Dokunma, dokundurma!
“Hiç kimse rahatımızı bozmasın...”
“Hiç değişmeyelim...”
“Ne varsa aynen kalsın...”
“Tüm sorunlarımız da çözüm bulsun!”
* * *
Böyle bir beklentimiz var genelde...
“Bana dokunma, sorunu çöz!”
Özetle bu!
* * *
Bir sorun onu yaratan bilinçle çözülmez.
Dahi sözüdür bu!
Hatta çok daha sert söylemiştir Einstein.
"Delilik, tekrar tekrar aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemektir."
Yıllardır bunu yapıyoruz.
* * *
Kıbrıs meselesi aynı değil mi?
Bir taraf “tanınmış devlet” ve “yönetim”i tam paylaşmak istemiyor.
Diğer taraf “mülkiyet ve toprağı...”
Toprak bütünlüğü unutuluyor!
Kimse bulunduğu noktadan zerre kımıldamak istemiyor.
Sonra da bağırıyoruz:
"Sorun niye çözülmüyor?"
* * *
Şimdi "Hellim" meselesi de aynı oldu.
Avrupa Birliği senin ürününe "geleneksel" olduğu için coğrafi tescil vermiş.
Bir başka ülkede üretilemeyecek.
Niye?
"Geleneksel" diye!
Ürünün geleneksel içeriğini araştırmış komisyon, uzmanlar, uzlaşmış, en az yarısı koyun ya da keçi sütü olacak.
Vay niçin öyle olacak?
Hem "geleneksel" olacak ama hem de “canının çektiği” gibi üreteceksin!
Öyle olsa niye tescillensin ki?
Herkes "hellime benzer" bir ürün ortaya çıkartır, eğer standart aranmayacaksa...
Hem Avrupa’da tek sen üreteceksin ama hem de “Avrupa Birliği Gıda Standartları”na uygun mu değil mi kimseler seni sorgulamayacak!
* * *
Günlük pratiklerimiz de hep aynı!
"Partizanlık" olmasın ama hele "bizim" çocuk işe girsin!
Çevre korunsun ama bizim "kaçak yapı" ellenmesin!
“Kıbrıs Cumhuriyeti” pasaportu cebimde olsun ama “KKTC düzeni” korunsun!
Türkiye parayı versin ama hiç de karışmasın!
“Maaş” gelsin ama “hizmet” üretilmesin.
* * *
Biz “yalan” olduğunu bilelim de...
Herkes buna inansın!
Laf olsun, torba dolsun...