1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Donald Trump: Tarih bir fars gibi tekerrür ettiğinde...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Donald Trump: Tarih bir fars gibi tekerrür ettiğinde...”

A+A-

Dionisis DİONİSSİU/POLİTİS

(POLİTİS gazetesi başyazarı Dionisis Dionissiu, Donald Trump’ın politikalarını, Hitler’in politikalarıyla karşılaştırıyor... Değerli yazısını paylaşıyoruz... S.U.)

Hitler’in 1933’te iktidara gelmesinden sonra, siyasi ve özellikle de ekonomik nedenlerle Almanya için müttefikler ve geniş topraklar aradığı açıktı. Almanya 1936’da, ülkenin yasal demokratik hükümetini yenmek için faşist general Franco’yu desteklemek üzere İspanya İç Savaşı’na (1936-1939) katıldı. Aynı dönemde Mussolini ile Roma-Berlin Ekseni olarak bilinen bir ittifaka girdi. Ardından komünizmle mücadele ve faşizmi dünya çapında desteklemeyi amaçlayan anti-uluslararası Üçlü Pakt imzalandı. 1938’de Almanya, Avusturyalı faşistlerin hükümete baskı yapmasının ardından hiçbir direnişle karşılaşmadan Avusturya’yı ilhak etti. 15 Mart 1939’da Çekler, tepki veremeden Hitler’in birliklerinin Prag’a yürüyüşünü izlediler. Her halükarda Çekoslovakya’nın kaderi önceden belirlenmişti. 29-30 Eylül 1938’de İngiltere Başbakanı Chamberlain ve Fransız mevkidaşı Daladier, Hitler ve Mussolini ile İngiltere ve Fransa’nın Çekoslovakya’nın (Sudeten) Almanya tarafından ilhakını kabul ettiği Münih Anlaşmasını imzaladı. 1939 yılında Stalin ile yapılan bir anlaşmanın ardından (Molotov-Ribbentrop Paktı) Hitler Polonya’yı işgal etti.

2025’te Donald Trump, ABD hakimiyetindeki bölgeleri genişletmeye çalışıyor. İşe tehdit ve şantajla başladı. Ottawa’ya askeri koruma sağlamaya devam edecekse Kanada’nın ABD’ye dahil edilmesini istediğini, aksi takdirde ülkenin ürünlerine yüksek gümrük vergileri uygulayacağını, hatta ekonomisinin çökmesine neden olabileceğini söyledi. Danimarka’dan Grönland’ı satın almayı talep etti, Meksika Körfezi’ni Amerika Körfezi olarak yeniden adlandırmakla tehdit etti. Ayrıca Gazze’yi satın almak, yeniden inşasını üstlenmek ve lüks bir turizm destinasyonuna dönüştürmek istiyor. Avrupa’da, İtalya’nın aşırı sağcı Başbakanı Georgia Meloni, Macaristan’ın aşırı muhafazakar Başbakanı Victor Orban ve Alman milliyetçi partisi ‘Almanya için Alternatif’ (Alternative für Deutschland, AfD) liderleri, Fransa’da Marine Lepen, İspanya’da Vox, ve İngiltere’de Farage gibi çeşitli fanatik müttefik ve destekçileri var. Ayrıca kendisini Putin ve Erdoğan’ın dostu olarak ilan etti.

 

HOMOFOBİKLER...

Trump, Meloni, Orban, Slovakya’nın sağcı Başbakanı Robert Fico, Almanlar, İspanyol ve Fransız aşırı sağı arasında bu kadar sıkı bağlar yaratan şey nedir? Hepsi ulusal egemenlikten bahsediyor ve Ulusun kimliğine odaklanıyor. Hepsi dini inançlarını ve Tanrı’ya bağlılıklarını ifade ediyor. Pek çoğu homofobik. Anormal ve günahkar olarak gördükleri eşcinsel kimliği teşvik eden uluslararası bir gündemin var olduğuna inanıyorlar. Donald Trump sadece erkekler ve kadınların varolduğuna, ve bunların ara kesitinde hiçbir şey olmadığına inandığını açıkça ifade etmektedir. Meloni eşcinsel evliliğe ve eşcinsel çiftlerin çocuk evlat edinmesine açıkça karşı çıkıyor. Victor Orban da geleneksel aile değerlerini desteklerken aynı mantığı izliyor ve eşcinsel çiftleri kınıyor.

Adolf Hitler ve Nazi rejimi, Aryan ırkının ‘saflığı’ için bir tehdit oluşturduklarına inandıkları eşcinsellere karşı oldukça negatif bir tavır almıştır. Eşcinseller, özellikle de erkekler, sıklıkla zulüm görmüş ve toplama kamplarına hapsedilmiş, burada ciddi şekilde istismar edilmiş ve öldürülmüşlerdir. Nazi ideolojisi, geleneksel aile fikrini ve daha fazla Aryan çocuğun doğmasını destekliyordu, ve eşcinsel ilişkilerin bu amaca ters düştüğü görüşündeydi.

 

YABANCI DÜŞMANLIĞI...

Hitler ve Nazi rejimi Almanya’daki Yahudileri yabancı olarak görüyor ve dönemin birçok sosyal, ekonomik ve siyasi krizinden onları sorumlu tutuyordu. Örneğin, Yahudiler Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’da yaşanan ekonomik krizin sorumlusu olarak görülmüş, bankaları ve maliyeyi himaye etmekle suçlanmışlardır. Naziler, Yahudileri İsa’yı çarmıha germekle, komünizm ve diğer ‘tehlikeli fikirleri’ yaymakla suçlayarak onları kötü ve ahlaksız olarak nitelemiştir. Yahudiler, Aryan ırkın ‘saflığına’ karşı ırksal bir tehdit olarak görülüyordu, ve Naziler ırkçılık ile Aryan ırkın üstünlüğü fikrini destekliyordu. Ayrıca kirli ve sefil olarak adlandırdıkları çingenelerle de sorunları vardı. Yahudiler gibi Çingeneler de Nazi rejiminin kurbanlarıydı, ve İkinci Dünya Savaşı sırasında sistematik olarak zulüm görüp muazzam sayıda öldürüldüler; binlerce kişi yerinden edildi ve toplama kamplarında öldürüldü.

Trump iktidara geldikten sonra göç konusunda olağanüstü hal ilan etti ve Meksika’dan gelen göç dalgasını durdurmak için sınıra asker gönderdi. Ayrıca Amerika’ya izinsiz giren tüm göçmenleri suçlu olarak adlandırdı. Bazılarının yabancı çetelere mensup olduğunu ve uyuşturucu sattığını, ya da Amerikan topraklarında faaliyet gösteren yabancı terör örgütlerinin parçası olduğunu söyledi. Ona göre, ABD’de doğmuş olsalar bile çocukları da dahil olmak üzere hepsi tutuklanmalı ve sınır dışı edilmelidir.

 

ADALETSİZLİK DUYGUSU...

Hitler, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra imzalanan Versay Antlaşması’na atıfta bulunarak, Almanya’ya haksızlık yapıldığını düşündüğünü ifade etmişti. Almanya toprak kaybetmiş, muazzam miktarlarda tazminat ödemiş, ekonomik gerilemeye doğru meyletmiş ve enflasyon çok yüksek seviyelere çıkmıştı. Bu duygular, ağır tazminatlar ödemek zorunda bırakılan ülkelerine karşı herkesin komplo kurduğuna, İngiltere ve Fransa gibi diğer bazı ülkelerin uluslararası ekonomi ve ticareti kontrol altına aldığına inanan Nazilerin dilinde slogan ve siyasi öfkeye dönüştü. Almanya bu durumun güç kullanılarak düzeltilebileceğine inandı ve askeri sanayisine yatırım yapmaya başladı. Bu amaçla Hitler, Ekim 1933’te Almanya’yı silahsızlanma konferansından geri çekti. Ayrıca Milletler Cemiyeti’nden çekilerek uluslararası konularda kolektif güvenlik fikrini de reddetti.

Donald Trump, NATO’nun işleyişine temel katkıda bulunan ABD’nin, Kanada ve Avrupa gibi üçüncü bölgelerin güvenliği için ödeme yapmasından ötürü uluslararası alanda haksızlığa uğradığına inanıyor. Ayrıca BM ve DSÖ’nün işleyişi için de büyük meblağlar ödüyor. Geçtiğimiz Aralık ayında, müttefiklerinin askeri ittifaka daha fazla mali katkıda bulunmaması halinde ABD’nin NATO’dan çekilme olasılığını değerlendireceğini ifade etti. Aynı şeyi BM için de söyledi. Trump’ın başkanlığının ilk döneminde (2017-2021) ABD, BM’nin hizmet ve faaliyetlerinin finansmanını önemli ölçüde azalttı; İnsan Hakları Konseyi’nden, Paris İklim Anlaşması’ndan ve UNESCO’dan çekildi ve Dünya Ticaret Örgütü’nden çekilmek için gerekli prosedürleri başlattı.

 

HERKESTEN ÜSTÜN...

‘Almanya herşey ve herkesten üstündür’ sloganı Nazi rejimi sırasında tüm Almanlar tarafından kabul görmüş ve hakim motto haline gelmişti. Bugün ise Trump ‘Önce Amerika’ mesajını veriyor. Her iki sloganın da savaşlar arası dönemde Almanya’nın ve 21. yüzyılda ABD’nin ‘uluslararası sistem tarafından zor durumda bırakıldığı ve sömürüldüğü’ bahanesiyle üçüncü ülkelere karşı bir dizi sert önlemi haklı çıkarmaya çalışan bir tarafı var. O zaman Hitler’in dediği gibi korunması gerekenler ve bugün Trump’ın dediği gibi her şeyden önce gelenler Alman ve Amerikan vatandaşlarıdır. Onlar için ve onlar adına ülkelerimizi yeniden üstün kılmalıyız.

 

PROPAGANDA...

Hitler ve Trump nasıl seçilmeyi başardı? Ekonomik krizler her zaman sosyal krizlere yol açar ve bunların başında da işsizlik gelir. Sosyal kriz ideolojik bir krize dönüşür, ve bunun hem kurbanı, hem de ödenecek bedeli demokrasinin kendisidir. Tüm bu durumlarda Kurtarıcılar ve Popülistler galip gelir. Hitler, yanında propaganda sihirbazı Goebbels ve silahı radyo ile milyonlarca Almanı fanatik taraftarlara dönüştürmeyi başardı. Trump, yanında Elon Musk ve silahı X ile diğer sosyal medya platformları, Demokratları destekleyen geleneksel medyayı yenmeyi başardı ve Trump’ın her şeyi değiştirecek adam olduğu mesajını gönderdi. Amerika’yı Yeniden Büyük Yapacak Adam.

 

BUNLAR AYNI MI?

Hiçbir şey 90 yıl sonra tamamen aynı değil. Öte yandan, Hitler ve Trump gibi liderleri yaratan tarihsel dinamikleri de göz ardı edemeyiz. Hitler 30 Ocak 1933’te Şansölye seçilmiş ve SS’lerin yardımıyla Parlamentoyu feshederek sonraki 15 yıl boyunca ülkenin tek hakimi olmuştu. Trump seçimi kaybettiğinde, taraftarlarını görevi devralmaya ve Kongre’yi feshetmeye teşvik etmişti, çünkü ona göre Başkan olarak kalmalıydı.

Adolf Hitler yeni Şansölye olarak Başkanlık Sarayı’ndan çıktığında, kendisine inanan Naziler ve destekçileri tarafından alkışlanmıştı. Almanların önemli bir kısmı ona inanmıştı. Sonrasında olacakları hayal dahi edemezlerdi.

Trump’ın ABD’nin 47. Başkanı olarak seçilmesi, ABD ve nihayetinde tüm dünya için bir dönüm noktasına işaret ediyor. ‘Önce Amerika’ sloganı başından beri sorunlu, çünkü Amerika zaten gezegendeki en zengin ve güçlü ulus. Bu iki şeye sahipseniz, tek taraflı olarak daha fazlasını talep edemezsiniz, sorumluluklarınızı da yerine getirmelisiniz. Eğer bunu kısa sürede fark etmezse, ülkesini ve tüm dünyayı uçuruma sürükleyebilir.

Geçmişte Hitler, Fransa ve İngiltere’nin zayıf iradeli liderleri Daladier ve Chamberlain tarafından hoş görülmüştü. Bugün özellikle AB’de Trump’a karşı durabilecek siyasi liderlerimiz var mı? Geçmişte Roosevelt’in Başkan olduğu ABD, Avrupa’nın yanında durdu ve Hitlerizm ile Stalinizmi yenmesine yardımcı oldu. Bugün Avrupa, milliyetçiliğe ve Trumpizm tarafından ifade edilen iğrenç popülizme karşı mücadelede Amerika’yı desteklemelidir.

(Dionisis Dionissiu’nun POLİTİS gazetesinde 26.1.2025’te yayımlanan yazısını PENNA Türkçeleştirdi...)


***  BASINDAN GÜNCEL...

“Trump, sadizmini dünyaya salarken neden yılgınlığa kapılma lüksümüz yok?”

Judith BUTLER/GUARDIAN

ABD’li düşünür Judith Butler’ın 6 Şubat’ta The Guardian’a yazdığı ve Şubat 2025 bianet stajyerlerinden Beyza Gündüz’ün çevirdiği bu makale, Donald Trump’ın otoriter yönetim anlayışını ve onun etrafında şekillenen “politik sadizmini” ele alarak, kararnamelerinin ve söylemlerinin birbirine nasıl bağlı olduğunu inceliyor.

Butler’a göre, Trump’ın her gün gündeme getirdiği dehşet verici kararlar sadece birer yönetim hamlesi değil, aynı zamanda gücünü pekiştirme ve sadist bir siyaset anlayışını benimsetme stratejisinin parçaları. Medyanın ve kamuoyunun sürekli yeni skandallara odaklanması, asıl büyük resmin gözden kaçmasına neden olurken Butler, bu yazısında, Trump’ın politikalarının ardındaki faşist tutkuları ve demokratik değerleri nasıl aşındırdığını detaylı bir şekilde analiz ediyor. Yazıyı özetle paylaşıyoruz:

 

HAKLARIN SİSTEMATİK ŞEKİLDE ORTADAN KALDIRILMASI...

Donald Trump, her geçen gün kamuoyunu şaşkına çeviren otoriter icraatlarını açıklarken, bu kararların ağırlığıyla ezilmek, üzülmek yerine yaşananların nedenselliğini incelemek her zamankinden daha mühim hale geliyor.

Bir hafta önce yayımlanan kararnamelerde çeşitlilik, eşitlik ve kapsayıcılık (DEI) programlarının ve "toplumsal cinsiyet ideolojisinin" federal fon alan tüm programlardan tasfiye edilmesi, yeni ve daha radikal duyuruların gölgesinde kaldı.

Uluslararası öğrencilerin protestolara katılması halinde sınır dışı edilme tehdidi, Panama ve Grönland üzerindeki emperyal tasarılar, Filistinlilerin Gazze'den zorla çıkarılmasına yönelik projeler hızla gündeme geliyor.

Bu duyurular, yalnızca belirli politikaları hayata geçirme amacı taşımıyor; aynı zamanda Trump'ın yetkisinin sınırlarını test eden bir güç gösterisi niteliği taşıyor. Yargı süreci yürütme emirlerini durdurabilir; ancak göçmenlerin sınır dışı edilmeye başlanması ve Guantánamo'daki korkutucu kampların yeniden açılması gibi fiili uygulamalar, otoriterleşme sürecinin yalnızca hukuki mücadelelerle durdurulamayacağını gösteriyor.

 

GÜÇ GÖSTERİSİ

Otoriter gücün tahakkümü, yalnızca yasal düzenlemelerle değil, aynı zamanda halkın bu güce inanmasıyla mümkün olur. Trump’ın açıklamaları bazen kamuoyunun tepkisini ölçmeye yönelik bir strateji işlevindeyken, kimi zaman da duyurunun kendisi siyasi bir başarı olarak takdim ediliyor.

Hukukun sınırlarından çıkmak, bir yetki ihlali olmaktan ziyade bir iktidar gösterisine dönüşüyor. Bu bağlamda, Trump  politik bir figür olmaktan çıkıp "her şeye muktedir süper bir güç” kültüne dönüşüyor. Bu söylem, yalnızca kendi destekçileri tarafından değil, medyanın hegemonyasıyla  kitlelere sunuluyor. Hukuk ihlallerini ifşa etmek ve çelişkileri ortaya koymak artık etkili bir muhalefet stratejisi olmaktan çıktı. Çünkü Trump ve destekçileri için ahlâki tutarsızlık bir sorun teşkil etmiyor; aksine, tam da bu tutarsızlık ve kuralsızlık bir "özgürlük" biçimi olarak kutlanıyor.

İfade özgürlüğü kılıfında nefret dili güzellemeleri

Trump yönetimi ifade özgürlüğünü, toplumsal eşitliği baltalamakta kullanılıyor. Toplumsal cinsiyetin gidişatını sorgulayan her türlü akademik ve hukuki çaba "tehdit" damgası yiyor.

 

FAŞİST ARZULAR...

Bu otoriterleşme süreci, yalnızca hukuki mekanizmaların dışına çıkmakla kalmıyor, aynı zamanda kolektif bir tepki yaratmayı da hedefliyor. Hukukçu Raphael Lemkin’in tanımladığı şekilde, soykırım yalnızca fiziksel imha değil, aynı zamanda bir ulusun temel yaşam koşullarını ortadan kaldırmayı da içerir. Çocukların zorla yerinden edilmesi, 1948 Soykırım Sözleşmesi kapsamında suç olarak tanımlanmıştır. Trump’ın uygulamalarının tamamı soykırım kategorisine girmese de, birçok adımı faşizan arzuları açığa çıkarıyor.

Bu süreçte, toplumun bir kesimi bu baskıcı ve dışlayıcı politikaları bir "özgürlük" olarak benimserken, diğer kesim de sürekli bir çaresizlik içinde paralize oluyor. Oysa bu çaresizlik ve bunalma duygusu, otoriter liderlerin lehine işleyen bir mekanizma haline gelebilir. Çünkü bu duygu, yapısal çözüm üretmek yerine bizi ancak atalete sürükler.

 

KAPSAYICI BİR DEMOKRASİ MÜMKÜN MÜ?

Otoriterliğin yükselişi, yalnızca politikalarla değil, ona karşı geliştirilecek toplumsal duruşla da şekillenecektir. Bu nedenle, şu sorular üzerine düşünmek gerekir:

***  Özgürlük, gerçekten şiddeti ve ayrımcılığı meşrulaştıran bir siyasal düzen mi gerektirir, yoksa herkes için eşit haklar temelinde tanımlanabilir mi?

***  Demokrasi, yalnızca hukuki metinlerle mi korunur, yoksa kolektif bir mücadeleyi de gerektirir mi?

***  Toplumsal cinsiyet, vatandaşlık ve insan haklarına yönelik saldırılar nasıl engellenebilir?

Şayet toplumsal muhalefet, sadece Trump'ın açıklamalarına tepki vermekle yetinir ve olayların nedenselliğini gözden kaçırırsa, otoriterliğin yükselişi kaçınılmaz olabilir. Oysa, bu tür bir yönetim anlayışına karşı geliştirilecek bir direniş, yalnızca savunmacı bir pozisyon almak yerine, daha eşitlikçi ve kapsayıcı bir siyasal tahayyülü inşa etmeye odaklanmalıdır.

Yalnızca öfkelenmek değil, direnmek için yeni yollar üretmek gerekir. Haklarımızın yalnızca hukuki metinlerde değil, toplumsal pratiklerde de korunmasını sağlamak için yeni stratejiler geliştirmeliyiz. Ancak bu şekilde, bireylerin ve toplulukların varoluşlarını tehdit eden otoriter politikalar karşısında kalıcı bir direniş oluşturabiliriz.

(BİANET.ORG – 11.2.2025)

sayfa-17-ustteki-habere-judith-butler.jpg

Bu yazı toplam 490 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar