‘Dörtlü Koalisyon’un Başbakanı, CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman: “Ciddi bir ekonomik model oluşturmalıyız”
“Dörtlü Koalisyon”un Başbakanı, Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Başkanı Tufan Erhürman, ülkede ciddi bir ekonomik model oluşturulmadığı takdirde yönetme becerisini göstermenin mümkün olmayacağını söyledi.
“Dörtlü Koalisyon”un Başbakanı, Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Başkanı Tufan Erhürman, ülkede ciddi bir ekonomik model oluşturulmadığı takdirde yönetme becerisini göstermenin mümkün olmayacağını söyledi.
Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a kaynak aktarılması ancak bunun büyük ölçüde yatırımlarda kullanılması gerektiğini vurgulayan Erhürman, “Bu hükümetin göreve başladığı süreden sonra genel olarak kullandığı dile ve kurduğu argümantasyona bakınca ‘TC’den parayı biz buraya getiririz ve bu para geldikten sonra da memlekette sorun kalmaz’ yaklaşımı var. 15 ay içinde bunun doğru yönteminin bu olmadığını görüyorum, o yüzden de geleceğe dönük planlarımı doğru yöntem üzerinden kurmaya çalışıyorum” diye konuştu.
“15 ayı kendi şartları içinde değerlendirmemiz lazım”
- Soru: Dörtlü koalisyon bir ilk oldu, yaşandı, bitti. Size göre nasıl bir 15 aydı?
- Erhürman: Önceden de koalisyonlar oldu ama dört partiden oluşan bir koalisyon olmadı. Dolayısıyla ilk başta ben dahil herkes dörtlü bir koalisyonun çok da kolay olmayacağını, eşgüdüm içerisinde çalışmasının son derece güç olacağını düşündü. Şimdi geriye dönüp baktığımda görüyorum ki, ikili ya da üçlü bir koalisyonda ne sorunlar yaşanacaksaydı, dörtlü de de benzerleri yaşandı.
15 ayın nasıl bir 15 ay olduğunu kendi şartları içinde değerlendirmemiz lazım. Bu 15 ay TL’nin döviz karşısında çok ciddi değer kaybettiği, sel felaketi gibi aslında ülkenin alışık olmadığı felaketlerin yaşandığı bir 15 aydı. Ayrıca 2017 yılında, bütün bu sorunlar yokken TC’den 930 milyon TL civarında bir kaynak aktarılmışken, 15 ay içerisinde sadece 2018’de 485 milyon TL aktarıldı, 2019’da hiç para aktarılmadı. Yerel kaynaklardan 2018’de 300 milyon TL civarında savunma harcamaları için kullanmak durumunda kaldık. Dolayısıyla ekonomik açıdan büyük sıkıntıların yaşandığı, ülkenin beklediği kamu yatırımlarının gerçekleştirilemediği bir 15 aydı. Bunlar sıkıntılar bacağı fakat bu 15 ay içinde bugüne kadar yapılmayan bir sürü şey de tüm sıkıntılara rağmen yapılabildi. Çok iş yapıldı, daha fazla iş yapılamaz mıydı? Elbette bizim hedefimiz daha fazla iş yapmaktı ama daha fazla iş yapmak için paraya ve zamana ihtiyaç var. Ayrıca 15 ay gerçekten de sınırlı bir zaman çünkü ülkenin ihtiyaç duyduğu reformlar, yatırımlar aslında uzun erimli şeyler. Ülkede 3-5 günde bozulmayan şeyleri 3-5 günde tamir etmeniz de mümkün değil. Köklü değişimler istiyorsanız uzun erimli planlar olmak zorunda ve 15 ay bu planların gerçekleştirilmesi açısından yeterli olmuyor. Hükümet sürekli olarak “ha gitti, ha gidecek” tartışmalarının içerisinden geçtiği için uzun erimli plan yapmak konusunda da bir motivasyon kaybı ister istemez yaşadı.
“Memleketin asıl meselesi gelirleri artırmak, üretimi çoğaltmaktır. Kaybettiğimiz her gün, gelecek kuşaklardan çalınmıştır.”
“Kaybettiğimiz her gün, gelecek kuşaklardan çalınmıştır”
- Soru: Dörtlü koalisyon neden bitti? Nasıl bozuldu bu hükümet?
- Erhürman: Dörtlü koalisyonun neden bozulduğuna dair kamuoyunda çok fazla tartışma yaşandı, kamuoyunda belli kanaatler de oluştu. Ben kendi adıma siyasetin hep ileriye doğru bakması ve bu ülkede siyasetin dilini doğru yerden kurmamız gerektiğini düşünenlerdenim. Zaten toplumda tartışmalar bu kadar yoğun yaşanmışken, belli kanaatler de oluşmuşken durmadan geriye dönerek “aslında şu sebeple, bu sebeple bozuldu” gibi bir tartışmanın içine girmeyi zaman kaybı olarak değerlendiriyorum. Gerçekten kaybettiğimiz her günle gelecek kuşaklardan bir gün çalmış oluyoruz. Eğer bu memlekette siyaseti konuşacaksak, gündem yapacaksak, siyasetin geleceğine dair konuşmamız lazım. Nasıl olacak da bu ülkede gelirleri daha fazla artıracağız, giderleri biraz daha fazla azaltacağız; turizmde, yükseköğretimde sıkıntıları aşıp bu alanlardan daha fazla gelir nasıl elde edeceğiz, bilişim sektörünü 3. sektör olarak turizmin ve yükseköğretimin yanına nasıl yerleştirebileceğiz ki bu ülkede hem istihdamı artıralım, hem ülkenin gelirlerini artıralım! Nasıl olacak da bu ülkede tarımı yeniden planlayacağız, özellikle su meselesini dikkate alarak... Nasıl olacak bu ülkede enerjiyi biraz daha ucuz hale getireceğiz ki sanayici üretime devam etsin? Bu ülkede nasıl olacak da ithalatı özellikle yerli ürünle ikame edebileceğiz yani özellikle turizm sektörünün ithal ettiği ürünlerin yerine içeride doğru şekilde, doğru standartta ürettiğimiz ürünleri yerleştirebileceğiz? Memleketin meseleleri bunlar.
“Toplumun bilmediği bir şey olduğu kanaatinde değilim”
Bir de elbette Kıbrıs sorunu... Eğer siyasetin gerçek gündemini konuşacaksak bütün bunları hep birlikte ele alıp değerlendirmemiz gerekir. Yok işin magazinsel tarafı ilgimizi çekiyorsa, ki genelde öyledir, o zaman “aslında neden bozuldu” gibi tartışmaların içine gireceğiz. Kendi adıma hem üslup itibarıyla, hem siyasetin ülkede dilinin nasıl olması gerektiğine dair kendimce belirlediğim ilkeye göre bunları konuşmayı çok doğru bulmadım. Zaman zaman çok fazla konuşmadığım, çok fazla anlatmadığım için eleştirildim de ama ben bunların konuşulmasının ve anlatılmasının topluma çok bir şey kazandırdığı kanaatinde değilim. Açıkçası toplumun bilmediği bir şey olduğu kanaatinde değilim, her şey zaten konuşuldu, herkes kendine göre kanaatlerini de oluşturdu.
“Keşke daha çok şey yapabilseydik”
- Soru: Kanaat oluştu diyorsunuz, merak edilen sizde oluşan kanaattir. Geleceğe bakalım diyorsunuz ama yaşananlardan ders çıkarırız. Bu 15 aya baktığınızda keşkeleriniz, “iyi ki”leriniz nelerdir?
- Erhürman: Yaptıklarımız “iyi ki” dediklerimdir. Keşke fazlasını yapabilseydik. Mesela keşke belediyeler reformunu, kamu reformunu da yetiştirip yapabilseydik. Bunların yanında çok kısa bir süre sonra sonuçlarını vermesini beklediğimiz, başlattığımız bir sürü çalışma vardı, “keşke vaktimiz olsaydı da o çalışmaları tamamlayabilseydik” dediğim elbette çok şey var çünkü bizim planımız 15 ayda hükümetin bitmesi üzerine kurulmuş değildi, hedeflediğimiz uzun erimli bir hükümet çalışmasıydı. Her alanda da önümüze koyduğumuz belli sürelerde ulaşmayı düşündüğümüz hedefler vardı. Bunlara ulaşamadık ama sonuç itibarıyla bunlara bundan sonraki hükümetin ulaşması için de mecliste her türlü desteği vereceğiz, o yönde çalışma yapılmazsa buna yönelik eleştirilerimizi de yapacağız. Çünkü burada devamlılık esastır, “benim hükümetim yapamadı, benden sonra gelen hükümet de yapamasın”ın bana kazandıracağı birşey yok, eğer siyaseti halk için yapıyorsam.
“TC’den buraya kaynak aktarılması gerekir ama bu kaynak büyük ölçüde yatırımlarda kullanılması gereken bir kaynaktır.”
“Kişisel olarak hissettiğiniz duygular çok önemli değil”
- Soru: “Gözlerine bakarım” dediğiniz ortaklarınızla ekonomi konusunda bazı tedbirler üzerinde detaylı bir çalışma yapılırken, 15 ayın sonunda koalisyonun bir anda bozulmasından sonra ne hissediyorsunuz?
- Erhürman: Kişisel olarak hissettiğiniz duygular çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan şey siyaseten neyi yaşadığınız, nasıl bir tecrübe edindiğiniz ve edindiğiniz tecrübenin geleceğe yönelik olarak sizin çalışmalarınıza nasıl yön vereceğidir. Hiç kimseye kızgınlığım, kırgınlığım, dargınlığım yoktur. Herkes doğal olarak siyasette bir takım stratejiler üzerinden hareket eder, önemli olan sonuçlardır ve o sonuçlara sizi götüren yolda sizin edindiğiniz deneyimdir.
Benim 15 ay içinde edindiğim önemli bir deneyim bizim hiç kaçınılmaz bir biçimde bu ülkenin ekonomisiyle ilgili ciddi bir çalışma yürütme zorunluluğumuz olduğudur. O yüzdendir ki, ben hiç vakit kaybetmeden ekonomiyle ilgili parti içerisindeki çalışmayı başlattım. Çünkü bizim bir an önce gelirlerimizi daha da artıracak ve giderlerimizi, ekonomiyi daraltmadan dengeleyecek bir programı hazırlamamız lazım. CTP olarak bu konuda 15 ay içerisinde çok deneyim biriktirdik. Bu çalışmayı başlattık çünkü yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz TC’den buraya kaynak aktarılması gerekir ama bu kaynak büyük ölçüde yatırımlarda kullanılması gereken bir kaynaktır. KKTC ekonomisinin kendi kendini döndürebileceği bir mekanizma olmalıdır ki TC’den protokoller aracılığıyla gelecek kaynak büyük ölçüde bu ülkedeki altyapı ile ekonomik ve sosyal kalkınmayı etkileyen yatırımlar için kullanılabilsin. Dolayısıyla ciddi bir ekonomik modeli siz bu ülkede oluşturmadığınız takdirde yönetme becerisini göstermeniz de mümkün olmayacak.
Kıbrıs sorununun çözümü de bizim için önemlidir ama Kıbrıs sorununun çözümüne giden yolda bu ülkenin sosyal ve ekonomik kalkınması da son derece önemlidir.
“İstikrar meselesini çözmemiz gerekiyor”
- Soru: 15 ayın size en çok öğrettiği kavram hangisidir?
Erhürman: Bu 15 aylık tecrübenin sonrasında en çok önemsediğim kelime zaman kelimesidir. Çünkü KKTC’de zamanı hep israf ettik, bu israf hükümet değişiklikleri dolayısıyla da yaşanıyor. Oturup kadrolarınızı oluşturuyorsunuz, planlarınızı yapıyorsunuz, hayata geçirmeye fırsat bulamadan gidiyorsunuz, başka hükümet geliyor o oturup kendi kadrolarını oluşturuyor, planlarını yapıyor, hayata geçirememeden o da gidiyor. Bütün bunların sonucu Kıbrıs Türk halkının gerçekleştirilmesi gereken uzun erimli planların gerçekleştirilmemesi dolayısıyla sürekli olarak Avrupa’daki diğer halklardan daha geriye doğru gitmesidir ve bu da en çok endişe veren şeydir. Bu ülkede işleyen bir ekonomik yapı, yönetsel yapı kuramadığımız ve gençlerimiz bu ülkeye geldikleri takdirde kendi potansiyellerini gerçekleştirme şansına sahip olacakları izlenimine sahip olmadıkları müddetçe; biz bu ülkede sürekli varoluş sıkıntısını, sorun olarak kafamızda dolaşan “biz var olabilecek miyiz, kendimizi geleceğe taşıyabilecek miyiz” sıkıntısını hep yaşayacağız. Siyasetin temel sorunu budur. Hepimizin çok çalışması gerekiyor.
“İstikrar meselesini, hükümette bulunduğunuz sürede istikrarlı biçimde belli bir zamana sahip olma meselesini çözmemiz gerekiyor.”
“İstikrar meselesini çözmemiz gerekiyor”
- Soru: Peki yeni hükümet ne yapacak? Meclis tatile giriyor ve ardından yine seçim var.
- Erhürman: Duvarı yıkılan okulun duvarını yapmak, eksilen öğretmenin yerine yeni öğretmen atamakla bu memleketin yapısal sorunlarını, temel sorunlarını çözmek mümkün değil. Cari işleri hükümet yapabilir, bizim hükümetimiz yaptı, bundan sonraki hükümet de yapmaya çalışacaktır ama daha önemlisi cari işler değil de bu ülkenin geleceğe doğru atılım yapmasını sağlayacak olacak planlı, programlı işlerdir. Bu planlı programlı işleri yapma kapasitesi ve zamanı doğal olarak yeni hükümetin de yoktur. Dolayısıyla bu da bir zaman kaybıdır. Bu, ilk defa bu dönemde yaşanmış bir şey değildir, geçmişte de defalarca hükümetler kuruldu, bozuldu. İstikrar meselesini, hükümette bulunduğunuz sürede istikrarlı biçimde belli bir zamana sahip olma meselesini çözmemiz gerekiyor. Böyle bir şeyi “böyle bir sorun var, başkanlık sistemi bunu çözer” gibi sloganlarla yapamayız. Ben başkanlık sistemini tartışmaktan hiç kaçmadım, bunu tartışmaya hazırız ama başkanlık sistemini tartışmak demek “her durumda, her türlü sorunu çözmeye hazır bir anahtardır, gelirse tüm sorunları çözer” gibi bir şey değildir. Ciddi ciddi tartışılacaksa, bütün örnekleriyle ele alınacaksa konuşalım. Başka şeyleri de konuşabiliriz, parlamenter sistemin daha güçlendirilmesine ilişkin modeller de gündeme gelebilir.
Hükümetin ilk yapması gereken...
Hükümetin ilk yapması gereken gelirleri nasıl artıracağı, giderleri nasıl azaltacağı üzerinde çalışmaktır. Bizim hükümetteyken yaptığımız bir çalışma da vardır, HP hem o hükümette vardı, hem de bu hükümette var. İlla ki bizim hükümetteyken yaptığımız çalışmaların bire bir takip edilmesi de gerekmez. O çalışmadan yararlanılır veya yararlanılmaz, benim düşüncem bu ülkede gerçekten kendi kendini yöneten bir ekonomik model yaratmanın bir numaralı hedef olduğudur.
Bu hükümetin göreve başladığı süreden sonra genel olarak kullandığı dile ve kurduğu argümantasyona bakınca “TC’den parayı biz buraya getiririz ve bu para geldikten sonra da memlekette sorun kalmaz” yaklaşımı var. 15 ay içinde bunun doğru yönteminin bu olmadığını görüyorum, o yüzden de geleceğe dönük planlarımı doğru yöntem üzerinden kurmaya çalışıyorum. TC’den bu ülkeye para gelmeye devam etsin, bizim buna ihtiyacımız var. Ama bizim yapacağımız doğru çalışma TC’den gelen parayı sadece yatırımlar için geleceğe dönük kullanacağımız bir para olarak değerlendirmek, onun dışında kendi kaynaklarımızı doğru kurgulamak, doğru yönetmek. Dolayısıyla bu belli ki bir yaklaşım farklılığıdır. Çünkü bu ülkede eğer geleceği “her zaman TC bize parayı gönderecek ve gelen parayı biz burada paylaştıracağız bunun adı da ekonomik yapı olacak” diye bakıyorsak, böyle bir ekonomik yapı, böyle bir devlet anlayışı, federasyon kurulursa böyle bir federe devlet anlayışı hiçbir zaman olamaz. Her ülke her şeyden önce kendi potansiyelini, kendi kaynaklarını doğru kullanarak, kendi kendini çevirebilen bir yapıyı yaratmakla yükümlüdür.
“TC ile ilişkiler yaşamsal önemdedir diyorum çünkü Kıbrıs sorununu çözecekseniz de TC ile çözeceksiniz, çatışmacı üslupla siyaset yapmak akıl dışıdır ve gerek de yoktur.”
“TC ile çatışmacı bir üslupla siyaset yapmak akıl dışıdır”
- Soru: TC ile ilişkilerin yaşamsal önemi olduğunu, doğru zemine oturması gerektiğini söylüyorsunuz. Toplumda bir algı var, yıllar içinde yaşananlar, müdahaleler var...
- Erhürman: TC ile olan ilişkiler ya da sorunlar da 3-5 yılda oluşmuş sorunlar değil. Onlarca yıl içerisinde ortaya çıkan bir takım alışkanlıklar, ilişki biçimleri neticesinde bu noktaya geldi. Ben 15 aylık tecrübeme baktığımda ne görüştüysem, ne söylendiyse, özellikle protokolle ilgili, hepsini meclisle de kamuoyuyla da açık yüreklilikle paylaştım. “İnsanların gözüne bakarım, öyle iletişim kurarım” lafı çok konuşuldu. Ben bundan başka iletişim yöntemi bilmem, ben insanlarla göz göze bakarım, açık yüreklilikle konuşurum, bana söylediklerini samimiyetle söyledikleri olarak kabul ederim. 15 ay içinde TC’den benim yaptığım bir görüşmede yaşadığım herhangi bir ciddi sorun yok. 15 aylık tecrübeyle yaşadığım şeylerden esinlenerek, TC ile ilişkiler yaşamsal önemdedir ve doğru zemine oturtulabilir. TC ile olan ilişkilerimizi, onlarca yıldır bozulan zemini düzelterek, yavaş yavaş doğru zemine oturtabileceğimizi görüyorum. Bu konuda TC yetkilileriyle de karşılıklı bir anlayış birliğimiz vardı.
“TC ile ilişkileri doğru zemine oturtmada daha kat edecek yolumuz var”
TC ile ilişkiler yaşamsal önemdedir diyorum çünkü Kıbrıs sorununu çözecekseniz de TC ile çözeceksiniz, Kıbrıs sorunu çözülmeden önce dış ilişki kuracaksanız da bunu Türkiye ile birlikte çalışarak yapmak zorundasınız. Çözümün olmadığı ortamda memlekette ürettiklerinizi dışarıya satmak istiyorsanız, TC ile bağlantılı olarak bunu yapacaksınız. Doğu Akdeniz’i bir bütün olarak düşünmek zorundasınız, TC bir aktör olarak bunun parçasıdır. Doğu Akdeniz’in bir barış bölgesi olmasını istiyorsanız, bunu TC ile birlikte yapmak zorundasınız. Kaldı ki bütün bunlara ek olarak TC ile tarihsel, sosyolojik, kültürel, pek çok alanda ilişkimiz var. Bütün bunları düşündüğünüzde TC ile çatışmacı bir üslup içerisinde bir siyaset yapmak son derece irrasyonel (akıl dışı) bir şeydir ve gerek de yoktur. Bu komşunuz olan bir ülkeyle ilişkilerdir ama nasıl bir komşu? Herhangi bir komşu da değil. Finlandiya- Rusya komşuluğuna benzemez, tarihsel, kültürel, sosyolojik pek çok ilişkiniz olan bir ülkeden bahsediyoruz. 15 ay içerisinde TC ile ilişkileri hep en iyi seviyede tutmaya çalıştık ve çok ciddi bir sorun yaşadığımızı söyleyemem, eşgüdüm içerisinde çalıştık. İlişki doğru zemine oturdu mu sorusunun cevabı, daha kat edecek yolumuz var. Çünkü diğer sorunlarımızda olduğu gibi, sağlık, güvenlik, eğitim sorunlarında olduğu gibi bir tür dış politika sorunu olan TC ile ilişkiler sorununda da onlarca yıl içerisinde oluşmuş bir takım sıkıntılar var. Bunları 10 gün içinde, 15 ay içinde tamamen ortadan kaldırmanız, çözmeniz mümkün değil.
“Federal çözüm 50 yılda olmadıysa, AB çatısı altında iki ayrı devlet 150 yılda olmaz.”
“Akıllara durgunluk veren bir iddia”
- Soru: Hükümet programında AB’de iki devletin federasyon tezinden çok daha gerçekçi olduğu yazıldı ve bu çok da konuşuldu. AB’de iki devlet mümkün müdür?
- Erhürman: Kudret Bey’in müzakerecilik geçmişine saygı duyuyorum, bu işi iyi bilen insanlardan biridir. O yüzden ben onun söyledikleri üzerinden değil de kendi bilgim üzerinden konuşuyorum. Elimizdeki veri nedir? Crans Montana’da TC tarafı da, Kıbrıs Türk tarafı da çok önemli açılımlar yapmış olmasına, aslında çözüme hemen hemen ramak kalmış diyebileceğimiz bir noktada bulunmamıza rağmen Sayın Anastasiades’in federasyon konusunda son adımı atmamış olmasıdır. Bu elimizdeki birinci veri. İkinci veri de sayın Anastasiades’in Crans Montana’da kapalı odalarda, BM önünde değil, bazı yetkililere “federasyon olmazsa bile başka formüller konuşabiliriz” anlamına gelecek şeyler söylediği ve bunların içinde AB çatısı altında iki ayrı devletin de olabileceğidir. Bu da bir veridir çünkü bu sadece KKTC’de ve TC’de söylenmiş değildir, güneyde Andros Kiprianu da buna ilişkin şeyler söylemiştir. Bunlar olgudur, gerçekliktir. Şimdi yorum yoluyla bir yere gitmek gerekir. Benim yaptığım yorum Sayın Anastasiades’in Crans Montana’dan döndükten sonra sürekli olarak kafa karıştırmaya yönelik bir takım şeyler söylemek suretiyle zaman kazanmaya çalıştığıdır; çünkü ortaya bir takım kavramlar serpiştirmiştir, desentralize federasyon, gevşek federasyon, zaman zaman kapılar ardında konfederasyon, iki ayrı devlet gibi. Ben bunları söylemesinin sebebi olarak zaman kazanıp Türk tarafının Crans Montana’da elde ettiği moral üstünlüğü zaman içerisinde yok etme çabası olarak görüyorum. Sayın Anastasiedes Crans Montana’da federayona evet demeye cesaret edemedi, sonra zamana yayarak bizim moral üstünlüğümüzü ortadan kaldırmaya çalıştı. Federasyona özellikle de siyasi eşitlik dolayısıyla evet diyememiş olan Anastasiades’in şimdi bugüne kadarki, “bütün Kıbrıs’ı Kıbrıs Cumhuriyeti olarak temsil ettiği” iddiasından vazgeçip KKTC’yi tanımasını ve AB çatısı altında iki ayrı devlet olarak bulunmasını bekliyoruz. BM Güvenlik Konseyi’nde 5 daimi üyenin Kıbrıs konusuyla ilgili bugüne kadarki bütün kararları değiştirmesini sonra tüm AB üyelerinin KKTC’yi tanımasını bekliyoruz. Bütün bu beklentimizi de neye dayandırıyoruz, “50 yıl görüştük, Rumlar zaten federasyon istemiyor. Daha kısa sürede bunu halledebiliriz” diyoruz ve buna da hükümet programında “çok daha gerçekçi” diye referans veriyoruz. Ben bunun akıllara durgunluk veren bir iddia olduğunu düşünüyorum ve bunu halkımla paylaşmak zorundayım. “50 yıldır görüştük” diyenlerle aynı endişeyi taşıyorum, bu halk zaman kaybediyor. Ama zaman kaybını durdurmanın yolu olarak “çok daha gerçekçi” diye ortaya konan modele hiçbir şekilde katılmıyorum. O 50 yılda olmadıysa, bu 150 yılda olmaz. Sonuç itibarıyla bütün bunların olabilmesi için Anastasiades’in evet demesine ihtiyacımız var. Bunu gerçekçi bulmuyorum ve başka açılardan da tehlikeli buluyorum, çünkü böyle bir yapı içinde toprak, mülkiyet, güvenlik ve garantiler meselesinin ne olacağı ne konuşuldu, ne tartışıldı. Sadece sloganlar üstünden konuşuluyor, altı doldurulmuyor. Bu doğru bir siyaset yapma biçimi değildir, bu halkın önüne gerçekçi olmayan bir takım tezlerin konulmasını da doğru bulmuyorum. Bu tip şeyler bize zaman kaybettirmekten başka hiçbir işe yaramaz, geçmişte de örnekleri yaşandı.
Sonuç itibarıyla şu anda masada var olan formül federasyondur. O yüzden biz de “sıfırdan bir müzakereyi asla kabul etmiyoruz, eğer bir şey yapılacaksa sonuç odaklı takvimi belli bir müzakere masası oluşturulur ve o takvim içinde bu sorun çözülür, çözülmeyecekse de çözülmeyeceği görülür” diyoruz. Masaya oturulduğunda sonuç odaklı takvimi belli şekilde federasyon görüşülecektir ama masaya oturulmadığı süre içerisinde Kıbrıs Türk tarafı zaman kaybetmeksizin, çok yoğun ve çok yönlü bir dış politika hamlesini, TC’nin desteğiyle başlatmalıdır. İçeride de parça parça federasyonu, iki toplumu hazırlayacak, iki toplum arasındaki karşılıklı bağımlılığı güçlendirecek hamleleri Kıbrıs Türk tarafının sürekli zorlaması gerekiyor. BM Genel Sekreteri Guterres “ucu bucağı belli olmayan müzakereler dönemi kapanmıştır” dedi ve olması gereken Guterres’in de söylediği, Türk tarafının tezi olan sonuç odaklı, takvimli bir müzakere döneminin başlamasıdır. Sayın Anastasides ona da yaklaşmıyorsa o zaman BM, AB ve başka güçlü ülkelerle de hangi düzeyde olursa olsun, Türkiye’nin de yardımıyla, ilişkiler kurmak suretiyle “bunlar olmuyorsa biz buzdolabında bekleyemeyiz, bizimle ilgili çeşitli açılımları gündeminize alın” demeliyiz. Maraş meselesi, ara bölge ne olacak, Kıbrıs Türk halkının sosyal ve ekonomik kalkınması, Avrupaya entegrasyonu nasıl sağlanacak. Bütün bunları sürekli zorlayarak çok yönlü dış politika çalışmalarıyla gündeme getirmemiz gerekir diye düşünüyorum.
- Soru: Sonbaharda CTP kurultayı var. Tufan Erhürman’ın yakın gelecekteki hedefi “Tufan hoca” olmak mıdır yoksa “Tufan başkan” olarak veya parti içinde aktif bir şekilde siyasette mücadele etmeye devam etmek midir?
- Erhürman: Ben kariyer hedefleri olan biri olmadım. Kendime göre o dönem içerisinde halka karşı neyin görevim ve sorumluluğum olduğunu düşünerek karar verdim. Akademide olduğum zaman da sadece bir üniversite öğretim üyesi olmadım, hep yazdım, televizyonlara çıktım, kamusal meselelerle ilgili kendi düşüncelerimi paylaşmaya çalıştım. Dolayısıyla içinde bulunduğum dönemde kendi üstüme düşen görev ve sorumluluk nedir sorusuna verdiğim cevap benim nerede bulunacağımı belirler. Ama siyaset açısından baktığınızda bu cevabı tek başıma vermem doğru değildir çünkü bir siyasi partinin içerisindeyim. Siyasi partinin ortak aklı örgütlerinde yapılan toplantılar sonucunda yetkili organların karar vermesiyle ortaya çıkar. CTP bana gerek genel başkanlık, gerek başka konularda “sana şu görev ve şu sorumluluk düşüyor” dendiği noktada ben elbette kendi değerlendirmemi ailemle birlikte yaparım ve ona göre kararımı veririm. Dolayısıyla ne üniversiteye gitmek beni rahatsız eder, ne partinin içerisinde kalmak beni rahatsız eder. Benim için önemli olan bu içinde bulunduğumuz koşullarda bana düşen görev ve sorumluluğun ne olduğuna ilişkin öncelikle partimin ortaya koyacağı görüştür.