1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Dokuz köyden kovulanlar, onuncu köyde direnmeli”
“Dokuz köyden kovulanlar, onuncu köyde direnmeli”

“Dokuz köyden kovulanlar, onuncu köyde direnmeli”

Yüksek Adliye Kurulu’ndaki görevinden istifa eden Emekli Kıdemli Yargıç ve Eski Milletvekili Çetin Veziroğlu YENİDÜZEN'e konuştu

A+A-

 

Ödül Aşık Ülker

Yüksek Adliye Kurulu’ndaki Cumhurbaşkanlığı makamını temsilen yaptığı görevinden “anti-demokratik ve baskıcı seçim müdahaleleri” nedeniyle istifa eden Emekli Kıdemli Yargıç ve Eski Milletvekili Çetin Veziroğlu, demokrasi, barış, özgürlük ortak paydasında onbinleri kucaklayacak bir çatı örgütlenmenin oluşmasının acil görev olduğunu söyledi.

Örgütlü mücadelenin önemine vurgu yapan Veziroğlu, şunları söyledi: “Örgütler, sivil toplum örgütleri, siyasal partiler varlıklarını sürdürüp, kendi programlarını uygularken, bireyler barış, demokrasi, özgürlük ortak paydasında, kucaklayıcı bir çatı örgütlenmenin içinde yer almalıdır. Bunun on binleri kucaklayacak bir örgüt olması gerekir.”


Yüksek Adliye Kurulu’ndaki istifasının “görev süresinin dolmasının ardından” olduğu yönündeki açıklamalara da cevap veren Emekli Kıdemli Yargıç Çetin Veziroğlu, “(Yüksek Adliye Kurulu’ndaki) Görev süremin dolduğunu söylüyorlar ancak bana süremin dolduğuna dair bildirim yapılmadı, tam tersine görev süremin bittiğini iddia ettikleri tarihten sonra Yüksek Adliye Kurulu bana toplantı çağrısı yaptı... Benim sürem dolduktan sonra istifa ettiğimi söylerken, ‘Biz de yanılgıya düştük, Ağustos’ta hala toplantı çağrısı yaptık’ demeleri daha etik olmaz mıydı?” diye konuştu.

“Görmemek için kör olmak lazım”

“Her gün yaşam biçimimize yapılan müdahaleleri görmüyor musunuz? Önce her köye bir cami yapmakla, masum bir iş gibi başladılar, sonra Atatürk’ün Türkiye’de kapattığı tekkeler, zaviyeler buraya taşındı. İnsanlarımız bir şekilde bunun sinsi etkilerini iliklerine kadar hissetmeye başladı. Bunları görmemek için kör olmak lazım”

 

  • Soru: Yüksek Adliye Kurulu’ndan istifa ettiniz ve seçim sürecinde yaşanan müdahalelere ve bunların yarattığı rahatsızlığa dikkat çektiniz. Öncelikle istifanızın gerekçelerini açar mısınız?
  • Veziroğlu: Adliye Kurulu’na verdiğim istifa mektubumda da yazdığım gibi, AKP-MHP iktidarının Türkiye’de kurduğu baskı ve korku düzeninin etkilerini uzun zamandan beri görüyoruz, bize de yansıyor. Bu olaylar, yerli işbirlikçilerin de çanak tutmasıyla buraya taşınıyor, halkımızın laik ve demokratik yapısını bozmak için her türlü girişim yapılıyor. O işbirlikçiler ya işin ciddiyetinin ya da bizi ne büyük bir tehlikenin beklediğinin farkında değiller. Her gün yaşam biçimimize yapılan müdahaleleri görmüyor musunuz? Önce her köye bir cami yapmakla, masum bir iş gibi başladılar, sonra Atatürk’ün Türkiye’de kapattığı tekkeler, zaviyeler buraya taşındı. İnsanlarımız bir şekilde bunun sinsi etkilerini iliklerine kadar hissetmeye başladı. Bunları görmemek için kör olmak lazım. Şunu vurgulamakta da fayda görüyorum, biz laik ve demokratik düzeni savunuyoruz ve laiklik özgürlük demektir. Bunun içinde inanç özgürlüğü de vardır. İnanç tanrı ile kul arasındadır ama birilerinin, AKP’nin Türkiye’ye yaptığı gibi, yaşam biçimi olarak dayatmaya çalışması kabul edilir bir şey değildir.

“Görev süremin bittiğini iddia ettikleri tarihten sonra bana toplantı çağrısı yapıldı”

“(Yüksek Adliye Kurulu’ndaki) Görev süremin dolduğunu söylüyorlar ancak bana süremin dolduğuna dair bildirim yapılmadı, tam tersine görev süremin bittiğini iddia ettikleri tarihten sonra Yüksek Adliye Kurulu bana toplantı çağrısı yaptı...”

 

  • Soru: Yüksek Adliye Kurulu’ndaki üyeliğinizin Temmuz 2020’de sona erdiği, dolayısıyla zaten istifa edecek bir görevinizin olmadığı da söyleniyor...
  • Veziroğlu: Temmuz 2020’den sonra istifa ettiğimi söyleyip, bazı gerçeklerin bir yüzünü kapatarak olayı aktarmaya çalışıyorlar. Üyeliğimin sona erdiği bana hiç bildirilmedi. Süremin dolduğunu söylüyorlar ancak bana süremin dolduğuna dair bildirim yapılmadı, tam tersine görev süremin bittiğini iddia ettikleri tarihten sonra Yüksek Adliye Kurulu bana toplantı çağrısı yaptı. Örneğin 4 Ağustos 2020 tarihli, gündemi “Kaza Mahkemesi Yargıçları’nın 2020-2021 yıllarına ilişkin görev bölümü” olan toplantı için bana çağrı yapıldı. Benim sürem dolduktan sonra istifa ettiğimi söylerken, “Biz de yanılgıya düştük, Ağustos’ta hala toplantı çağrısı yaptık” demeleri daha etik olmaz mıydı?
    Ben istifa mektubumu Yüksek Adliye Kurulu sekreterine verdim ve sonra da veda etmek için Sayın Narin Ferdi Şefik’e uğradım, kısa bir sohbet yaptık. Narin Hanım istifa haberimi duyunca “keşke sekreterliğe dilekçeyi vermeden görüşseydik, belki devam etmen için seni ikna ederdim” anlamına gelen sözler söyledi. Ben de kendisine, bunun benim için bir prensip meselesi olduğunu söyledim. Belli ki o ana kadar, benim gibi, Narin Hanım da görev süremin dolduğunu bilmiyordu. Ben bunu anlayışla karşılayabilirim ancak basına demeç verip gerçeğin bu yönünü kapatmaları beni üzdü.

“Sanki şov yapıyormuşum gibi bir algı yaratmaya çalıştılar”

Ben istifamı sekretere verip, Narin Hanım’la vedalaştıktan sonra oradan ayrıldım ve istifamı basına bildirdim. Bir saat sonra, belli ki bir hesap yaptılar ve bana “senin istifan gerekmez, zaten süren doldu” dediler. Bütün bu süreçlerden sonra bana ulaşıldı ve süremin dolduğu bildirildi. “Çetin Veziroğlu yanılgıya düşmüş olabilir, biz de yanılgıya düştük, hatta toplantıya bile çağırdık” demelerini beklerdim. Kamuoyunda, sanki ben şov yapıyormuşum, süremin dolduğunu bildiğim halde bu yola tevessül etmişim gibi bir algı yaratmaya çalıştılar. Beni üzen bu oldu. Acaba sürenin dolduğunu, benim gibi onların da bilmediği gerçeğini söylemeyi Adliye Kurulu’nun bir zaafiyetini kabullenmek gibi görüp, bundan mı çekindiler? Bilemem. Son tahlilde kamuoyuna gerçeğin bir yüzünü aktardılar ama diğer yüzünü sakladılar.
Narin Hanım bunu televizyonda deklare etti, belli ki daha önce de Barolar Birliği’ne konuyu aktardılar ve onlar kanalıyla bunu duyurma yoluna gittiler. İstifamın siyasi nitelikli olduğu söylendi, siyasi nitelikliydi ama durum başka nasıl ifade edilebilirdi? Yaşananları görmezden gelip, iki satırlık “istifa ediyorum” yazısı ile mi gitmeliydim? Yaşananlardan sonra mesaj vermek istememden daha doğal ne olabilir ki, ben bir mücadelenin parçasıyım.

“Verilen mesaj fincancı katırlarını ürküttü”

Eğri oturup, doğru konuşalım. Eskilerin bir sözü var, “Zarfa değil, mazrufa bak”, yani önemli olan verdiğim zarf değil, zarfın içinde yazılanlardır. İstifanın arkasından galiz küfürler sarf edenler, bizi Türklükten atanlar, ülkemizden kovanlar, hain ilan edenler oldu. Verilen mesaj fincancı katırlarını ürküttü. Bilsinler ki buradayız ve onurumuz için direneceğiz.


“Demokrasi, barış, özgürlük ortak paydasında dostlarla birlikte mücadele”

 

Sivil toplum örgütleri, siyasal partiler varlıklarını sürdürüp, kendi programlarını uygularken, bireyler barış, demokrasi, özgürlük ortak paydasında, kucaklayıcı bir çatı örgütlenmesinin içinde yer almalıdır. Bunun on binleri kucaklayacak bir örgüt olması gerekir, acil görev budur”

  • Soru: İstifa mektubunuzda da mücadeleye devam edeceğinizi yazdınız. Bundan sonrası için nasıl bir yol izleyeceksiniz?
  • Veziroğlu: Demokrasi, barış, özgürlük ortak paydasında dostlarla birlikte mücadele etmek durumundayız. Benim bireysel çıkışlarımın hiçbir önemi yok. Ben 72 yaşındayım, bu mücadeleye başladığımda daha bıyıklarım terlememişti. Kısa bir yargıçlık dönemi dışında, ömrüm mücadelelerle geçti ama ben örgütlü mücadeleye inanırım, bu bir zorunluluktur.
    Bu konuda benim kendime özgü bir takım görüşlerim var, bunlar benimsenir ya da benimsenmez, ille de benim dediğim olacak şeklinde bir yaklaşım içinde değilim. Çünkü çok değerli arkadaşlarımız var, bu seçim sürecinde beni kat kat aşan arkadaşlara, gençlere rastladım ve kıvanç duydum. Benim kanaatimce örgütler, sivil toplum örgütleri, siyasal partiler varlıklarını sürdürüp, kendi programlarını uygularken, bireyler barış, demokrasi, özgürlük ortak paydasında, kucaklayıcı bir çatı örgütlenmenin içinde yer almalıdır. Bunun on binleri kucaklayacak bir örgüt olması gerekir, acil görev budur. Çeşitli arkadaşların görüşlerini duyuyoruz, çabalar olduğunu biliyorum. Bunun bir an evvel meyve vermesini bekliyorum. Bence bu mücadelenin üç boyutu olması lazım, “içte örgütlenme”, “dünya ile dayanışma çabası içinde olunması” ve “hukuksal mücadele”. İlla ki böyle olacak anlamında söylemiyorum, bunu aşan fikirlerle, benimsediğim görüşler çerçevesinde yürümeye her zaman hazırım.

“Zemin hazırdır”

Zemin hazırdır. “Özgür İrade“ çizgisi %50’ye yakın oy aldı. Bilhassa birinci turdan sonra özgür iradenin, diğer talep ve vurguları eklemleme kabiliyeti oldukça yüksek bir vurgu haline geldiği, laiklik, demokrasi, barış ve federasyon gibi farklı kümelerle de büyük kesişim oluşturabildiği görüldü. Yani özgür iradenin, Kıbrıs’ın kuzeyinde seçmenin yarısına tekabül eden ve doğru bir siyasi strateji ile tahkim edilmesi hiç de zor olmayan, ortak bir çatı altında hareket etmeye oldukça yatkın duran bir tabanı var şu anda.

 

“TC’den gelen milletvekilleri köy köy dolaştı”

  • Soru: 80li yıllarda milletvekili olarak mecliste de bulundunuz. O günden bu güne siyaset nereden nereye geldi, müdahalelerle ilgili durum neydi, ne oldu?
  • Veziroğlu: Müdahalelerin sürekli yapıldığı bir gerçektir. 81’de de, 90’da da yapıldı, ben bunların içinde bulunmuş, yaşamış bir kişiyim. Ama bu seçim sürecinde yapılanlar, geçmişte yapılanları içselleştirip normalmiş gibi karşılamanın ötesine geçmiştir. En üst düzey TC makamlarının söylemleriyle seçim propagandasına müdahil olundu, Türkiye’nin en üst düzey yetkilisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay bunları yaptı. Daha önce bu seviyeden müdahaleler olmamıştı. TC’den gelen milletvekilleri köy köy dolaştı, kimi yerde tehdit, kimi yerde ayrımcılık yaptıklarını gördük. Örneğin Aygün köyüne gittiklerinde, TC kökenli yurttaşlarımıza “siz 80 bin civarındasınız, onlar ise 100 bin civarında. Yakında onları aşacağız ve burada ona göre bir düzen kuracağız” deme cüretini gösterdiler. Oradaki yurttaşlardan biri, “biz burada kardeş olduk, bu nasıl bir ayrımcılık, size yakıştıramadım, yazıklar olsun” diye tepki gösterdi, bu bize aktarıldı. Bu sefer çok aleni şekilde müdahale yaptılar, artık buna dur demenin zamanı geldi. Bardak taştı dokuz köyden kovulanlar onuncu köyde artık direnmelidirler.

“Yargı sığınacağımız son kalelerden biri”

  • Soru: Yargı hemen hemen her ankette en güvenilir organ olarak çıkıyor. En temiz yargı mı kaldı?
  • Veziroğlu: Yargının içinden gelen biri olarak, yargıyı sığınacağımız son kalelerden biri olarak görüyorum. Bütün eksikliklerine rağmen yargıyı korumamız ve daha ileri götürmemiz lazım. Kurumlar içinde bu kurumu da korumak gibi bir görevimiz var.
     
