyi para edeceğine kanaat getirse, Girne Kalesi’ni de özelleştirir, Ağa Cafer Paşa Cami’yi de… Dome’u kendi emekçileri yerine “başkalarının” işletmesini isteyenler, keşke belgeseli izlemeye de gelselerdi.
Elbette otelin yönetimine dair kriter ve disiplinler kayıt altına alınmalıdır.
Ama ortada bir "satış" değil "sahiplenme" vardır, bunu görmeliyiz.
DOME çalışanları "taşıma suyla değirmen" döndürmüyor!
Tam aksine kurumuş değirmene can suyu veriyor.
Bu emek takdiri hak ediyor.

d-001.jpg

 


Notçuklarım

  • MAHKEMELER binasında artık ‘kahveci’ yok. En azından daha çok kahve makinesi olabilir. Çünkü, uzaklaşma şansınız da olmuyor… Ve susuz kahvesiz zor!
     
  • Açık pazarda en dürüst satıcıyı aradım, “Bu zamanda çekirdek karpuz yoktur, hepsi kabaktan aşılanmış” diyen ilk manavdan alış-veriş yaptım.
     
  • Türk Lirası’ndan daha önce sıfırlar atılmıştı; şimdi paranın hepsi atılıyor.
     
  • Türkiye, kendi keline merhem bulamıyor, biz çırpınıyoruz! TL’yi kurtarsa malın sahibi kurtarır… Biz, kendimizi kurtarmaya bakalım!
Bu yazı toplam 5129 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar