1. HABERLER

  2. ÖZEL HABER

  3. “Döviz artışı yönetilebilir”
“Döviz artışı yönetilebilir”

“Döviz artışı yönetilebilir”

Başbakanlık eski müsteşarlarından, Ekonomist Dr. Berkan Tokar, Türk Lirası’ndaki değer kaybının süreceğini dile getirdi, döviz kurlarındaki artışın ne olacağının öngörülemeyeceğini ancak yönetilebileceğini söyledi.

A+A-

► Başbakanlık eski müsteşarlarından, Ekonomist Dr. Berkan Tokar, Türk Lirası’ndaki değer kaybının süreceğini dile getirdi, döviz kurlarındaki artışın ne olacağının öngörülemeyeceğini ancak yönetilebileceğini söyledi.

► Ülkede dövize endeksli muhasebe sistemine geçilmesi gerektiğine işaret eden Tokar, “Böyle bir muhasebe sistemimiz olsaydı, ne bir enflasyon söz konusu olacaktı ne de bu kadar kur farkı” dedi.

Ayşe GÜLER

Başbakanlık eski müsteşarlarından, Ekonomist Dr. Berkan Tokar, Türk Lirası’ndaki değer kaybının süreceğini dile getirdi, döviz kurlarındaki artışın ne olacağının öngörülemeyeceğini ancak yönetilebileceğini söyledi.

Ülkede dövize endeksli muhasebe sistemine geçilmesi gerektiğine işaret eden Tokar, “Böyle bir muhasebe sistemimiz olsaydı, ne bir enflasyon söz konusu olacaktı ne de bu kadar kur farkı” dedi.

Tokar, UBP-DP-YDP Hükümeti’nin ekonomik açıdan başarılı olmadığını ifade ederek, Türkiye’nin artarak bütçe katkısı yapıyor olmasının da bu şekilde yorumlanabileceğini belirtti.

Kayıt dışılığın giderek arttığına dikkat çeken Tokar, denetim vurgusu yaptı.

Alım gücünün erimemesi için hayat pahalılığı ödemelerinin 6 ay yerine 3 ayda bir düzenlenebileceğini de söyleyen Tokar, girdilerin artmasında enerji ve akaryakıtın önemli olduğunu belirtti.

Tokar, enflasyonist ortamlarda maliye bütçesinin genişlediği, kaynakların arttığından bahsederek, “Enflasyon yükseldiğinde, Maliye’deki para da artıyor. Burada kendisine kaynak transferi söz konusu oluyor. Bu kaynak, alım gücü eksilen kişilere yönlendirilmelidir” değerlendirmesinde bulundu.

Tokar, Türkiye ile imzalanmasına rağmen 2 ay sonra yayımlanan ekonomik protokole de değinerek, protokolün ‘reformist’ olmadığını söyledi, ‘kendi ayakları üzerinde duran ekonomi’ vurgusu yaptı.

Ayrıca Tokar, Türkiye’nin artarak bütçe katkısı yapıyor olması ekonominin gelişmediği noktasında yorumlanabilir. Hükümetin iyi bir ekonomi performansı olduğu söylenemez” değerlendirmesinde bulundu.

“Ekonomide ciddi belirsizlik var”

● Başbakanlık eski müsteşarlarından, Ekonomist Dr. Berkan Tokar, ekonomide ciddi belirsizlik olduğunu söyledi, “Bir reçete yazılacaksa, bütçe açıklarınızın kapanmasına, biriken borçların ödenmesi, dış ödemeler dengesinin düzeltilmesine yazılacak. Bunlar da kemer sıkma, ekonomi siyasetinde ciddi uygulamalar gerektiren unsurlar…” dedi.

● Türkiye’deki seçim sonrasında beklenen ‘döviz krizi’ piyasalarda hissedilmeye başladı. Ekonomik olarak bizi ne bekliyor?

