Dortmund Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi öğrencilerine, “kayıplar”la ilgili sunuş yaptık...
Dortmund Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi öğrencilerine, “kayıplar” ve toplu mezarlarla ilgili çalışmalarımızı anlatan bir sunuş yaptık.
18 Nisan 2024 Perşembe günü Lefkoşa’da ara bölgede, Yeşil Hat üzerindeki Dayanışma Evi’nde gerçekleştirdiğimiz sunuşta bir haftalık bir inceleme-araştırma-gözlem gezisi için Almanya’dan Kıbrıs’a gelen genç gazeteci adaylarına Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum “kayıplar”ın öykülerini aktardık, onların gömü yerlerinin bulunması için adamızın kuzeyinden ve güneyinden okurlarımızın nasıl yardım ettiğini örnekler vererek anlattık.
DOHNİ VE GALATYA’NIN “KAYIPLAR”I...
Gerek 1963-64, gerekse 1974 yıllarında “kayıp” edilen Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın öykülerini aktardığımız Almanya’dan genç gazeteci adaylarına, “kayıp” yakınlarının neler yaşadığını da anlattık. Fotoğraflarla örnekler vererek 1974’te faşist EOKA-B’ye mensup bazı Kıbrıslırumlar’ın Dohni’den “kayıp” ettikleri Kıbrıslıtürkler’in öyküsünü, eşi ve oğlu “kayıp” edilen Cemaliye Şöförel’in öyküsünü, katliamdan sağ kurtulan Suat Kafadar ve yaşadıklarını aktardık gençlere. Yerasa ve Pareklişa’daki toplu mezarların kazılması esnasında çektiğimiz fotoğrafları da gösterdiğimiz gençlere 1974’te bazı faşist Kıbrıslıtürkler tarafından öldürülerek Galatya gölündeki iki toplu mezara gömülen 17 sivil Kıbrıslırum’un öykülerini de anlattık ve Galatya’da toplu mezarlar kazılırken çektiğimiz resimleri gösterdik.
OKURLARIMIZIN OLAĞANÜSTÜ KATKILARI...
Minareliköy (Neahorgo Kitrea), Masari (Şahinler), Trikomo (Yeni İskele), Lisi (Akdoğan), Kömürcü (Girne Boğazı), Kitrea (Değirmenlik/Cirga), Konia Baf gibi okurlarımızın bize ve Kayıplar Komitesi yetkililerine göstermiş olduğu gömü yerlerinde yapılan kazılarda kalıntıları bulunan “kayıp” Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın kimler oldukları, kimliklendirme ardından aileleri tarafından yapılan cenaze törenlerinden fotoğraflarla aktardığımız gençlere Leymosun yakınlarındaki Ayios Yeorgios Alamanos’ta bir mağaraya götürülerek öldürülen üç Kıbrıslıtürk’ün öyküsünü ve burada biten bir incir ağacının öyküsünü de anlattık.
“KAYIP” OĞLU İÇİN EV SATIN ALAN ANNE...
Bir insan “kayıp” edilince geride kalan ailesinin o “kayıp” şahsın ölmüş olduğuna kesinlikle inanmadığını, genelde tüm “kayıp” yakınlarının sevdiklerinin dönmesini beklediklerini de aktardığımız genç gazeteci adaylarına, Komikebir’den Panayota Hanım’ın “kayıp” oğlu geri döndüğü zaman kalacak bir yeri olsun diye gidip de nasıl bir ev satın almış olduğunu anlattık.
BU İNSANİ BİR ACIDIR...
“Kayıp” yakınlarının acılarının ortak olduğunu, “Türk acısı”, “Rum acısı” diye bir acı olmadığını, tümünün de insani acılar çektiğini belirttiğimiz sunuşumuzda aldığımız tehditleri ve ödülleri, son 23 senedir YENİDÜZEN ve POLİTİS gazetelerinde yürüttüğümüz çalışmaları, Kıbrıslıtürk, Kıbrıslırum ve yurtdışından okurlarımızın “kayıplar”ın gömü yerlerinin bulunması, öykülerinin ortaya çıkarılması ve gerçekte neler yaşandığının yazılması için yaptıkları olağanüstü katkılara da dikkati çektik...
“Kayıp” yakınlarının çok büyük acılar çektiğini, sevdiklerinin akibetini öğrenebilmek için onlarca yıldır beklediklerini, çatışmalar ve savaşlar sürecinde pek çoğunun göçmen de olup evlerini, yerlerini de kaybettiklerini aktardığımız gençlere Kıbrıs sorununun “iki taraflı bir sorun” olmadığını, pek çok “taraf”ın bu sorunun yaratılıp sürdürülmesinde önemli roller oynadıklarını belirttik. Kıbrıs sorununun uluslararası bir sorun olduğunu, Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum toplumlarının yanısıra Türkiye, Yunanistan, İngiltere, ABD, Rusya, AB, BM’nin de soruna dahil olduğunu ve bazılarının da sorunun yaratılması ve sürdürülmesinde önemli roller üstlendiklerini anlattığımız gençlere Kıbrıs’ta Kıbrıslılar için alan bulunmadığını da belirttik. Kıbrıs’ta “iki taraftan birini seçmeye zorlanan” Kıbrıslılar olduğunu, ortak yaşam için altyapıların bilinçli olarak oluşturulmadığını, Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünün devamı için toplumlar arasında karşılıklı anlayış, işbirliği ve bir barış kültürü oluşturulmasına ve adaya barış gelmesine karşı her iki taraftan bazı güçlerin yoğun çaba içinde olduğunu aktardık gençlere...
GAZETECİLERİN DURUMU...
Gençler Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum gazetecilerin durumunu da öğrenmek istediler ve “kayıplar” konusunun yanısıra, genç gazeteciler hakkında da çeşitli sorular sordular, biz de bu soruları yanıtladık...
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’E ZİYARET...
Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs’taki en üst düzeydeki yetkilisi olan Colin Stewart da gençlere UNFICYP (BM Barış Gücü) merkezinde Kıbrıs’taki Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün ne tür çalışmalar yapmakta olduğu hakkında ayrıntılı bilgi verdi.
Dortmund Üniversitesi gazetecilik bölümü öğrencileriyle...
*** Ulus Irkad, Mağusa’ya sürgün edilen, 1815-1848 ve sonrası Fransız ihtilali etkisinde eylemci ve devrimci aydın Namık Kemal hakkında Mağusa’da sunuş yaptı...
“Mağusa’ya sürgün edilen devrimci aydın Namık Kemal...”
Ulus Irkad
Her Daim Doğa Dostları, Karpaz Dostları Derneği ve Toplumsal Varoluş Derneği’nin ortak etkinliği “Namık Kemal’in Mağusa anıları” konulu seminer, geçtiğimiz Cumartesi günü Bandabuliya’da Sonay Adem Kütüphanesi’nde düzenlendi. Bu etkinlikte yaptığım sunuşu, Yenidüzen okurlarıyla da paylaşıyorum...
Namık Kemal salt Mağusa’ya, Osmanlı Padişahı tarafından “Vatan Yahut Silistre” adlı piyesinden ötürü sürgün edilen bir aydın değildi. Avrupa’da 1789 sonrasında etkisi devam eden Fransız İhtilali veya Devrim’inin bir militanı, Paris Komünü’ne arkadaşları, Ali Suavi, Ahmet Mithat, Şinasi ile şahit olmuş hatta Paris Komünü’nde aynen Şinasi gibi yere düşen Komün Bayrağını tekrar yerine diken bir özgürlük savaşçısıydı. Bu savaşçı Osmanlı topraklarında 1800’lü yılların etkisiyle, Tanzimat ve Serveti Fünun Reformları’na öncülük yapmış ve Fransız İhtilali’nin tüm değerlerinin de savunuculuğunu yapmıştır. Tabii ki Namık Kemal ve arkadaşları Osmanlı topraklarında tahlil yaptıklarında Osmanlı sultanlığının demokratikleşmesi ve de Sultanlık Rejimin frenlenmesi için Meşrutiyet’i savunmuşlardır. Çoğulcu, laik ve batı demokrasisi ile demokratik ve hukusal devleti veya demokratik milliyetçilikle demokratik cumhuriyetçiliği savunmaktaydılar. Pek tabii ki o yıllarda Tanzimat’la Osmanlı yazınına yenilikler getirirken yazdıkları eserleriyle de Anadolu’da ve Osmanlı topraklarından yaşayan halkların Osmanlı’nın çürümekte olduğunu, gerilemekte olup toprak kaybetmekte olduğunu, dolayısıyla demokratikleşmenin bir elemanı olan Meşrutiyet’in ilan edilmesini ve “Tek Adam Rejimi” olan Sultanlığın bir meclisle frenlenmesi gerektiğini savunmuşlar, yargıyı, yürütmeyi ve yasamayı kendine bağlayan Padişah’ın yetkilerinin kısıtlanmasını savunmaktaydılar. Bu şekilde 1800’lü yılların savunulan demokratik normlarının bir şekilde savunulmasını yapmışlardır.
1800’LÜ YILLARDA AVRUPA’DA NE OLUYORDU
Bu yıllarda tüm hareketlere ve olaylara Fransız İhtilali’nin doğurduğu fikir akımları etki etmektedir (Bk. Prof. Dr Fahir Armaoğlu, 20 yüzyıl Siyasi Tarihi, sf. 16). “1789 ihtilali iledir ki, toplumların bu siyasal düzeni yıkılmaya başlamıştır. Şimdi hükümdarın sınırsız otoritesine karşı, kişinin varlığı ve bu varlığın, insan olmak haysiyeti dolayısı ile sahip buluduğu temel hak ve hürriyetler, sınırlayıcı bir unsur olarak çıkıyordu...” (sf. 16)
Fransız İhtilali nedeniyle birçok krallık veya imparatorluk orada yaşayan çeşitli etnik gruplar nedeniyle parçalanmaya veya bu parçalanmayı durdurmak için demokratikleşmeye mecbur kalıyorlardı. Namık Kemal ve arkadaşları Meşrutiyet Yönetimleri ile bunu durdurma mücadelesine giriştiler. Halkı bilinçlendirip kendilerine bağlı bir halk hareketini savundular. Bilhassa Namık Kemal’in sürgün edilmesinden “Vatan Yahut Silistre” Piyesi’nin bunda etkisi büyüktü. Piyes bittiğinde Namık Kemal omuzlara alınmıştı. Bu dönemde Avrupa’da üç ideoloji tartışılmaktaydı. Liberasyon: Özgürlük, Nasyonalizm: Nasyonalizm Fransız Milliyetçiliğiydi ve Demokratik Milliyetçilik olarak niteleniyordu, pek tabii ki gene aynen Fransız İhtilali’nde olduğu gibi Sosyalizm savunuluyordu ve Namık Kemal, Ali Suavi, Şinasi, gene arkadaşlarından Ahmet Mithat Bey bu ideolojilerin bir sentezi olarak Osmanlı Devleti’nin de topraklarını koruması için bu ideolojilerin bir sentezi olan daha demokratik bir yapıyı Meşrutiyet İdaresi’ni savunmaktaydılar.
NAMIK KEMAL VE ARKADAŞLARININ 1800’LÜ YILLARIN DEVRİMCİLİĞİ
“Aydın Üzerine Tezler” adlı altı ciltilik kitabında Yalçın Küçük, Ziya Paşa, Namık Kemal ve Şinasi’nin halkçı olduklarını söyler. Bunda da Avrupa Devrimleri’ne hatta 1948 sonrası Paris Komünü Devrimi’ne şahit olmalarına bağlar. Bu aydınlar “Genç Osmanlılar” örgütünü kurarlar ama baskılar artınca Ahmet Mithat Bey mücadeleyi bırakıp Osmanlı Padişahı’na sığınır. Dolayısıyla arkadaşları onu “Dönek” olarak nitelerler. Namık Kemal ve arkadaşlarının o dönemlerde Karl Marks ve çevresiyle sıkı ilişkileri olduğu söylenmektedir. Hatta Karl Marks ve Namık Kemal’in aynı kafeterya ve lokantalarda birlikte yemek yediklerini de Oktay Akbal bir zamanlar makalelerinde savunmuştu. “Mesela Namık Kemal Paris’te iken iktisat kültürünü Emile Acollas’dan almıştı. Acollas ise Communue’ün yani Prusya savaşından sonra da Radikal-Sosyalist Parti’den 1878 seçimlerinde adaylığını koyan bir fikir adamıydı (Yalçın Küçük, Aydın Üzerine Tezler, cilt-2-, sf. 289-Tekin Yayınevi.)
NAMIK KEMAL’İN ÖNEMİ
“Türk aydınları, Kemal ile yaşadılar. Hoşnut oldukları zaman Kemal’i düşünüp daha çok mutlu oldular. Yenilik yolunda yeni bir yola çıkarken Kemal’i hatırlayıp Kemal’den güç aldılar. Düşünmek istedikleri zaman Kemal’i buldular ve zaman zaman eleştirdiler. Ama hep Kemal ile yaşadılar...” (Sf. 500)
MAĞUSA’YA GELDİĞİNDE BİR EYLEMCİYDİ...
Namık Kemal Mağusa’ya geldiği zaman salt bir Osmanlı şairi veya aydını değildi, 1815-1848 Avrupa ve dünya devrimlerini temsil eden bir eylemciydi...
Namık Kemal 1815 yılından sonra Avrupa’da Avrupa burjuva aydınları, liberasyon, özgürlük, Fransız milliyetçiliği, demokratik milliyetçilik ve demokratik cumhuriyetçilik ve de Avrupa’da tartışılan sosyalizm ideolojilerinin birikiminde kendi şahsiyetini bulan çağdaş bir Osmanlı veya çağdaş bir aydın olarak bu devrim değerlerini temsil eden bir kişi olarak Mağusa’ya geldi. Osmanlı milliyetçiliğiyle daha sonra ortaya çıkacak olan Türk veya Türkiye milliyetçiliğinin temsilciliğini yaptı. Kıbrıslıtürkler Atatürk’ten de önce onu tanıdılar. Namık Kemal’i bu değerlerden uzak ve yalnızca bir şair veya aydın olarak tanıtmak sanırım büyük bir eksiklik olacak…