  • Soru: Müdahalelere baktığınız zaman yargının tehlike aldığını düşünüyor musunuz?
  • Veziroğlu: Zaman zaman Yüksek Adliye Kurulu yerine Adalet Bakanlığı’nın kurulması gibi söylemleri duyuyoruz, böyle bir oluşum yargıyı Türkiye’deki yapıya benzetmenin bir adımı olur. Uzun zamandan beri Anglo-Sakson hukuk sistemini terk edip, Türkiye’deki hukuk sisteminin benimsenmesi yönünde zorlamalar olduğunu biliyoruz. Buna karşı direnmemiz gerekir. Özellikle ülkemizdeki ceza hukuku sisteminin çok adil olduğunu düşünüyorum, uygulamadaki yanlışlıklar ayrı bir konu ama sisteme, ceza usulüne dokunmamak gerektiği kanaatindeyim. Türkiye’de insanlar yok yere tutuklanıyor, 5 yıl tutuklu kalıyor ve sonra beraat ediyor. Böyle bir sistemin buraya taşınmasının tehlikelerinin farkında mıyız?
    TC ile KKTC arasında yapılan protokollerde bile yargının yapısını bozmaya yönelik maddelerin sokuşturulmaya çalışıldığını biliyoruz. Buna başta hukukçular olmak üzere her yurttaşın direnç göstermesi gerektiğini düşünüyorum.
     
  • Soru: Yargıç sayısını artırmak için bir referandum yapıldı ama bu reddedildi. Yargıç sayısının artırılması yargıda yaşanan sorunları çözer miydi?
  • Veziroğlu: Açıkçası bir rahatlama getirebilirdi ama yurttaşlarımız meseleye başka bir gözle bakıyorlar. Özellikle sol kesimin, geçici 10. maddenin olmadığı bir Anayasa değişikliğine evet demesi mümkün müydü? Değişik saiklerle ret oyu verenler oldu. Herkes seçim derdindeydi. Yöntem de yanlıştı, anayasa değişikliğinin seçime karıştırılmaması gerekirdi. Seçim furyası içinde bunu sahiplenen de olmadı, öncelik olarak görülmedi.

“Tam bir kaos”

  • Soru: Seçim sürecinde hükümetin küçük ortağı hükümetten çekildiğini açıkladı. Başbakan olan Tatar Cumhurbaşkanı seçildi. Şu anda başbakan yok, hükümet var mı yok mu belli değil, hükümeti kurmak için biri görevlendirilmedi... Bir hukukçu olarak mevcut durumu, bu tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
  • Veziroğlu: Anayasaya tamamen aykırı bir durum söz konusudur. CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman’ın “Bakanlar Kurulu hukuken yok hükmündedir” yargısına katılırım, buna daha fazla ekleyecek bir şey yok. Tam bir kaos, tam bir hukuksal karmaşa söz konusudur.

“Karışmacılığın Türkiye’den UBP’nin içine kadar uzanacağına dair şüphem yok”

  • Soru: Siyasi Partiler Yasası’na göre, partilerin üye listelerini kurultaydan bir ay önce Yüksek Seçim Kurulu’na sunması gerekiyor ancak UBP Kurultayı öncesinde bu da yapılmadı...
  • Veziroğlu: UBP Kurultayı öncesinde kuralların çiğnenmiş olması, belki de UBPlilerin kendi içinde bir sorun olarak yargıya taşınacak. Rahmetli İrsen Küçük ile Ahmet Kaşif’in meselesinde olduğu gibi konu mahkemeye götürülebilir. Ancak şu anda bu kişilerin kendi iradeleriyle karar verdikleri noktasında çok kuşkuluyum. Bu karışmacılığın, Türkiye’den UBP’nin içine kadar uzanacağına dair herhangi bir şüphem yok.

“Gençlere güveniyorum”

  • Soru: Son olarak ne söylemek istersiniz?
  • Veziroğlu: Demokrasi, barış, özgürlük mücadelesi kolay bir yol değil, hiçbir mücadele yeşil selvilerin gölgelediği çimenli yollardan giderek yürütülmez. Bu yol taşlı, dikenli ve meşakkatlidir. Bunu göze almak lazım. Minnet kapılarından değil, mihnet kapılarından geçerek gideceğimizin bilincinde olmalıyız. Biz yaşantımızın sonuna kadar bu mücadeleyi sürdüreceğiz ama gençlere bunları hatırlatmak istedim. Gençlere güveniyorum ve bu yolu yürüyeceklerinden hiç kuşkum yok. Ben onların gözlerinde bu heyecanı seçim sürecinde gördüm.
Bu haber toplam 3953 defa okunmuştur
İlgili Haberler