● “Ekonomide ciddi bir belirsizliğin olduğu aşikar. Bugüne kadar Türk Lirası, yabancı para karşısında belli noktada tutuldu. Ancak bu noktada tutulurken, Türk Lirası’nın aşırı değerlenmesi de söz konusu oldu. Kur, Türk Lirası aleyhine değişecek. Beklenti, Türkiye’deki seçim sonrasında ekonominin başına iyi bir kaptanın gelmesiydi… Mehmet Şimşek’in gelmesi de bunu göstermektedir. Ancak kimin geldiğinden öte, ne yapacağı önemli. Şimşek’in bir programla gelmesi bekleniyordu. Ama ortada program yok. Şimşek, rasyonel bir politika izleyeceğini söyledi. Bu açıklamayla da bugüne kadar Türkiye’de uygulanan politikalarının pek rasyonel olmadığını söylemiş oldu. Bu açıklamaların üzerinden Türkiye’de daha farklı bir faiz rejimi ve daha farklı ekonomi siyasetinin uygulanmasını bekliyoruz. Ama bunu bir program üzerinde görmüş değiliz. Türkiye’de başkanlık sistemi var. Bu çerçevede, başkanın görüşü nedir? Bununla ilgili de reaksiyon görmedik.”

● Belirsizliğin halen sürdüğünü söyleyebilir miyiz?

● “Evet… Yazılı dökümanı ortaya çıkarmazsanız, ‘ben bunu uygulayacağım’ demezseniz, her sıkıyı gördüğünüzde oradan sapmanız iki dudağınız arasındadır. Reform programının mutlaka yazılması, TC Cumhurbaşkanı’nın da onaylaması gerekiyor.”

● Rasyonel bir adım atılsa da acı bir reçete olacağı, krizin bedelini halkın ödeyeceği ifade ediliyor. Bu düşünceye katılıyor musunuz?

● “Bir reçete yazılacaksa, neye yazılacak? Bütçe açıklarınızın kapanmasına, biriken borçların ödenmesi, dış ödemeler dengesinin düzeltilmesine yazılacak. Bunlar da kemer sıkma, ekonomi siyasetinde ciddi uygulamalar gerektiren unsurlardır. Döviz kurlarının yükseliyor olması, Türkiye’nin dış ödemeler dengesinde düzelmesine yol açacak. TL değer kaybettikçe, Avrupalının cebine göre, Türkiye ucuzlayacak. Şu anda turizm sezonu… 2 ay önce Euro, 20 TL idi, şu anda 25 TL. Daha önce yurt dışından gelen bir vatandaş 2500 TL gecelik maliyeti olan bir otele daha az ucuz olacak.”

● Peki, bu durum yabancılara ucuz, kendi halkına yabancı bir ülke yaratmaz mı?

● “Halkın ödeyeceği budur…  Kurun gerilemesinden dolayı, daha çok ihracat yapılacak. Turizm sektörü daha çok oda satacak. Böylece, Türkiye’nin ithalatı ve ihracatı arasında denge oluşturulacak. Daha fazla döviz girişi olacak.”

berkan-tokar-1.jpg

“Döviz kurlarındaki artış yönetilebilir”

● Tokar, döviz kurlarındaki artışın ne olacağının öngörülemeyeceğinin ancak yönetilebileceğini dile getirdi, “Alım gücünün erimemesinin yolu hayat pahalılığının ödenmesidir. Eğer çok yüksek enflasyon varsa daha kısa sürede yenilenmesi gerekiyor. 6 ayda değil de 3 ay da bir ücret uyarlaması yapılabilir” şeklinde konuştu.

● Türkiye’den ekonomi ithal ediyoruz. Bu da bize pahalılık olarak yansıyor. Bu dönemde de ciddi bir enflasyonla mücadele edeceğimizi söyleyebilir miyiz?

● “Kesinlikle… Finans piyasalarında faizin yükselmesini bekliyorum. Biz, tüketiminin çok büyük bir bölümünü yurt dışından ithal ediyoruz. Mal ve hizmetin fiyatı sabit kalsa da döviz kurunun yükselmesinden hayat pahalılığı alıyoruz. Türkiye’nin kendi üretimi var. Bize direkt etkisi var. Enflasyonumuza kur geçirgenliği çok yüksektir. Döviz, çıkış trendine girdiğinde ithalatçılar fiyatlara risk faktörünü etkiliyor. Ciddi şekilde enflasyon gelecek. Bu enflasyonla birlikte fiyatlar uyarlandığında, ücretler de, hayat pahalılığı da uyarlanacak. Ülkemizde 6 ayda bir ücret uyarlaması var. 6 ay boyunca sizin satın alma gücünüzdeki gerileme başka bir tarafta toplanmaktadır. 6 ayın sonunda hayat pahalılığı şeklinde; o da ciddi şekilde hesaplanıyorsa bu size geri gelir. Enflasyon, sadece ücretliye etki değil. Örneğin, bugün DAÜ’de de bir tartışma yaşanıyor. Hayat pahalılığını ödeyemeyeceğini, bu artışı yansıtamayacağını söylüyor.”

● Kurlarla ilgili bir öngörüde bulunmak doğru olur mu?

● “Bu konuda tahmin yapmaktan kaçınıyorum. Öngörülebilir, tahmin edilebilir bir durum değil. Ama yönetilebilir bir durumdur. Döviz kurunun yukarıya çıkmasını istemezseniz, uygulayacağınız yöntemler bellidir.”

● Siz Başbakanlık Müsteşarlığı da yaptınız. Oradaki işleyişi de biliyorsunuz. Döviz kurunun yükselişi yönetilebilen bir durumsa ne yapılabilir?

● “KKTC tarafının yapabileceği bir şey yoktur. Çünkü iletişim, TL ile yabancı para arasındadır. TL’nin yönetimi de Türkiye’dedir. Ama bütün paralar, birbirlerinin arasındaki değerlerinin değişmesinin nedeni serbest piyasa şartlarında paraya karşı olan taleplerdir. Türkiye’nin döviz talebi karşılandığı sürede artmasını beklemeyiz. TC Merkez Bankası’ndaki rezervleri eridi. Döviz kurunu bu seviyede tutulması ciddi çabaydı. Birkaç yıldır, dövizi bu seviyede tutma için ciddi yabancı para arzı yapıldı. Kurun daha da artacağına yönelik beklenti içerisindeyim. Alım gücünün erimemesinin yolu hayat pahalılığının ödenmesidir. Eğer çok yüksek enflasyon varsa daha kısa sürede yenilenmesi gerekiyor. 6 ayda değil de 3 ay da bir ücret uyarlaması yapılabilir.”

● Peki, Maliye Bakanlığı böyle bir düzenlemeyi karşılayabilir mi?

● “Enflasyonist ortamlarda maliye bütçesi genişler. KKTC’nin dış talep gibi ciddi avantajları var. Güneyden gelenler burada harcıyor.  Onlar burada kazandıkları geliri harcamıyorlar ama vergiyi devletimiz alıyor. Üniversite öğrencileri var, 100 bine yakın. Yurt dışından getirdikleri parayı harcıyorlar. Böylelikle dolaylı vergiler yükselir. Enflasyon yükseldiğinde, Maliye’deki para da artıyor. Burada kendisine kaynak transferi söz konusu oluyor. Bu kaynak, alım gücü eksilen kişilere yönlendirilmelidir.”

● Peki, bu yapılıyor mu?

● “Hayır, yapılmıyor. Tufan Erhürman dönemi hariç, ülkemiz, ekonomistler tarafından yönetilen bir ülke olmadı. O’nun döneminde ezberleri bozan durumlar söz konusu oldu. Türkiye’nin kaynak aktarmadığı durumda, ödemesi gereken askeri harcamalarını bile hükümet tarafından ödenmesi, fazla bir rakamla bütçeyi kapatması, bu değerlendirmelerin getirdiği sonuçlardı. O dönemde Rahip Brunson krizi yaşamıştık, döviz ciddi derece patlamıştı. Akaryakıt ciddi şekilde yükselmişti. Biz, akaryakıtın üzerindeki tüm vergileri indirmiştik. Çünkü akaryakıt önemli bir girdidir. Piyasanın her şeyini etkiler. Pahalılaştırmadan, ucuzlatarak enflasyona müdahale etmiştik. Akaryakıtın fiyatını düşük tutmakla Kıbrıslı Rumları buraya çekmiştik. O dönemde de klasik Maliyecilerin yaklaşımları bakanlığın batacağı yönündeydi. Ama Tufan hocanın baskısıyla bunu yapmıştık. O dönemde maaş ve ücret uyarlamaları fazlasıyla yapılmıştı.”

“Pahalılığın oluşmasında enerji ve akaryakıt önemli”

● Girdilerin pahalı olmasında, enerji ve akaryakıt fiyatlarının önemine vurgu yapan Tokar,  denetimle piyasaların korunması gerektiğini ifade etti.

● Vatandaşların ilk gündemi alım gücünün erimesi… Hükümet’e hayatı ucuzlatmak, alım gücünün erimemesi için yapacağınız ilk 3 öneri ne olur?

● “Girdilerin pahalı olmasında, enerji ve akaryakıt önemli konular. Bu dönemde özellikle dar ve sabit gelirli insanların ödeyebileceği şekilde, daha pahalı olmayacak şekilde düzenlenmesi gerekiyor. Tüccarın maliyetleri yükselmemeli ki fiyatlar da yukarıya çıkmasın. Bu noktada denetimler artırılmalıdır.  Birçok noktada, dövizin artışı ile tanımlanamayan pahalılık görülecektir. Ama denetimle piyasaların korunması gerekiyor. Tedarikçiler, ithalatçılar ve üreticiler, işbirliğine hazırdır. Başbakanlık Müsteşarlığı yaptığım dönemde kendileriyle yakın çalışmalarımız olmuştu. Biz o dönemde özel okul temsilcileriyle de görüşmüştük. Çocukların okul değiştirmesi de ideal bir durum değil. Bunlarla ilgili adım atılmalı. Özel sektör çalışanlarının maaşları asgari ücret üzerinden uyarlanıyor. Buna da dikkat edilmeli. Ancak yüksek enflasyon döneminde şöyle bir açmaz oluyor; asgari ücret yükseldiğinde onu ödeyemeyecek olan işletmeler yanında çalışan kişi sayısında azaltmaya gidebiliyor. Kayıt dışı ekonomiye kaymalar söz konusu oluyor. Bunlar bıçak gibi iki tarafı keskin konular…”

● Bu noktada küçük, orta ölçekli işletmelere destek mi gündeme gelmeli?

● “Devletin kasasında vergi gelirlerinden artan miktar, insanların işten çıkarılmayacağı şekilde geri dönüş sağlanmalı.”

● TUTDER’in de Hükümet’e zaman zaman bazı ürünlerde uygulanan vergilerin kaldırılmasına yönelik çağrıları olmuştu. Bu konuda adım atılabilir mi?

● “Bu konuda adım atılabilir. Bizde uygulanan KDV oranları yüksek KDV oranları değil. Bazen KDV düşse de fiyatın düştüğünü görmezsiniz. Ama değişik uygulamalar var, fiyat düşüklüğü mecbur kılınsın. KDV’den öte gümrük vergileri rahatlatılabilir. Ama bu işin çözümü Euro’ya geçiştir.”

● Bu konuya hükümet, sıcak bakmıyor, ‘gerçekçi’ bulmuyor…

● “KKTC Merkez Bankası’nın yapılanması TL üzerinden. Türkiye ile paraya yönelik ciddi iletişim var. Örneğin; ucu yırtılan, yıpranan paralar var, nakit sıkışıklarını çözmek için transferler yapılıyor. Bu Euro nezdinde olduğunda, sıkışıklıkları aşmak için emniyet sübapları yaratmak gerekiyor. Bu da kaynak işi… İlk aşamada, dövize endeksli muhasebe sistemine yürümemiz ve zorlamamız üzerinde çalışmalıyız. Böylelikle insanlar alım gücünü kaybetmesin. Krizin içerisine girdiğinizde kullandığınız para birimi çok önemli değil. Ancak bu sistem krizi yaşamadan, teğet geçmenizi sağlar. Böyle bir muhasebe sistemimiz olsaydı, ne bir enflasyon söz konusu olacaktı ne de bu kadar kur farkı. Siz bunu fazla hissetmeyecektiniz. Dövize endeksli bir sistem yaratıldığında böyle artış almak mümkün değil. Bununla ilgili çalışmamız lazım. Piyasanın büyük bölümü döviz kurlarına göre fiyat veriyor.”

Ekonomik Protokol…

“Reformist bir protokol değil”

● Tokar, Türkiye ile imzalanmasına rağmen 2 ay sonra yayımlanan ekonomik protokolün ‘reformist’ olmadığını söyledi, ‘kendi ayakları üzerinde duran ekonomi’ vurgusu yaparak, Türkiye’nin artarak bütçe katkısı yapıyor olması ekonominin gelişmediği noktasında yorumlanabilir. Hükümetin iyi bir ekonomi performansı olduğu söylenemez” değerlendirmesinde bulundu.

● TC ile imzalanan protokol, 2 ay sonra yayımlandı. Ekonomiyi rahatlatacak dokunuşlar var mı?

● “Ekonomik kalkınmamıza fayda edecek, önünü açacak, bir reformist bir protokol değil. üniversitelere uygulanan teşvikin kaldırılması maddesi var, bu önemlidir. Uygulanıp, uygulanamayacağını göreceğiz. Kumarhanelerin daha fazla vergilenmesi konusu var. Bunlar yapılacaksa, devlet bütçesini güçlendirecek unsurlar. Sadece üniversitelere değil, uygulanan tüm teşvikler elden geçirilmeli ki kaynak aktarımının ekonomik dönüşüm olarak kimlere dönüştüğünü ölçmemiz gerekiyor. Örneğin, birilerini mi zengin ediyor yoksa halkın geneline bir yansıması var mı? Bunlara bakılmalıdır. Siyasetçi arkadaşlarımız nasıl değerlendirir bilmiyorum. Biz daha teknik açıdan bakıyoruz. Benim reform konusunda gözüme çalan bir şey yok. Bütçenin yüzde 26’sına kadar kısmı Türkiye’den karşılanıyor. Çok büyük bir rakam… Böyle bir durum olduğunda protokoller de kaçınılmaz oluyor. Kendi ayakları üzerinde duran ekonomi yaratmalıyız.”

● Hükümet, 1 yılı aşkın süredir görevde. Ekonomi açısından karnesi nedir?

● “Hükümet ekonomik açıdan bir şeyler yapmıyor. Kendi hayatımıza baktığımızda; istikrarımız ya da ileriye dönük beklentimiz yok. Ekonomik açıdan başarılı değil, iyi bir not veremem. Kayıt dışı ekonomi giderek artıyor. Birçok yerde fiş kesilmiyor. Vergi toplama açısından rakamlara bakmak gerekiyor. Türkiye’nin artarak bütçe katkısı yapıyor olması ekonominin gelişmediği noktasında yorumlanabilir. Hükümetin iyi bir ekonomi performansı olduğu söylenemez.”

Bu haber toplam 2955 defa okunmuştur